02 Mart 2013 Otavalo.. Evet fiziksel olarak bugün yeni bir yılı ve yeni bir
yaşı yaşamaya başlamış durumdayım ama hissettiklerime bakacak olursam bugün
birkaç yıl birden yaşlandım diyebilirim:)
Gece yağan yoğun
yağmurun ardından bu sabah Otavalo’da muhteşem bir güneşle uyanıyoruz.. Herşey planladığımız gibi giderse bugün Ormeno firmasının Quito'dan kalkan otobüsünü Otavalo'da yakalayıp Venezuela’ya Caracas’a gitmek üzere yola çıkmış olacağız.. Çantalarımız Senyor Daniel tarafından otobüse yüklenmiş ve eğer her şey yolunda
giderse saat 15.00 gibi otobüs Otavalo’daki buluşmak noktasında olacak. Saat henüz 08.30
ve önümüzde hem şehri gezmek hem de meşhur Otavalo Pazarı’nı altüst etmek için tam 6,5 saatimiz var..
Otelin bahçesi
rengarenk çiçeklerle düzenlenmiş ve gece yağan yağmur nedeniyle etraf mis gibi
toprak kokuyor. Kahvaltı siparişimizi verip masalardan birine oturuyoruz ve bir
süre bahçeyi, çiçekleri, mis gibi kokan toprağın çevrelediği tertemiz yürüyüş
yollarını izleyerek fotoğraf çekiyoruz. Derken mutfaktan gelen mis gibi
kahve kokusu diğer tüm kokuları
bastırarak bahçeyi kaplıyor ve hemen ardından koca bir kahvaltı tepsisiyle
doğal meyve suyu, kızarmış ekmek, marmelat ve tereyağından oluşan kahvaltımız geliyor.
Önümüzde şehir haritası, bir yandan kahvaltımızı yaparken bir yandan da bugün
için bir gezi planı çıkarıyoruz; planımız saat 10.00 gibi otelden ayrılmak.
Otavalo Pazarı Cumartesi-Pazar ve Çarşamba günleri kuruluyor ve bu günlerde şehir hem kendi nüfusu hem burada konaklayanlar hem de diğer şehirlerden sadece alışveriş için gelen insanlarla müthiş bir kalabalığa bürünüyor.. Merkezdeki tüm sokaklar tezgahlarla dolu ve her yer tıklım tıklım insan; İstiklal Caddesi misali zar zor yürünebiliyor.. Taksi bulmak veya bir yerden başka bir yere gitmek için merkezden geçmek neredeyse olanaksız; bu günlerde hayat duruyor ve sadece pazar için yaşanıyor..
Bu arada Pazar
gerçekten dedikleri kadar var; Güney Amerika’ya ait hemen hemen ne varsa –ülke
ayrımı yapmaksızın- burada bulmak mümkün.. Hamaklar, müzik aletleri, takılar,
çantalar, çeşit çeşit kıyafet, şal, atkı, şapka, panço, alpaka ve lama yününden
örtüler, fularlar, battaniyeler, ağaç oyma heykelcikler, biblolar, resimler,
kumaşlar ve akla gelebilecek başka her ne varsa hepsi bu pazarda satılıyor.
Otavalolular pazarlık
etmeyi seviyorlar; bir kere hiçbir şey ilk söylenen fiyata satılmıyor.. Gerçi
ürüne ve satın alınacak miktara göre değişiyor ama pek çok tezgahta min
%30, hatta %50 indirim yaptırmak
mümkün. Gürültülü, kalabalık
ve ısrarcı satıcılar nedeniyle zaman zaman sıkıcı gelse de Otavalo Pazarı’nın
gerçekten görülmesi ve bir kaç saatliğine de olsa ziyaret edilmesi gereken bir
yer olduğunu, seyahatimizi renklendirdiğini düşünüyoruz..
Saat 12.30 gibi Senyor
Daniel’n arayıp aramadığını öğrenmek üzere otele geri dönmeye karar veriyoruz.
Yaklaşık 3 saattir o tezgah senin bu tezgah benim dolaştığımızdan
yorgunuz, şöyle rahat bir koltuğa oturup
bir de kahve içmek için adeta yanıp tutuşuyoruz. Neyse ki otel çok uzakta değil
ve merkezdeki kalabalığı geçip otele kendimizi attığımızda sanki bir vahaya
gelmiş gibi mutluyuz. Yeniden sessizlik ve huzur..
Otelin sahibesi
senyoraya soruyoruz, “Si!” Senyor Daniel aramış; otobüs bizi saat 17.30’da
Banco Internacional’in önündeki duraktan alacakmış. Otobüs Lima’dan gecikmeli
geliyormuş ve Senyor Daniel tekrar
arayıp tam saati konfirme edecekmiş; rahat olalımmış, endişe etmeyelimmiş.......
Şimdi bu olacak iş mi? ?? Bu bizim gibi iki arıza insana söylenecek bir şey mi???????
Şimdi bu olacak iş mi? ?? Bu bizim gibi iki arıza insana söylenecek bir şey mi???????
Saat daha 13.00 ve biz
saat 14.00 hadi en geç 15.00 gibi otobüse binmeyi beklerken otobüs saati bir
anda 3 saat öteleniyor.. Ayrıca bu da kesin değil ve kesin saat için telefon
beklenecek.. Pazara geri dönsek, ya telefon gelirse.. dönmesek bunca zaman burada
nasıl otururuz ? ne yaparız? Sonra Bora, için için kendini yemez mi? Ya çantalar
bagaja verilmezse? Ya çantalar verilir ama otobüs bizi almadan geçer giderse?
Öyle bir senaryo potansiyeli var ki –genelde de hep negatif!!!- sonunu tahmin
edebilmek olası değil, gider de gider artık.. Ve tabii keşkeler!! Keşke
telefonumuz çalışsa, keşke Ecuador hattımız olsa, keşke o hattı geri vermemiş
olsak, keşke adamı arayabilsek, keşke mail atabilsek, keşke Otavalo’da kalmamış
olsak, keşke çantaları Quito’ya bırakmamış olsak, keşke Quito’ya geri gitsek de
çantalarımızın başında olsak..vs, vs, vs..
Neyse sonuç olarak biz
hemen hemen 3,5-4 saat hiçbir yere kıpırdamadan telefona 2 mt uzaklıkta oturup
bekledik bugün.. Bu arada senyoraya güvenmediğimiz ve çeşitli felaket senaryoları
ürettiğimiz için google çevirmenin çevirisine güvenip Senyor Daniel’e mail
gönderdik. Elimizdeki biletin üzerinde yeralan mail adresine gönderdiğimiz
maile şöyle yazdık:
Senyor Daniel,
Lütfen otobüs
Quito’dan hareket edince bizi aramayı ve burada kaçta olacağını bildirmeyi
unutma!
Lütfen bizi burada
Otavalo’da bırakma!
Lütfen çantalarımızı
otobüse vermeyi unutma!
İçten
teşekkürlerimizle,
Pasaporte Turco :)
Neyse öyle böyle derken saat
hemen hemen 15.00 oldu ama telefonda hala tık yoktu. Bu arada Bora gidip
yiyecek bir şeyler aldı, ben bekliyorum gözüm telefonda.. İkimiz aynı anda
ayrılmıyoruz zaten mutlaka birimiz orada tetikte bekliyoruz.. Saat 15.30 oldu;
birer kahve içelim dedik sıcak su kaynatıp geldim ben. Saat 15.50 oldu ve
zırrrrrrrrrrrrrrr!!! “Telefon telefon” diye bağırıştık senyora koştu geldi
konuşmaya başladı, biz yanına yaklaştık neredeyse ağzının içine düşücez.. Bir
şey anlamıyoruz ama ola ki bir iki kelime tanıdık çıkar diye pür dikkat
dinliyoruz.. Neyse kadıncağız kaş göz işaretiyle bize “ok” diyor, elindeki
kağıda 4.30 ve bir de şoförün adı ve telefonu olduğunu tahmin ettiğimiz bir
şeyler yazıyor, sonra numarayı teyit etmek için tekrar okuyor , bolca “si,si”
diyor, teşekkür ediyor ve telefon kapanıyor. Biz çocuklar gibi gözümüz senyora
da yerimizde zor duruyoruz.. Çantaları vermiş mi? Otobüs Quito’dan hareket
etmiş mi? 4.30’da mı burada olacakmış? Banco Internacional’in önüne gelecekmiş
di mi? Habire soruyoruz..
Hemen hemen 40 dk
zamanımız var, yürürsek 20 dk’da varırız ama “garanti olsun taxi tutalım”
diyoruz. O da onaylıyor “si” diyor en iyisi “un taxi!” Teşekkür edip bir de
İspanyol usulü tek yanaktan öpüşüp vedalaşıyoruz ve otelden ayrılıyoruz. Yolda
hızla yürüyoruz, bir yandan da gözümüz arkada taxi bakıyoruz ama ne mümkün!
Pazar nedeniyle tüm taxiler dolu.. Adımlarımızı hızlandırıp ilerlemeye devam
ediyoruz ve sonuçta şehir öyle pek de büyük değil o taxi bu taxi derken hemen
hemen varacağımız yere geliyoruz. Saat 16.20 henüz erken 10 dk daha var.
Durakta oturup beklemeye başlıyoruz. Keyfimiz yerine gelmiş durumda; çantalar
verilmiş otobüs yola çıkmış az sonra burada olacak binip gideceğiz.. Dakikalar
zor da olsa geçiyor, bu arada her gördüğümüz otobüse ayaklanıyoruz, bakıyoruz
başka bir firma oturuyoruz. Yeni bir otobüs bakalım neymiş? Başka firma,
oturuyoruz. Bu böyle 15-20 dk kadar devam ediyor ama Ormeno henüz yok. Bu arada
saat 16.45 oluyor. Bu kez Bora’da acaba geçip gitti mi endişeleri başlıyor.
Kafa durur mu devamlı çalışıyor tabii, hem de hep olumsuza.. Acaba doğru yerde
miyiz? Acaba erken geldi de bizi göremedi mi? Acaba daha yeni mi yola çıktı?
16.30 yalan mı? gibi gibi gibi...
Bu arada durakta
bizden başka kimse yok; biri olsa hemen asılıcaz cep telefonun var mı şu
numarayı ara bir sor bakalım otobüs neredeymiş diye.. Neyse bir çocuk geliyor
ben hemen atlıyorum cep telefonun var mı diye? Yok diyor ve gelen ilk otobüse
atlayıp gidiyor. Bu arada saat 17.00 oluyor hatta 10 dk da geçiyor, otobüs hala
yok.. Yavaş yavaş beni de telaş alıyor acaba Bora gerçekten haklı mı bu otobüs
geldi de bizi göremeyip geçip gitti mi diye düşünmeye başlıyorum. Bu arada
durağa başka biri geliyor;cep telefonu var; ben yine anlatıyorum dilim
döndüğünce derdimi anlatıyorum ve çocuk telefonunu çıkarıp numarayı çeviriyor ama şoför cevap
vermiyor.. Bu kez Senyor Daniel’i çevirmesini rica ediyorum, aksi gibi o da
cevap vermiyor. Çocuk neredeyse bana inanmayacak.. Numaralar mı doğru değil
diye düşünüyorum biranda ama doğru olmasa oteldeki senyora nasıl aradı?? Neyse Allah’tan
üçüncü numara cevap veriyor ama bu kez de çocuğun kontörü bitiyorL Saate bakıyoruz saat 17.30’a geliyor; hava hafiften
kararmaya başladığından endişemiz biraz daha artıyor.. Çocuğa kontör yüklemesi
için para verip yakındaki benzin istasyonuna gönderiyoruz, bu arada gözümüz
otobüste durakta bekliyoruz. Derken
karşıdan büyükçe bir otobüs yaklaşıyor, üzerindeki yazıyı okumaya çalışıyoruz
Ormeno yazıyor gibi ama acaba??? Evet galiba!! Biraz daha yaklaşıyor ve EVET O
ORMENOOOO!!! Otobüs ışıklarını yakarak yanaşıyor ve bize atlayın diye işaret
ediyor bizim gözümüz çocukta arkamıza baka baka otobüse biniyoruz. Geldiğinde
bizi göremeyip endişelenecek çocuğu düşünerek hiç olmazsa el sallayıp bir
teşekkür etseydik diyoruz ama ne yazık ki çocuk yok.. Bu arada yerimizi bulup
derin bir OH ! çekiyoruz ama artık dizlerimizin daha fazla dayanacak gücü yok,
koltuğa adeta yığılıyoruz.. Dışarıda hava neredeyse kararmak üzere, bulutlar
kızıla bürünmüş, Kolombiya sınırına doğru yol alıyoruz:) İşte gerçek macera bu!!.. İşte gerçek ARDİNAL böyle
bir şey!!
Saat hemen hemen 22.15
gibi Ecuador sınırındayız. Hemen çıkış damgalarımızı alıp köprünün karşısına
Kolombiya girişine doğru yürümeye başlıyoruz; 5 dk sonra giriş kasabası
İpiales’teyiz. Görevli memura yaklaşıp pasaportları verdiğimizde kadıncağız
bize bir şeyler anlatıyor anlamıyoruz ama beden dilinden olumsuz bir şey söylediği
son derece açık. Sorun ne diye arkamızdakilere bakıyoruz hepsi endişeli.. Meğer
kahve üreticilerinin 5 gündür devam eden eylemleri varmış ve tüm otoyollar
kapalı olduğundan Ipiales’ten ileriye gitmemiz mümkün değilmiş ve eylemin ne
kadar devam edeceği de meçhulmüş:( Pasaportlarımıza giremediğimiz Kolombiya için 90 gün vizelerimizi alıp kenarda
beklemeye başlıyoruz. İnsanlar habire konuşuyorlar, sınır polisleri bir şeyler
anlatıyor ve uzun uzun tartışmalar devam ediyor ama ne yazık ki sonuç yok.
Zaten şansım olsa anam beni kız doğururdu diyen Bora’ya katılmamak mümkün
değil. Benim de hep erkek doğasım vardı:)
Gecenin ilerleyen
saatlerinde hava iyice serinlemeye başlıyor ve yapılacak bir şey olmadığından
“olmaz böyle şey” şarkısı eşliğinde tıpış tıpış otobüse binip koltukları devirip
yatıyoruz.. Herkes de aynı duygularla sakinleşiyor ve şoför saat 12 gibi
ışıkları söndürdüğünde ortalık derin bir sessizliğe gömülüyor. Sabah ola hayrola!