16 Nisan 2015 Perşembe

Unesco Dünya Mirası Hallstatt Avrupa'nın en güzel 10 köyünden biri



04 Nisan 2015 Wilhelmsburg’dan ayrılıyoruz

İki günü sevgili Monika ve Walter’la geçirdikten ve gündüzleri dağlarda gezinip akşamları da 2014 ve 2015’de yaptıkları Nepal ve Montenegro gezileriyle ilgili slayt şovları  izledikten sonra  Wilhelmsburg’dan ayrılıyoruz.

Yönümüz Avusturya’nın en güzel şehri Salzburg ve civarındaki köyler. Burası  Avusturya’nın göller bölgesi ve her yer kartpostallardaki gibi. Yemyeşil yamaçlar, bembeyaz karlı dağlar, tertemiz mavi-yeşil göller, rengarenk boyanmış tipik köy evleri ile birbirinden şık butik oteller, köyler arasında kıvrıla kıvrıla adeta akıp giden yollarla telesiyejler, teleferikler ve nefes kesen manzaralar hepsi burada.

Wilhelmsburg’dan yada St.Pölten’den Hallstatt’a gitmek için otobanda Salzburg yönünde ilerleyip “Gmunden, Bad Ischl, Hallstatt” yazan çıkıştan ayrılıyoruz. Gmunden’de kayda değer pek bir şey yok ama bir sonraki kasaba Bad Ischl keyifli bir yer; gayet şık mekanlar var. Arabayı park alanlarından birine çekip 1-2 saat kadar sokakları geziyoruz.  Havanın yağışlı olmasına rağmen sokak satıcılarının tezgahları hareketli; antika parçalarla kullanılmış çeşitli eşyalardan oluşan tezgahları izleyerek epeyce dolaşıyoruz.

Hallstatt, Bad Ischl’dan 20 km uzakta Hallstatt Gölü’nün kıyısında yeralıyor. Köye girer girmez turist otobüsleriyle karşılaşıyoruz; soğuk ve yağmur dolayısıyla fazla bir kalabalık yok ama yine de epeyce Asyalı turist görüyoruz. Mevsim dolayısıyla tuz madeni kapalı -Mayıs ayında açılıyormuş- ama teleferikle yukarı çıkıp tepeden Hallstatt manzarasını izliyoruz.

Geçmişi 7000 yıl gerilere taa M.Ö.5000’lere dayanan ve dünyanın ilk tuz madenlerinden birine de ev sahipliği yapan Hallstatt, 1997 yılında Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Güzel ötesi bir doğası var, adeta cennetten bir parça gibi J Tarihi evler olduğu gibi korunmuş ve yeni yapılanlarda da aynı mimariye sadık kalınmış. Gördüğümüz manzaralar karşısında Halstatt için “huzur ve dinginlik” diyebiliriz ama biliyoruz ki bunu sadece bu aylar için söylemek mümkün; zira dünyanın her yerinden gelen milyonlarca turisti ağırlayan Hallstatt’ın en önemli geçim kaynağı turizm.

Çinlilerin Hallstatt’ın kopyasını yapmalarından sonra dünyanın gündemine oturan bu küçük köy, güzelliğinin yanısıra kopyası yapılan tek köy ünvanını da taşıyor ve belki de bu nedenle her yer Çinli turist dolu. Birebir aynı mı diye kontrol etmeye geliyorlar heralde J


Hallstatt’ta 1 gece kaldıktan sonra tekrar Bad Ischl’a dönüp oradan da Salzburg’a doğru devam ediyoruz. Hedefimiz yolumuz üzerindeki Wolfgang Gölü’ne de uğrayıp oraları da görmek. Fotoğraflar keyifli; iyi seyirler dileriz.





Bad Ischl sokakları

Teleferikten Hallstatt old town 






Bad Ischl














30 Mart 2015 Pazartesi

Baltık Denizi'nin incisi Gdansk ve Kartuzy'deki ters ev


27 Mart 2015 Gdansk & Kartuzy

Bir gece önce konaklama yeri bulma konusunda epeyce zorlanıyoruz çünkü kamping alanı olarak koordinatlarını aldığımız “Camping Stogi” kapalı ve elimizde kayıtlı başka bir seçenek de yok :( Stogi' nin hemen yanında başka bir tesis var  oraya da bakıyoruz ama henüz sezon açılmadığından aynı durum geçerli Mayıs'ta açılıyoruz diyorlar.

Neyse ki o tesiste wi-fi var; hemen hostelbookers'a girip şehir merkezinde bir hostele rezervasyon yaptırıyoruz şimdi tek dileğimiz navigasyonumuzun orayı bulması. Birkaç kez başımıza geldi çünkü; ne oluyor nasıl oluyorsa navigasyon verdiğimiz adresi yada koordinatları bulamıyor ve o olmadan özellikle büyük şehirlerin  hızlı akan trafiğinde sora sora adrese ulaşmak çok zor; stres yumağı oluyoruz.

Şehir merkezinde bulduğumuz hostelin (Hostel Happy Seven) yeri gerçekten hem karavanımızı park etmemiz hem de ertesi gün şehri kolayca gezebilmemiz için ideal. Mürs’ün hostele girişini hallettikten sonra karavana inip yemeğimizi hazırlıyoruz. Bu akşamki menümüz yoğurtlu fiyonk makarna, avokadolu marul salatası (sirkeli, hardallı ve zeytinyağlı süper bir de sos yapıyoruz) ve yanında portakal suyu. Yemekten sonra birer de bitki çayı içtikten sonra dinlenmeye çekiliyoruz.

Sabah saat 08.00 gibi kahvaltıdayız; hafiften yağmur yağıyor ve hava hiç de beklediğimiz gibi değil. Biz kahvaltıyı bitirene kadar yağmur biraz kesiliyor gibi olunca toparlanıp kendimizi Moltawa Nehri kıyısına atıyoruz.

Gdansk tarihi 997 yıllarına kadar giden Baltık Denizi’nin en güzel şehri. Şehir Yüzyıllar boyu Alman yönetiminde kaldıktan sonra bir dönem Polonya idaresine geçmiş. II.Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından tamamen yerle bir edilen şehir Versay Antlaşması’yla özgürlüğüne kavuşmuş ve dünyadaki tek özerk şehir olarak 1990’a kadar gelmiş. Halen nüfusunun %95’i Almanlardan oluşan Gdansk 1990’da Polonya’ya bağlanmış.

Şehir meydanında sergilenen II.Dünya Savaşı fotoğraflarına bakınca şehrin bu kadar kısa sürede bu hale getirilmesine şaşırıp, hiçbir detay atlanmadan birebir aslına uygun olarak yeniden inşa edilen binaları hayranlıkla izliyoruz. Burası da Torun yada Krakow gibi güzel bir Old Town’a sahip. Sokaklar yine Arnavut kaldırımı ve binaların büyük kısmı kırmızı ateş tuğlasından.

Fotoğrafları yayınladığımızda arkadaşlarımızdan biri Gdansk’ın aslına uygun olarak yeniden yapılanmasına şaşırıp “ne yani orada kentsel dönüşüm yok mu yani?” diye yazmış J Hakikaten bizde böyle bir durum olsa ne tarih önemsenir ne başka bir şey; ranta uygun durum neyse direkt  ona göre bir planlama yapılır, hemen bir gecede onaylanır ve mimar mühendisler odası falan görmeden uygulamaya geçilir. Sonrası dinlediğimiz pek çok hikaye gibi işte.. “bir zamanlar burada öyle güzel tarihi evler, öyle hanlar hamamlar vardı ki, sonra bir gün kentsel dönüşüm diye bir şey geldi ve….” diye anlatılır durur.

St. Mary Kilisesi komple ateş tuğlasından yapılı ve şehrin en yüksek binası; çan kulesinin yüksekliği 80 m. 409 basamaktan oluşan merdivenleri tırmanıp, nefes nefese kulenin tepesine kadar çıkıyoruz. Manzara sisten dolayı beklediğimiz kadar keyifli değil ama şehri tepeden gördüğümüzde yüzyıllarca önce de olsa nasıl bir şehircilik örneği olduğunu anlıyoruz. Tüm binalar aynı yükseklikte bitişik nizam ve sanki hepsi birbirinin devamı gibi, sokaklar gayet geniş ve son derece düzenli. Yamuk yumuk hiçbir şey yok her şey cetvelle çizilmiş gibi muntazam. 

Tekrar Motlawa Nehri kıyısına inip Gdansk’ın meşhur taşı kehribar (amber) ile üretilmiş hediyelik eşya tezgahlarını geziyoruz. Motlawa Nehri bugün biraz hüzünlü hem yağmur var hem de henüz sezon açılmadığından etrafta cıvıl cıvıl turistler yok.. Kafeler ve restoranlar da dışarıdaki masa sandalyelerini kilitleyip kapatmış, sadece içeride hizmet veriyorlar.

Nehir turu yaptıran gösterişli bir yelkenli, koltuklarının dolmasını bekliyor ama pek de umutlu değil L Biz üçümüz de gözlerimiz vizörde, kanal boyunun ve Gdansk’ın birbirinin devamı gibi görünen rengarenk binalarının fotoğraflarını çekiyoruz. Her yan her şey ayrı bir fotoğraf karesi. İleride tarihi vinci görüyoruz; bu vinç 14. yüzyılda yapılmış ve yüzlerce insan tarafından çevrilen ayak değirmeniyle hareket ettiriliyormuş.

Yağmur başlayınca adımlarımızı hızlandırarak karavana doğru seğirtiyoruz. Şimdiki hedefimiz Gdansk’ın 35 km kadar batısındaki Kartuzy’i ve oradaki açık hava müzesinde sergilenen ters ev.

Kartuzy’ye varmamız 1 saat kadar sürüyor; navigasyonumuz yine başarılı. “Her kim icat ettiyse aklıyla bin yaşasın” diyerek sağımız solumuz orman muhteşem bir yolda  kıvrılı kıvrıla ilerliyoruz. Ara sıra küçük göller de görüyoruz etrafta ve her 50 metrede bir “dikkat geyik çıkabilir” tabelası. Buralar Polonya’nın en güzel, en yeşil ve vahşi hayatın hala devam ettiği bölgeleri. Son derece dinlendirici tertemiz havasıyla bir anda  rahatlıyoruz, şehir stresinden eser kalmıyor.

Açık hava müzesi ve içindeki ters ev için Kartuzy’den biraz daha ileriye Szymbark’a gitmek gerekiyor. Gayet bilinen ve turistik bir yer olduğundan yol üzerinde ters evin tabelaları var; bulmakta zorlanmıyoruz. Bolca fotoğraf çekip ters evde başımızı döndürüp içimizi bulandırdıktan sonra aynı yerde sergilenen ve “tek bir ağaçtan çıkan dünyanın en uzun masası(36,83 metre)” rekorunu taşıyan masayı ve beraberinde diğer geleneksel evleri görüp  geriye Torun’a doğru yola koyuluyoruz.

Mürs’ü Pazar günü Türkiye’ye yolcu edeceğimizden, “mümkün olduğunca çok noktayı birlikte görelim” diyerek iki gündür oldukça hızlı ve yorucu geziyoruz ama gittiğimiz hiçbir yer için “aman burası da olmasa olurmuş” demiyoruz. Gezdiğimiz yerlerin hepsi doğru ve hava koşullarına rağmen hepsinden çok mutlu ayrılıyoruz.

Bu gece geç de olsa Torun’da olacağız ve konaklamayı düşünüyoruz. Yarın için planımız ise öğle saatlerinde Varşova’da olmak. Varşova için bilmem ne diyebilirim J Zakopane, Krakow, Torun, Gdansk, Sopot ve Gdynia’dan sonra sanıyorum bize çok yavan gelecek ama bakalım hep birlikte göreceğiz.


Yarınki notlarda görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın, iyi geceler..