30 Mart 2015 Pazartesi

Baltık Denizi'nin incisi Gdansk ve Kartuzy'deki ters ev


27 Mart 2015 Gdansk & Kartuzy

Bir gece önce konaklama yeri bulma konusunda epeyce zorlanıyoruz çünkü kamping alanı olarak koordinatlarını aldığımız “Camping Stogi” kapalı ve elimizde kayıtlı başka bir seçenek de yok :( Stogi' nin hemen yanında başka bir tesis var  oraya da bakıyoruz ama henüz sezon açılmadığından aynı durum geçerli Mayıs'ta açılıyoruz diyorlar.

Neyse ki o tesiste wi-fi var; hemen hostelbookers'a girip şehir merkezinde bir hostele rezervasyon yaptırıyoruz şimdi tek dileğimiz navigasyonumuzun orayı bulması. Birkaç kez başımıza geldi çünkü; ne oluyor nasıl oluyorsa navigasyon verdiğimiz adresi yada koordinatları bulamıyor ve o olmadan özellikle büyük şehirlerin  hızlı akan trafiğinde sora sora adrese ulaşmak çok zor; stres yumağı oluyoruz.

Şehir merkezinde bulduğumuz hostelin (Hostel Happy Seven) yeri gerçekten hem karavanımızı park etmemiz hem de ertesi gün şehri kolayca gezebilmemiz için ideal. Mürs’ün hostele girişini hallettikten sonra karavana inip yemeğimizi hazırlıyoruz. Bu akşamki menümüz yoğurtlu fiyonk makarna, avokadolu marul salatası (sirkeli, hardallı ve zeytinyağlı süper bir de sos yapıyoruz) ve yanında portakal suyu. Yemekten sonra birer de bitki çayı içtikten sonra dinlenmeye çekiliyoruz.

Sabah saat 08.00 gibi kahvaltıdayız; hafiften yağmur yağıyor ve hava hiç de beklediğimiz gibi değil. Biz kahvaltıyı bitirene kadar yağmur biraz kesiliyor gibi olunca toparlanıp kendimizi Moltawa Nehri kıyısına atıyoruz.

Gdansk tarihi 997 yıllarına kadar giden Baltık Denizi’nin en güzel şehri. Şehir Yüzyıllar boyu Alman yönetiminde kaldıktan sonra bir dönem Polonya idaresine geçmiş. II.Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından tamamen yerle bir edilen şehir Versay Antlaşması’yla özgürlüğüne kavuşmuş ve dünyadaki tek özerk şehir olarak 1990’a kadar gelmiş. Halen nüfusunun %95’i Almanlardan oluşan Gdansk 1990’da Polonya’ya bağlanmış.

Şehir meydanında sergilenen II.Dünya Savaşı fotoğraflarına bakınca şehrin bu kadar kısa sürede bu hale getirilmesine şaşırıp, hiçbir detay atlanmadan birebir aslına uygun olarak yeniden inşa edilen binaları hayranlıkla izliyoruz. Burası da Torun yada Krakow gibi güzel bir Old Town’a sahip. Sokaklar yine Arnavut kaldırımı ve binaların büyük kısmı kırmızı ateş tuğlasından.

Fotoğrafları yayınladığımızda arkadaşlarımızdan biri Gdansk’ın aslına uygun olarak yeniden yapılanmasına şaşırıp “ne yani orada kentsel dönüşüm yok mu yani?” diye yazmış J Hakikaten bizde böyle bir durum olsa ne tarih önemsenir ne başka bir şey; ranta uygun durum neyse direkt  ona göre bir planlama yapılır, hemen bir gecede onaylanır ve mimar mühendisler odası falan görmeden uygulamaya geçilir. Sonrası dinlediğimiz pek çok hikaye gibi işte.. “bir zamanlar burada öyle güzel tarihi evler, öyle hanlar hamamlar vardı ki, sonra bir gün kentsel dönüşüm diye bir şey geldi ve….” diye anlatılır durur.

St. Mary Kilisesi komple ateş tuğlasından yapılı ve şehrin en yüksek binası; çan kulesinin yüksekliği 80 m. 409 basamaktan oluşan merdivenleri tırmanıp, nefes nefese kulenin tepesine kadar çıkıyoruz. Manzara sisten dolayı beklediğimiz kadar keyifli değil ama şehri tepeden gördüğümüzde yüzyıllarca önce de olsa nasıl bir şehircilik örneği olduğunu anlıyoruz. Tüm binalar aynı yükseklikte bitişik nizam ve sanki hepsi birbirinin devamı gibi, sokaklar gayet geniş ve son derece düzenli. Yamuk yumuk hiçbir şey yok her şey cetvelle çizilmiş gibi muntazam. 

Tekrar Motlawa Nehri kıyısına inip Gdansk’ın meşhur taşı kehribar (amber) ile üretilmiş hediyelik eşya tezgahlarını geziyoruz. Motlawa Nehri bugün biraz hüzünlü hem yağmur var hem de henüz sezon açılmadığından etrafta cıvıl cıvıl turistler yok.. Kafeler ve restoranlar da dışarıdaki masa sandalyelerini kilitleyip kapatmış, sadece içeride hizmet veriyorlar.

Nehir turu yaptıran gösterişli bir yelkenli, koltuklarının dolmasını bekliyor ama pek de umutlu değil L Biz üçümüz de gözlerimiz vizörde, kanal boyunun ve Gdansk’ın birbirinin devamı gibi görünen rengarenk binalarının fotoğraflarını çekiyoruz. Her yan her şey ayrı bir fotoğraf karesi. İleride tarihi vinci görüyoruz; bu vinç 14. yüzyılda yapılmış ve yüzlerce insan tarafından çevrilen ayak değirmeniyle hareket ettiriliyormuş.

Yağmur başlayınca adımlarımızı hızlandırarak karavana doğru seğirtiyoruz. Şimdiki hedefimiz Gdansk’ın 35 km kadar batısındaki Kartuzy’i ve oradaki açık hava müzesinde sergilenen ters ev.

Kartuzy’ye varmamız 1 saat kadar sürüyor; navigasyonumuz yine başarılı. “Her kim icat ettiyse aklıyla bin yaşasın” diyerek sağımız solumuz orman muhteşem bir yolda  kıvrılı kıvrıla ilerliyoruz. Ara sıra küçük göller de görüyoruz etrafta ve her 50 metrede bir “dikkat geyik çıkabilir” tabelası. Buralar Polonya’nın en güzel, en yeşil ve vahşi hayatın hala devam ettiği bölgeleri. Son derece dinlendirici tertemiz havasıyla bir anda  rahatlıyoruz, şehir stresinden eser kalmıyor.

Açık hava müzesi ve içindeki ters ev için Kartuzy’den biraz daha ileriye Szymbark’a gitmek gerekiyor. Gayet bilinen ve turistik bir yer olduğundan yol üzerinde ters evin tabelaları var; bulmakta zorlanmıyoruz. Bolca fotoğraf çekip ters evde başımızı döndürüp içimizi bulandırdıktan sonra aynı yerde sergilenen ve “tek bir ağaçtan çıkan dünyanın en uzun masası(36,83 metre)” rekorunu taşıyan masayı ve beraberinde diğer geleneksel evleri görüp  geriye Torun’a doğru yola koyuluyoruz.

Mürs’ü Pazar günü Türkiye’ye yolcu edeceğimizden, “mümkün olduğunca çok noktayı birlikte görelim” diyerek iki gündür oldukça hızlı ve yorucu geziyoruz ama gittiğimiz hiçbir yer için “aman burası da olmasa olurmuş” demiyoruz. Gezdiğimiz yerlerin hepsi doğru ve hava koşullarına rağmen hepsinden çok mutlu ayrılıyoruz.

Bu gece geç de olsa Torun’da olacağız ve konaklamayı düşünüyoruz. Yarın için planımız ise öğle saatlerinde Varşova’da olmak. Varşova için bilmem ne diyebilirim J Zakopane, Krakow, Torun, Gdansk, Sopot ve Gdynia’dan sonra sanıyorum bize çok yavan gelecek ama bakalım hep birlikte göreceğiz.


Yarınki notlarda görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın, iyi geceler..





























Varşova'dan ayrılıyoruz hedef Katowice



28 Mart 2015 Polonya’nın başkenti Varşova’dayız

Varşova, bence Polonya’nın en vasat şehri; bütün başkentlerde gördüğümüz ve bende rahatsızlık yaratan soğuk renkli kübik ruhsuz binalar burada da ziyadesiyle mevcut. Şehrin gece manzaraları gündüzkilerden çok daha cezbedici; güzel ışıklandırılmış kiliseler ve kaleler Varşova’ya olduğundan başka bir hava veriyor.

II.Dünya Savaşı’nda pek çok şehrin başına gelen yerle bir edilme durumu Varşova için de geçerli tabii ama burası da diğer pek çok yer gibi  aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Bazı restorasyonlar halen devam ediyor ama demek ki Varşova’da daha önce de pek bir şey yokmuş ki yeniden inşa edilmesi şehri cazip hala getirememiş.

Belki de şehrin şanssızlığı bizim Krakow, Gdansk ve Torun’u ve bu şehirlerdeki Old Town’ları gördükten sonra Varşova’ya gelmiş olmamız. Gerçek anlamda tarih, kültür, estetik ve doğa arayanlar için Polonya’da Varşova’dan çok daha  tatminkar şehirler var.

Öğle saatlerinde vardığımız şehri şöyle bir geziyoruz, turistik merkezler olan Kale Meydanı, Kraliyet Sarayı, Krakowskie Przedmiescie caddesinde dolaşıp zapiekanka yiyoruz. İnanın buradaki zapiekankanın bile Krakow’da yediğimizle uzaktan yakından alakası yok.

Biraz daha dolaşıp bulduğumuz ilk Mc Donald’sta Mürs’ün konaklayacağı hosteli  ayarladıktan sonra adresi navigasyonumuza kaydedip merkezden ayrılıyoruz. Hostel hiç beklemediğimiz kadar sapa bir yerde; gerçi biz neresi sapa neresi değil tam da bilemiyoruz ama navigasyona rağmen öyle zor oluyor ki ulaşmamız, buraların gps sinyali bile alınamayan sapa yerler olduğuna karar veriyoruz.

Akşam yemeğimizde tarhana çorbası, Meksika fasülyeli mantar!! (bkz. açıklama) ve avokadolu ve rendelenmiş kerevizli marul salatası var. Bu arada Bora kendini epeyce aştı; kerevizi ağzına koymayan avokado deyince yüzünü buruşturan adam hepsini yemeğe başladı :)

Mürs’ü yerine gönderdikten sonra biz de çay demleyip biraz daha oturuyoruz. Ben notlarımı yazıyorum Bora da arabayla ilgili bayındırlıklar yapıyor. Bugünlük de bu kadar, yarın Mürs’ü Türkiye’ye uğurlayıp kendimiz de Bratislava’ya doğru turumuza devam ediyor olacağız. Şimdilik hoşçakalın :)

Açıklama : Hosteli bulmak uzun zaman aldığından akşam yemeği için doğru dürüst hazırlık yapamıyoruz. Son anda bulduğumuz kurbağa amblemli küçük bir mağazada konserve mantar ve Meksika fasülyesi bulunca bu ikisini karıştırıp, bol soğan ve karabiber ilavesiyle beklemediğimiz kadar güzel bir sote çıkarıyoruz ortaya :) Nam nam nam..

29 Mart 2015 Varşova’dan ayrılıyoruz

Sabah pek de erken olmayan bir saatte uyanıp kahvaltı yaptıktan sonra havaalanı tarafına doğru yola koyuluyoruz. Yol üzerinde bir alışveriş merkezinde biraz bakınır, atıştırmalık bir şeyler alır sonra da Mürs’ü uğurlarız diyoruz.

Merkezdeki en büyük alış veriş noktası Zlote Tarasy’de ne ararsanız var ama tahmin edilebileceği gibi tüm uluslar arası zincirler bir arada ve fiyatlar hiç cazip değil. Güzel olan tek şey çeşit çeşit tatlı, tuzlu kurabiye, poğaça, pasta ve sandviçlerin satıldığı “cukiernia” denen yerlerJ; hemen atıştırmalık bir şeyler alıp havaalanına doğru hareket ediyoruz. Saat 14.30 gibi Frederic Chopin Havaalanı’ndayız, uçağın kalkmasına 2 saat var. Kahve hazılayıp neredeyse 10 gündür birlikte olmaktan aldığımız keyfi birer kahve ve kurabiyeyle parlattıktan sonra vedalaşıp Mürs’ü uğurluyoruz.

Şimdi yönümüz güney; Katowice üzerinden Polonya’yı terk etmeyi ve Slovakya’nın başkenti Bratislava’ya ulaşmayı düşünüyoruz; önümüzde yaklaşık 550 km’miz var. Polonya’da yollar fena değil ama otobanlar dışında hala pek çok şey yapım aşamasında. Yapım dolayısıyla kapalı veya yan şeride yönlendirilmiş veya bir sürü uyarılarla bu şeritten diğerine aktarılan yollar nedeniyle  zaman zaman uzun kuyruklara takılıyoruz. Katowice’ye vardığımızda saat 20.30; 5 saatte ancak 300 km gelebilmişiz :( ve tuvalet molaları hariç hiçbir duraklama da yapmış değiliz.

Bu geceyi burada geçirmeye karar veriyoruz; Karpatlar’ın eteklerine yaklaşıyor olduğumuzdan olsa gerek hava epeyce sertleşmiş durumda. Benzin istasyonlarından birinde wi-fi bulunca konaklamak için bir hotel ayarlamaya karar veriyoruz hem duş alalım hem de sıcak sıcak uyuyup dinlenelim istiyoruz. Hotel   ‘de yakaladığımız 57,6 zt’lik “son dakika fiyatı” duşu içinde 2 kişilik oda için gayet cazip; hemen adresi alıp navigasyona kaydediyoruz ve saat 21.00’de otelin önündeyiz.

Son derece iç karartıcı, kasvetli ve dar koridorlardan ulaşılan oda içinde oda gibi bir otel ama umursamıyoruz; sıcak suyun gücü hepsinin üstesinden geliyor J Yarım saat içinde tekrar dingin ve mutluyuz. Hep yol geldiğimizden yemeklik bir alışveriş yapamadık ve şimdi de her yer kapanmış durumda. Neyse ki makarnamız var; J güzel bir spagetti hazırlamak sadece 15 dakikamızı alıyor, bol da peynir rendeliyoruz üzerine ve tabii yanında bir de portakal suyu açıyoruz.

Katowice yakın tarihin en önemli utanç noktalarından biri olan Auschwitz toplama kampına sadece 36 km uzaklıkta; buraya kadar gelmişken aslında gidebiliriz diye düşünüyoruz. Epey bir süre kararsız kalıyoruz ve bu arada internette araştırma yaparken “boş gezenin boş kalfası”na denk gelip okuyoruzK ve Kamboçya’da gördüğümüz Killing Fields’den çok da farklı olmayan bu utanç müzesine gitmekten vazgeçiyoruz. Bu konuyu fotoğraflar ve yorumlardan izlemeye karar veriyoruz. 

Yarınki planımız Polonya'yı terk edip önce Slovakya'nın başkenti Bratislava'ya oradan da Viyana'ya geçmek.Tekrar gecenin ve elektrikli battaniyemizin kollarındayız. İyi geceler :)

























26 Mart 2015 Perşembe

Baltık Denizi kıysında Sopot, Gdynia, Hel ve Oliwa



26 Mart 2015 Gdynia, Sopot, He ve Oliwa

Yola çıktığımızdan buyana 15 günü ve 3500 km’yi devirmiş bulunuyoruz. Artık yabancılıktan eser yok kendimizi buralara oralara her yerlere dünyaya ait hissediyoruz. Aslında son 15 gündür daha bir insan gibi hissediyoruz desek de yanlış olmaz. En basitinden yaya kaldırımlarından örnek verebilirim. Hepsi aynı yükseklikte ve her türlü insan düşülerek yapılmış; körler, tekerlikli sandalyeliler, yaşlılar, bisikletliler hepsi ayrı ayrı aynı kaldırımda birbirine rahatsızlık vermeden hareket edebiliyorlar. Herkesin bir diğerine saygısı var kimse kimsenin hakkını gasbetmeye çalışmıyor. Sanki hiç kimsenin acelesi yok; herkes trafik ışığı bekliyor yada hatalı da olsa yola atlamış yayaya yol veriyor, insanın yüreğini hoplatan acı frenler ve kornalar yok.. nedense ??

Huzurluyuz buralarda; insanlar daha bir rahat ve toleranslı. Yüzler çok gülümsemese de (eski Sovyet rejiminin kalıntıları olsa gerek) herkesin kendi işinde gücünde olması ama bir soru sorulduğunda da ilgiyle yardımcı olmaya çalışması gayet iyi; Polonya’yı ve Polonyalıları seviyoruz.

Son yıllarda Türkiye’de yaşadığımız olaylar hepimizi patlamaya hazır bir bombaya dönüştürmüş ve herkes birbirini boğazlamaya hazır dolaşıyorken biraz uzaklaşmak ve farklı kültürler, toplumlar görmek bize iyi geliyor. Polonya yolları, genel  anlamda temizliği, yeşil alanları, insanların birbirlerine olan saygısı, satılan ürünlerin ve sunulan hizmetlerin kalitesi anlamında Avrupa’daki gelişmiş ülkeleri aratmıyor.

Torun’dan ayrıldıktan sonra kuzeye Gdansk, Sopot ve Gdynia’nın kıyısında yeraldığı Baltık Denizi’ne doğru ilerliyoruz. Gdynia ve Sopot özellikle yaz aylarında hareketlenen sayfiye yerleri; bu nedenle konaklamak üzere koordinatlarını aldığımız kampinglerin açık olup olmadığından emin değiliz. En kötü hostellere bakar orada konaklarız deyip yola devam ediyoruz.

Torun’dan Gdynia’ya ulaşmamız yaklaşık 4 saat sürüyor; aslında mesafe 200 km kadar ama yollarda hep hız tahditleri olduğundan navigasyonumuzun uyarıları dolayısıyla sürat yapamıyoruz.  

Saat 19.00 gibi şehre ulaşıyoruz  ve ilk gördüğümüz açık otoparka girip önce yemeğimizi hazırlayıp karnımızı doyuruyoruz. Bir saat sonra çevreye şöyle bir göz atmaya hazırız ama herhalde buralarda hayat 21.00 gibi duruyor J zira şehrin en büyük caddesinde bile bütün  mağazalar ya kapanmış yada kapanmak üzereler. Biraz ilerleyince yine Kebab Turka yazısını görüp karşıya geçiyoruz. Dükkan oldukça yoğun, içerisi kalabalık ama çalışanlar sağolsunlar yine de bizi içten karşılıyorlar. Kısa bir sohbet sonrasında Gdynia’da değil 5 km kadar geride Sopot’ta konaklamaya karar verip teşekkür ederek karavanımıza dönüyoruz.

Gdynia Sopot arası 7 km kadar; sol taraf deniz sağlı sollu büyük ve lüx otellerle alışveriş mağazaları ve evleri izleyerek yola devam ediyoruz. Buralar Kuzey Avrupa’nın alışveriş ve tatil cenneti diye okumuştuk dedikleri gibi de buluyoruz.

Sopot’ta kalacağımız hostelin adı Sister’s Lodge; navigasyonumuz sayesinde  kapısının önüne kadar geliyoruz. Burası gerçekten çok hoş bir yer hem son derece güler yüzlü iki kız kardeş tarafından işletiliyor, hem odalar banyo wc her yer pırıl pırıl, hem de gayet huzurlu dekore edilmiş. Sister’s Lodge’u Sopot’a gelen herkese tavsiye edebiliriz bu arada kız kardeşlerden biri -tesadüf bu ya- Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde okumuş diğeri de onu ziyaret etmek için gelip Türkiye’nin pek çok yerini gezmiş, Türkleri çok seviyorlar J

Bugün Sopot’la başlıyoruz. Şehir bizim Kuşadası yada Marmaris havasında tamamen yaza endeksli ve plajları, şık restoranları, alışveriş merkezleri ile belli bir gelir grubu üzerindeki insanlara hitap ediyor. En görülesi yeri 1827 'de yapılan 500 küsur metrelik ahşap iskelesi ve bildiğimiz kadarıyla Avrupa’nın en uzunu ünvanına sahip.

Sopot’tan sonraki ziyaret noktamız Hel yaz aylarında Gdansk, Sopot ve Gdynia’dan teknelerle ulaşılabilen bir yer.  Restoranları, kafeleri ve uçsuz bucaksız kumsallarıyla huzurlu bir balıkçı köyü olan Hel, Sopot’tan 85 km uzaklıkta. Dil şeklindeki upuzun yarımadanın tam ortasından geçen yolun hem sağı hem solu deniz ve kumsal; belli bir yerden sonraysa sağımız solumuz tamamen çam ormanı oluyor. Bu yarımada tamamen karavan kampingleriyle dolu; adım başı bir tane görüyoruz hepsi de oldukça geniş alanlara ve belli ki çeşitli eğlence imkanlarına sahipler. Tabii bu mevsimde hepsi kapalı :( Mayıs ayı buralarda sezon başlangıcı, güneş ve deniz planı yapanlar için Mayıs’tan sonra buralar gayet keyifli bir destinasyon olabilir.


Keyifli bir yolculuk sonrası tekrar dönüşe geçiyoruz. Yönümüz Gdansk ama yol üstünde Oliwa’ya girmek ve Oliwa Katedrali’ndeki ünlü orgu görmek istiyoruz; zaten Oliwa Gdansk’ın bir mahallesi gibi.

Oliwa Katedrali gerçekten söylendiği kadar var; içeri girdiğimizde şansımıza bir ayine denk geliyoruz. Yavaşça içeri süzülüp arka tarafa doğru ilerlediğimizde yukarıda ünlü orgu görüyoruz. İnanılmaz büyüklükte bir org ve sesi, tınısı muhteşem. Şu ana kadar gördüklerimin çok ötesinde büyüleyici bir güce sahip diyebilirim. Buraya gelirken günlerden Pazar olmadığı için üzülmüş bir ayine falan denk gelebilseydik deyip hayıflanmıştık ama içeri girer giymez orgun sesini duyunca hepimiz şok oluyoruz. Böylesi bir tesadüf kaç yılda bir gelir bilmiyorum J Buralara yolu düşen herkese şiddetle öneriyoruz kesinlikle Oliwa Katedrali  ziyaret edilmesi gereken bir yer.

Bu arada hava kararmış saat de 19.00 olmuş durumda. Gdansk için planımız şehir merkezinde yine bir hostelde konaklamak. Hostel Happy Seven şehir merkezine gayet yakın bir noktada; Mürs için 40 zt’ye bir bed&breakfast ayarlayıp kendimiz de aynı sokakta karavanımızda konaklıyoruz.

Bu gece buradayız. Yarın Gdansk’ı gezip vaktimize göre ters evin olduğu Kartuza’ya gitmeyi düşünüyoruz. Bugünün fotoğraflar da gayet keyifli; iyi seyirler iyi geceler dileğiyle :)


Sister's Lodge'dayız Sopot/Polonya

Crooked House /Eğri Ev Sopot

Hel'in şirin barları




Bu sefer kahvaltılar Subway'den

İskele Sopot






Hel'in geleneksel evleri



Sopot şehir meydanından



Hel iskelesi ve balıkçı tekneleri