9 Kasım 2017 Perşembe

Türkiye'ye dönüş : Pasaport yerine ehliyet versek olur mu ? 16 Ekim 2017


Güzel eğlenceli dolu dolu bir günün ardından Prizren'e ve sevgili dostlarımıza veda edip Piriştine'ye doğru yola çıkıyoruz; Saat 24.00. Prizren'li kardeşlerimiz Buyar ve Basir bizi yine hiç bir türlü yalnız bırakmıyorlar ve havalimanına kadar Basir'in arabasıyla güle eğlene gidiyoruz. 70 km'lik yolculuk hemen hemen 1 saat sürüyor. 

Havalimanında Basir ve Buyar'dan ayrılmakta zorlanıyoruz tabii.. İlla uçak kalkıncaya kadar bekleyelim diyorlar. Gerek vardı yoktu tartışırken, sonunda şakayla karışık "yorgunuz beya! gidin de biraz uyuyalım" :)) deyince çaresiz Prizren'e dönmeye ikna oluyorlar. Binlerce teşekkür ve minnetle ayrıldığımız Buyar ve Basir sanki bu dünyadan değiller; pırıl pırıl, içten, dosdoğru, bambaşka insanlar ve Prizren adeta Türkiye'nin 82. ili ; ve bizim orada kocaman bir ailemiz var. 

Havalimanına dönüp çantaları bir kenara yerleştirdikten sonra, bizi bekleyen uzun ve meşakkatli gün için bulduğumuz en rahat koltuklara uzanıp en azından gözlerimizi dinlendirelim diyoruz. Saat 01.00 -03.00 arası böyle geçiyor. Saat 03.00'de bizim uçuşun anonsu yapılıp da herkes sıraya girince biz de toparlanıyoruz.

Ben pasaportumu ve kimliğimi çıkarırken Figen harıl harıl birşeyler arıyor ve giderek artan bir ses tonuyla   sürekli "olamaz olamaz" diyor. Hatta bağırıyor. "N'oldu ne var?" diye soruyorum ama pasaportunun olmadığı aklımın ucundan geçmiyor tabii. Başka bir sorun bekliyorum, mesela arabada birşeyi kalmış sanıyorum. Figen canhıraş bir şekilde Yakut pasaportum yok deyince ben de şoka giriyorum. Hemen Basir'i arıyoruz telefon cevap vermiyor belli ki uyuyor. Sonra havalimanı polisine gidip basir'in adını telefonunu verip kendisinin yakın arkadaşları olduğumuzu ve yardıma ihtiyaç duyduğumuzu anlatıyoruz. 

Polis bir üstünü çağırıyor, gelen komiser bize inanmıyor gibi pek çok soru sorduktan sonra sonunda bizim din Kosova'ya girerken sınırda pasaportumuzu kullandığımıza ancak sonrasında kaybettiğimize ikna oluyor. Muhtemelen otobüste yada otelde düşürmüş olabilir diye düşünüyoruz. Ama şu anda asıl sorun Figen'in pasaportsuz uçağa binip binemeyeceği. İşin kötüsü yanında kimliği de yok. Hepsi aynı anda kaybolabilir endişesiyle sadece pasaportunu ve her ihtimale karşı bir de ehliyetini almış. Kimlik kartı olsa yine de sorun olmayacakken ehliyet büyük sorun tabii şimdi. 

Neyse epey bir sorgu sual, araştırma, görüşme ve mücadele sonunda Figen'in ehliyet fotokopisi Sabiha Gökçen Havalimanı'na faxlandı. Uçağın kalkmasına sadece 40 dakika kala Türkiye bu şekilde girişine onay verince, Piriştine Havalimanı da ehliyetle uçağa bindirmeyi kabul etti. Böyle uzun ve ümitsiz bekleyiş sonunda onay geliverince nasıl önce havalara uçup sonra da birbirimize sarılıp ağladığımızı, ve hemen ardından adamlar vazgeçmeden biran önce gümrükten geçmek için merdivenleri nasıl koşa koşa çıktığımızı unutmam mümkün değil. Sonunda uçağa adım atar atmaz öyle kocaman bir OH!! çekiyoruz ki.. artık Türkiye'de sayılırız. :)))

Her yolculuk ciddi bir macera ve insanın ne zaman neyle karşılaşacağı hiç belli olmuyor. Yolda olmak, her ne kadar yeni yerler görmek, yeni insanlarla tanışmak, yeni şeyler keşfetmek olarak değerlendiriliyorsa da iş bununla sınırlı değil. Yolda olmak aynı zamanda sürekli risk altında olmak, devamlı uyanık ve dinamik olmak, yapıcı ve yaratıcı olmak, iyi organize olmak, hızlı ve doğru karar almak, kafayı her an her türlü şeye hazırlıklı tutmak ve bunun gibi daha pek çok ciddi anlam taşıyor. Ama herşeye rağmen muhteşem bir şey !!

Türkiye saatiyle 08.00'de İstanbul'da Sabiha Gökçen Havalimanı'ndaydık.Sonrası işlemler, ifadeler, tutanaklar, falan filan.. İyisiyle kötüsüyle ve bu son macerayla tavan yapan heyecanlarıyla 10 günlük güzel bir geziyi tamamladık. Toplamda 3 ülke, 17 şehir ve yanında Dünya Mirası listesinde yeralan Mostar, Poçitel, Kotor, Perast, Budva ve Prizren Kalesi'nı görmüş olduk. 

Yeni gezi notlarında görüşmek dileğiyle sevgi ve saygılar..