1 Nisan 2013 Pazartesi.. Dün güzel ve güneşli bir güne
uyandık; planımız 5 saatlik bir at turuna çıkmaktı.. Tur firması olarak hem
atları hem de rehberleri açısından deneyimli olduğu söylenen Grano Del Oro’yu
tercih etmiştik. Kahvaltının ardından, hostele yarım blok mesafedeki ofislerine
gittik. Hem bilgi alalım hem de bugün için yer varsa hemen hazırlanıp gidelim
diye düşünüyorduk.
Firma sahibi Senyora Silviya şansımıza İngilizce
konuşabiliyordu; bilmek istediğimiz ne varsa hepsini öğrenebildik.Evet bugün
müsaitti, istersek 5 saatlik bir tura çıkabilirdik, yanımıza su, meyve ve
yiyecek bir şeyler alıp atın sırtındaki çantaya koyabilirdik, şapka ve tozluk
veriyorlardı, öğleden sonra hava biraz serin olacaktı o nedenle ince bir
rüzgarlık faydalı olabilirdi. Saat 11.00’de atlarımızı alıp Tupiza’nın
güneyine doğru hareket edecektik; gerçi ilk gün için 5 saat fazla gelebilirdi
ama bakalım sonuçlarını hep birlikte görecektik!!
Paramızı
ödeyip rezervasyonumuzu yaptırdığımızda tura çıkmaya yaklaşık 1 saatimiz vardı,
biraz özlem gidermek için Türkiye’yi arayalım istedik. İyi ki de aramışız; şu
anda müthiş moral depolamış durumdayız ve adeta ayaklarımız yerden kesik:)
Saat 10.45
gibi tur firmasının önündeydik ve 11.00 gibi aynı firmadan 3 saatlik tur satın
alan İsrailli bir çiftle birlikte at çiftliğine gitmek üzere yola çıktık. Hemen
hemen 10 dk sonra at çiftliğindeydik; bize verilecek atlarla tanışıp tozluk ve
şapkalarımızı giyme faslı 15 dakika kadar sürdü ve saat 11.30 gibi önde rehber
arkada biz Tupiza’nın güneyine doğru uzanan tozlu yollara düşmüştük..
Patika kısa
bir süre tren yolunu takip ettikten sonra bir dere yatağına indi ve hemen
ardından da dağlara tırmanmaya başladı.
Rehberimiz Saul henüz 15 yaşındaydı
ama at sırtında oturuşu, atı sürüşü ve hareketleri öylesine rahat
öylesine doğaldı ki, belli ki doğduğundan beri at sırtındaydı ve bölgeyi
avucunun içi gibi biliyordu. Dün bizi önce Canon Del Duende‘ye sonra da
Tupiza’ya 12 km uzaklıktaki Toroyoj’a
götürüp 5 saat boyunca gezdirdi.
Bora’nın
daha önce birkaç tecrübesi olmuş benimse ilk at binişimdi; dolayısıyla biraz
tedirgindim ama atlar o kadar hassas ve öylesine deneyimliler ki sizdeki bu
endişeyi hissediyorlar; hareketlerini ona göre ayarlayıp yer yer yavaşlayıp yer
yer hızlanarak adeta “kontrol bende sen merak etme, sadece rahat otur ve sıkı
tutun” diyorlar. Tüm yolları ezberlemişler; kendiliklerinden patikayı
buluyorlar.. Bu arada gayet de uyumlular; dizginler veya üzengilerle her hangi
bir komut verirseniz ona da hemen riayet ediyorlar..
Yolculuğun
ilk saati sonunda Bora da ben de gevşeyip atlarımıza alışarak tüm korku ve
endişelerimizden sıyrılıyoruz.. Atlar Saul’un verdiği komutlarla bir süre tırıs
ardından da rahvan koşmaya başlıyorlar.. Deneyimimiz yeterli olmamasına karşın
kısa süre içinde biz de kendimizi onların tempolarına bırakıyor, kendiliğinden
gelişen doğal hareketlerle denge sağlayıp onlarla birlikte tozu dumana katarak
ciddi ciddi at koşturmaya başlıyoruz. İnanılmaz bir duygu!! Tıpkı kovboy
filmlerindeki gibi yüzümü yalayıp geçen rüzgar saçlarımın arasından süzülüyor,
her yanım toz toprak içinde, tozu gıcır gıcır dilimde hissediyorum ama hiçbir
şey umurumda değilJ yerdeki gölgeme bakıp mutluluktan uçuyorum.. At da ben de
aynı hareketlerle öne doğru atılıp sonra biraz geri geliyor ve sonra tekrar öne
doğru atılarak birlikte koşuyoruz.. Öylesine güzel bir dostluk, öylesine güzel
bir ortaklık hali ki bu; ilk at binme deneyimi olarak asla unutamayacağım
müthiş izler bırakıyor bende.
Saul bir ara küçük bir
dal parçası veriyor bana, hani atı koşturmak istersem vurayım gibisinden; ama
ben kim ata vurmak kim? :) Dal parçasıyla hafiften dokunuyorum poposuna ama hiç
tınmıyor, sadece ufak bir hareket hissediyorum sanki “azıcık da öbür tarafımı
kaşısana abla”:) der gibi.. Birkaç kez daha deniyorum ama yine sonuç
yok, bunlar böyle hafif uyarılardan anlamıyorlar fazlası da bana uymuyor,
fırlatıp atıyorum dalı!
Bu arada Bora atıyla
gayet iyi; ara ara boynunu okşayıp onunla konuşuyor ve bir tür öpücük sesi
çıkartarak koşmasını sağlıyor. Deneyim
başka bir şey tabii.. Neyse bu durum bana da yarıyor, zira atın biri hızlanınca
diğeri de arkasından aynı şekilde koşmaya başlıyor:)
Sonunda müthiş
manzaralar eşliğinde at turumuzu bitiriyoruz ve 16.30 gibi artık dönüş
yolundayız.. Atlar ahıra yaklaşıyor olmanın mutluluğundan sarhoş giderek
hızlanıyorlar ama bu son hoplayıp zıplamalar baştakiler kadar sevimli değil,
adeta acı veriyor:( Nihayet saat 17.00’de tekrar çiftlikteyiz ve ikimiz
de yorgun, bacaklarımız tutulmuş ve tabii eyere denk gelen bölüm tamamen iptal
durumdayız:) Atları son kez sevip okşayıp tozluklarla şapkaları
teslim ettikten sonra yavaş, ama çok yavaş adımlarla çiftlikten ayrılıyoruz ve
ilk gelen otobüsle Tupiza’ya geri dönmemiz toplam 10 dakika sürüyor.
Kendimizi önce
hostele, ardından da sıcak duşa atıyoruz ve saçlarımızın dibine kadar işleyen
toz topraktan kurtulmak dakikalarımızı alıyor tabii ama hemen arkasından
hazırladığımız kahveleri yudumlarken muhteşem bir gün geçirmiş olmak dışında
geriye hiçbir şey kalmıyor. Ne ağrı, ne sızı ne de dilimizdeki o toz
gıcırtısı.. Taaa ki sabah uyanıncaya kadar..
Bugün yine güzel ve
güneşli bir güne uyandık ama düne göre biraz farklı olarak yataktan hiç
çıkasımız yok! Her yanımız ağrıyor, oturmakta zorluk çekiyoruz ve çok yavaş
hareket etmemize rağmen ani kramplar peşimizi bırakmıyor.. “Eee madem bugün hiç
dışarı çıkmayacağız o zaman güzel bir şeyler hazırlayalım, hem yiyelim hem de
dünkü fotoğraflara bakalım” diyoruz.
Açılışı kreple Bora
yapıyor, bense günün ilerleyen saatlerinde yumurtalı ekmekle katılıyorum olaya
ve tüm günü yiyip içip dinlenerek geçiriyoruz. Bu arada kas gevşetici ve ufak
ağrı kesicilerle durumun sabahki vehametinden kurtulmuş durumdayız:) Fotoğraflara bakarken ve albüm yapacaklarımızı
seçerken kendimizi yine aynı yerlerde, rengarenk dağlarda ve dev kaktüslerle
süslü vadilerde hissediyoruz. Tupiza gerçekten muhteşem bir doğaya sahip;
burası Bolivya’daki olmazsa olmazlardan biri..
Yarın yine güzel ve
güneşli bir güne uyanmak dileklerimizle..