5 Eylül 2013 Perşembe

Arjantin'in Toscana'sı Salta'dayız

15 Nisan 2013 Pazartesi.. Bugün Salta'daki son gecemiz.. Salta uzun zaman sonra gördüğümüz ilk büyük şehir; geniş caddeleri, parkları, düzenli yerleşimi, araç trafiğine kapalı şehir merkezi ve burada yeralan yüzlerce şık dükkanıyla Avrupa şehirlerinden pek de farklı değil.. 


En önemli caddesi Avenida San Martin, yerel hediyelik ürünler konusunda (deri, textil, ağaç oyma, dokuma, yerel taşlardan yapılan takılar ve seramik) ise adres Mercado Artesanal (San Martin No:2555). Güneyden veya BsAs'den gelenler için fiyatlar fena değil ama biz kuzeyden geldiğimiz için az ileride Tilcara'da ve Humahuaca'da daha uygun fiyatlı benzer ürünler olduğunu söylemek isteriz.. Kuzeye gidecekler hediye için biraz daha sabretsinler..



Salta'da Cerro San Bernardo tepesine çıkan bir teleferik var; fiyatı kişi başı 45 AR$ (11 TL).. Hemen hemen şehir seviyesinden 300 mt yüksekte yeralan tepeye taksiyle veya 1070 basamaktan oluşan merdivenlerle de çıkmak mümkün. 


Bu civarda görülecek yerler arasında Cafayate ve Cachi var; Cafayate şarap bağları ile ünlü, bu bölge Arjantin'in Toscana'sı olarak anılıyor ama turizm enformasyonun verdiği bilgiye göre asıl özelliği yolu.. Salta-Cafayate arası hemen hemen 185 km ve yol üzerinde yeralan Calchaquie Vadisi'nde quebrada denen, binlerce yıl içinde rüzgar, yağmur ve sellerle oluşan dağ ve kaya formları var ki bunlar bölgenin en önemli doğal güzelliklerini oluşturuyorlar. Biz kuzeyden geldiğimizden ve quebradalara Tupiza, Humahuaca ve Tilcara'da ciddi zaman ayırdığımızdan Cafayate bize pek cazip gelmedi; ancak güneyden veya BsAs'den gelip bunlarla ilk karşılaşacaklar için Cafayate gerçekten kaçırılmaması gereken bir lokasyon olabilir.



Salta'da üç gün boyunca uzun uzun yürüyüşler yapıp şehri gezdik, büyük alışveriş merkezlerinde gözümüzü, gönlümüzü, karnımızı doyurduk. Bu arada MAAM (Yüksek Dağ Arkeoloji Müzesi) önemli; diğer müzelerden farklı olarak içinde yakın zamanda And Dağları'nda bulunmuş mumyalar sergileniyor.. 

İki gündür uğraştığımız lama yününden kaşkol ve beremiz hazır; bugün son olarak ponponunu da yapıp tamamladık.. Bu arada 4,5 ayda İspanyolcayı 450-500 kelimeyle konuşur hale geldik ama İspanyolca sözlük ilk kez işe yaradı; kapaklarından acayip ponpon kalıbı oluyor :) 



Yarın saat 16.00 otobüsüyle Paraguay'ın başkenti Asuncion'a geçiyoruz..

Kuzey Arjantin'deyiz; Humahuaca-Tilcara-Purmamarca



11 Nisan 2013 Perşembe.. Tupiza’dan ve Bolivya’dan ayrılalı tam bir hafta oldu; bir haftadan bu yana Arjantin’in kuzeyinde yer alan küçük kasabaları keşfediyoruz.


 Bolivya-Arjantin sınırının Ushuaia’ya yani kıtanın en güney ucuna uzaklığı tam 5131 km.. Arjantin’e kuzeyden güneye bir çizgi çekildiğinde hemen hemen ülkenin boyu bu kadar yani. Sınır kasabaları Arjantin tarafında La Quiaca, hemen iki adım ötesinde Bolivya’da ise Villazon. Burası Arjantin-Bolivya geçişlerinde en çok kullanılan noktalardan biri; diğeri de Yacuiba..


Bolivya’nın Güney Amerika kıtasının en fakir ülkesi olması ve dolayısıyla pek çok üründe fiyatların Arjantin’e göre ucuz kalması buradaki günlük giriş çıkışı epeyce artırıyor. İnsanlar pek çok ihtiyaçlarını Villazon’dan alıyorlar. Bu tür alışverişlerde gümrük yetkilileri gayet mülayim ancak koliyle, çok sayıda ve tamamen ticari amaçla yapılan alışverişlerde hiç toleransları yok; kontroller çok sıkı! Bizim de tanık olduğumuz bu geçişte otobüsü komple boşaltıp, bagaj bölümü başta olmak üzere çantaların içine kadar her yeri didik didik aradılar ve buldukları tüm mallara el koydular.

Arjantin’in kuzey batısı Ruta 40 karayolu üzerinde yeralan kasabaları, tozlu yolları, rengarenk dağları, kaktüs tepeleri, şeker kamışı ve tütün tarlaları, uçsuz bucaksız tuz düzlükleri ve güler yüzlü insanlarıyla gerçekten görülmesi gereken yerlerden biri.. Kültür ve yaşam tarzı itibarıyla bu bölge yarı Bolivya yarı Arjantin gibi.. Yerli nüfus yoğunluğu fazla ve turizm önemli gelir kaynaklarından birini oluşturuyor. Özellikle Buenos Aires’ten Jujuy, Salta, Cafayate ve Purmamarca’ya düzenlenen turlar nedeniyle kurulan tezgahlarda, fiyatları diğer yerlere göre pahalı olmakla beraber her türlü hediyelik eşyayı (el sanatları, seramik, deri ve tekstil ürünleri) bulmak mümkün..


Purmamarca BsAs yönünden gelen turist otobüslerinin en önemli uğrak yeri; dolayısıyla daha turistik ve pahalı. Ancak hemen hemen 25 km ilerisindeki Tilcara ve 40 km ilerisindeki Humahuaca hem fiyat olarak daha uygun hem de çok daha sakin.. Konaklama ve yemek açısından fiyatlar Purmamarca-Humahuaca-Tilcara olarak pahalıdan ucuza doğru seyrediyor. Küçük yerler olması nedeniyle noktalar birbirine yakın; yani fiyat araştırması yapmak büyük şehirlere göre çok daha kolay.  Karar vermeden önce her yeri şöyle bir gezmek tavsiye olunur.

Bu bölgede yol paraları ortalama 15 AR$/saat civarında; gezilmesi gereken yerler açısından Humahuaca’da 12 renkli dağ (Montana Dose Colores), Tilcara’da Pucara ve Şeytanın Gırtlağı (Garganta Del Diablo), Purmamarca’da da 7 renkli tepe (Cerro Siete Colores) en önemlileri.



Bugün Purmamarca’daki ikinci günümüz, yarın öğle saatlerinde Jujuy’a geçmeyi , Cumartesi günü ise bölgenin en büyük şehirlerinden biri olan Salta’da olmayı planlıyoruz..



Tupiza'da at sırtında 5 saat "DIGIDIK DIGIDIK"



1 Nisan 2013 Pazartesi.. Dün güzel ve güneşli bir güne uyandık; planımız 5 saatlik bir at turuna çıkmaktı.. Tur firması olarak hem atları hem de rehberleri açısından deneyimli olduğu söylenen Grano Del Oro’yu tercih etmiştik. Kahvaltının ardından, hostele yarım blok mesafedeki ofislerine gittik. Hem bilgi alalım hem de bugün için yer varsa hemen hazırlanıp gidelim diye düşünüyorduk. 


Firma sahibi Senyora Silviya şansımıza İngilizce konuşabiliyordu; bilmek istediğimiz ne varsa hepsini öğrenebildik.Evet bugün müsaitti, istersek 5 saatlik bir tura çıkabilirdik, yanımıza su, meyve ve yiyecek bir şeyler alıp atın sırtındaki çantaya koyabilirdik, şapka ve tozluk veriyorlardı, öğleden sonra hava biraz serin olacaktı o nedenle ince bir rüzgarlık faydalı olabilirdi. Saat 11.00’de atlarımızı alıp Tupiza’nın güneyine doğru hareket edecektik; gerçi ilk gün için 5 saat fazla gelebilirdi ama bakalım sonuçlarını hep birlikte görecektik!!

Paramızı ödeyip rezervasyonumuzu yaptırdığımızda tura çıkmaya yaklaşık 1 saatimiz vardı, biraz özlem gidermek için Türkiye’yi arayalım istedik. İyi ki de aramışız; şu anda müthiş moral depolamış durumdayız ve adeta ayaklarımız yerden kesik:)

  
Saat 10.45 gibi tur firmasının önündeydik ve 11.00 gibi aynı firmadan 3 saatlik tur satın alan İsrailli bir çiftle birlikte at çiftliğine gitmek üzere yola çıktık. Hemen hemen 10 dk sonra at çiftliğindeydik; bize verilecek atlarla tanışıp tozluk ve şapkalarımızı giyme faslı 15 dakika kadar sürdü ve saat 11.30 gibi önde rehber arkada biz Tupiza’nın güneyine doğru uzanan tozlu yollara düşmüştük..
Patika kısa bir süre tren yolunu takip ettikten sonra bir dere yatağına indi ve hemen ardından da dağlara tırmanmaya başladı.  Rehberimiz Saul henüz 15 yaşındaydı  ama at sırtında oturuşu, atı sürüşü ve hareketleri öylesine rahat öylesine doğaldı ki, belli ki doğduğundan beri at sırtındaydı ve bölgeyi avucunun içi gibi biliyordu. Dün bizi önce Canon Del Duende‘ye sonra da Tupiza’ya 12 km uzaklıktaki  Toroyoj’a götürüp 5 saat boyunca gezdirdi.

Bora’nın daha önce birkaç tecrübesi olmuş benimse ilk at binişimdi; dolayısıyla biraz tedirgindim ama atlar o kadar hassas ve öylesine deneyimliler ki sizdeki bu endişeyi hissediyorlar; hareketlerini ona göre ayarlayıp yer yer yavaşlayıp yer yer hızlanarak adeta “kontrol bende sen merak etme, sadece rahat otur ve sıkı tutun” diyorlar. Tüm yolları ezberlemişler; kendiliklerinden patikayı buluyorlar.. Bu arada gayet de uyumlular; dizginler veya üzengilerle her hangi bir komut verirseniz ona da hemen riayet ediyorlar..

Yolculuğun ilk saati sonunda Bora da ben de gevşeyip atlarımıza alışarak tüm korku ve endişelerimizden sıyrılıyoruz.. Atlar Saul’un verdiği komutlarla bir süre tırıs ardından da rahvan koşmaya başlıyorlar.. Deneyimimiz yeterli olmamasına karşın kısa süre içinde biz de kendimizi onların tempolarına bırakıyor, kendiliğinden gelişen doğal hareketlerle denge sağlayıp onlarla birlikte tozu dumana katarak ciddi ciddi at koşturmaya başlıyoruz. İnanılmaz bir duygu!! Tıpkı kovboy filmlerindeki gibi yüzümü yalayıp geçen rüzgar saçlarımın arasından süzülüyor, her yanım toz toprak içinde, tozu gıcır gıcır dilimde hissediyorum ama hiçbir şey umurumda değilJ yerdeki gölgeme bakıp mutluluktan uçuyorum.. At da ben de aynı hareketlerle öne doğru atılıp sonra biraz geri geliyor ve sonra tekrar öne doğru atılarak birlikte koşuyoruz.. Öylesine güzel bir dostluk, öylesine güzel bir ortaklık hali ki bu; ilk at binme deneyimi olarak asla unutamayacağım müthiş izler bırakıyor bende.


Saul bir ara küçük bir dal parçası veriyor bana, hani atı koşturmak istersem vurayım gibisinden; ama ben kim ata vurmak kim? :) Dal parçasıyla hafiften dokunuyorum poposuna ama hiç tınmıyor, sadece ufak bir hareket hissediyorum sanki “azıcık da öbür tarafımı kaşısana abla”:) der gibi.. Birkaç kez daha deniyorum ama yine sonuç yok, bunlar böyle hafif uyarılardan anlamıyorlar fazlası da bana uymuyor, fırlatıp atıyorum dalı!


Bu arada Bora atıyla gayet iyi; ara ara boynunu okşayıp onunla konuşuyor ve bir tür öpücük sesi çıkartarak  koşmasını sağlıyor. Deneyim başka bir şey tabii.. Neyse bu durum bana da yarıyor, zira atın biri hızlanınca diğeri de arkasından aynı şekilde koşmaya başlıyor:)

Sonunda müthiş manzaralar eşliğinde at turumuzu bitiriyoruz ve 16.30 gibi artık dönüş yolundayız.. Atlar ahıra yaklaşıyor olmanın mutluluğundan sarhoş giderek hızlanıyorlar ama bu son hoplayıp zıplamalar baştakiler kadar sevimli değil, adeta acı veriyor:( Nihayet saat 17.00’de tekrar çiftlikteyiz ve ikimiz de yorgun, bacaklarımız tutulmuş ve tabii eyere denk gelen bölüm tamamen iptal durumdayız:) Atları son kez sevip okşayıp tozluklarla şapkaları teslim ettikten sonra yavaş, ama çok yavaş adımlarla çiftlikten ayrılıyoruz ve ilk gelen otobüsle Tupiza’ya geri dönmemiz toplam 10 dakika sürüyor.

Kendimizi önce hostele, ardından da sıcak duşa atıyoruz ve saçlarımızın dibine kadar işleyen toz topraktan kurtulmak dakikalarımızı alıyor tabii ama hemen arkasından hazırladığımız kahveleri yudumlarken muhteşem bir gün geçirmiş olmak dışında geriye hiçbir şey kalmıyor. Ne ağrı, ne sızı ne de dilimizdeki o toz gıcırtısı.. Taaa ki sabah uyanıncaya kadar..


Bugün yine güzel ve güneşli bir güne uyandık ama düne göre biraz farklı olarak yataktan hiç çıkasımız yok! Her yanımız ağrıyor, oturmakta zorluk çekiyoruz ve çok yavaş hareket etmemize rağmen ani kramplar peşimizi bırakmıyor.. “Eee madem bugün hiç dışarı çıkmayacağız o zaman güzel bir şeyler hazırlayalım, hem yiyelim hem de dünkü fotoğraflara bakalım” diyoruz.


 Açılışı kreple Bora yapıyor, bense günün ilerleyen saatlerinde yumurtalı ekmekle katılıyorum olaya ve tüm günü yiyip içip dinlenerek geçiriyoruz. Bu arada kas gevşetici ve ufak ağrı kesicilerle durumun sabahki vehametinden kurtulmuş durumdayız:) Fotoğraflara bakarken ve albüm yapacaklarımızı seçerken kendimizi yine aynı yerlerde, rengarenk dağlarda ve dev kaktüslerle süslü vadilerde hissediyoruz. Tupiza gerçekten muhteşem bir doğaya sahip; burası Bolivya’daki olmazsa olmazlardan biri..

Yarın yine güzel ve güneşli bir güne uyanmak dileklerimizle..


Güney Bolivya'da ikinci durağımız: Tupiza



28 Mart 2013 Çarşamba.. Tupiza Bolivya’nın güney sınırında, özellikle Arjantin’den gelenlerin en sık kullandığı sınır geçişi olan Villazon’a 85 km uzaklıktaki ilk kasaba.. 


Hemen göze çarpan özelliği atları, rengarenk dağları ve güler yüzlü, sakin insanları.. Bolivya’nın güneyinde gerçekten çok farklı bir hava var; kendimizi Bolivya’da değil de Arjantin’de gibi hissediyoruz buralarda.. Aynı duyguyu Tarija’da da yaşamış ve paylaşmıştık; insanlar yardımsever, etraf daha temiz ve gelir düzeyinin Bolivya geneline göre biraz daha yüksek olmasından olsa gerek  insan manzaraları farklı, bu arada hayat da azıcık daha pahalı tabii..
Arjantinlilerin siestası burada da var; “çalışmak için yaşamak yerine yaşamak için çalışmak” durumuna mecburen biz de alıştık; işimizi ona göre ayarlıyoruz; zira her yer saat 13.00 dedi mi kapanıp 16.00’ya kadar tek bir kepenk bile açık olmuyor..


Şehir merkezi gayet küçük ve pek çok kasabada olduğu gibi yapılacak fazla bir şey yok. Ancak etraf son derece keyifli.. Kasabanın 7-10 km civarında rengarenk dağlarla çevrili vadiler, kanyonlar ve yürüyüş yolları var.  Günübirlik cip ve at turları yapılıyor, bunu yanı sıra bisiklet kiralayarak da yakın çevreyi keşfetmek mümkün.

Hostel Alvarez’de kalıyoruz; rahat, huzurlu, temiz ve her şeyden önemlisi mutfağı var. Tanıştığımız genç Fransız çiftle Kuzey Arjantin hakkında laflayıp önümüzdeki haftalar için biraz bilgi aldık; bunun dışında iki gün boyunca bolca dinlenip “Kemal’den filmler” dosyamızdaki izlenmeyen filmleri tarayıp Tarija’daki gezilerin ve yürüyüşlerin ardından yorgunluk attık.


Bugün üçüncü günümüzdü; kasabanın 7 km uzağında yeralan Inka Kanyonu’na ve Valle de Los Machos’a yürüyüş yaptık. Yaklaşık 3 saatimizi alan gezide, hafiften Kapadokya’yı andıran çeşitli kaya formları, dev kaktüsler ve rengarenk toprak-kaya karışımı dikitlerin bol bol fotoğraflarını çekerek güzel bir gün geçirdik.


Tupiza’da bolca tur firması var; en çok satılan turlardan biri Salar de Uyuni Turu. Bu tur 3 noktadan satın alınabiliyor; Şili’de San Pedro De Atacama, Bolivya’da da Uyuni ve Tupiza.. Diğer iki yerde daha kısa süreli (1 günlük veya 2 gece 3 günlük) turlar da satın alabilmek mümkün ancak Tupiza’daki turlar sadece 4 gün 3 gece olarak yapılıyor. Tur kapsamında Uyuni Tuz Düzlükleri yanında Avaroa Milli Parkı, Laguna Verde, Laguna Blanca, Salvador Dali Çölü, Laguna Colorada&Göller Bölgesi, Gayzerler, Arbol de Piedra ve Kaya Vadisi var..



Tupiza’yı ve çevresini gezmeye devam ediyoruz; bu arada atlar biraz agresif durmakla beraber çok güzeller. Üstelik burada çok pahalı da değiller; saati 30 bob yani 7,5-8 TL gibi.. Havanın güzel olduğu bir gün “bir cesaret” deyip üç saatlik turlardan satın almak için can atıyoruz ama bakalım hayırlısı!!

Tarija'daki İnka Yolu



23 Mart 2013 Cumartesi.. Tarija’daki 10.günümüz;  hafif bulutlu ama güneşin ara ara kendisini gösterdiği güzel bir güne uyandık. Hafif akşamdan kalmayız ama sıcak bir duş ve kahvenin üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey yok tabii!

Dün akşam 15 kişi hep beraber mutfağa girip kocaman bir sofra hazırladık. Luis bahçedeki mangalı yaktı; gündüzden etleri alıp soslamıştı; hep birlikte çeşit çeşit salatalar hazırladık.. Masaları birleştirip bahçede kocaman bir  ziyafet sofrası yaptık ve ardından içkilerimizi de aldık. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar hoş sohbetler ve kahkahalar eşliğinde son derece keyifli anlar yaşadık. Grubumuzda bizim dışımızda 5 Alman, 2 Portekizli, 2 İngiliz, 2 Fransız, 5 Bolivyalı vardı ve gayet derece keyifli bir akşam yemeği yedik.


Yarın için bir gezi planlıyoruz; havanın durumuna göre plan değişebilir tabii ama eğer her şey yolunda  giderse hep birlikte Tajzara’ya gidip önce 3400 mt’deki Tajzara Lagunları’nı gezip sonra da göllerin hemen yakınından başlayan Inka Yolu’nu yapmak istiyoruz.


Internetten okuduğumuz kadarıyla Inka Yolu aslında 1 günlük bir aktivite. Yürüyüş sonunda hemen hemen 2000 mt aşağıya iniyorsunuz ve yol boyunca dereler geçip yüksek vadilerde condorları seyrediyorsunuz. Yol üzerinde son derece sevimli köyler var ve istenirse bu köylerdeki evlerde gecelemek mümkün.. Bu durumda programı 2 günlük yapmak ve her gün 5-6 saat yürüyüp etrafın keyfini çıkarmak daha iyi olabilir diye düşündük. İnka Yolu Tarija’ya gelen doğa severlerin kaçırmaktan hoşlanmayacakları keyifli bir macera.

25 Mart 2013 Pazartesi..  Şimdi İnka Yolu hakkında gerçekten detaylı bir şeyler yazabilirim.. Dün sabah saat 09.30 gibi başladığımız İnka Yolu’nu molalar dahil 7,5 saatte tamamladık. Kesinlikle kaçırılmaması gereken aktivitelerden biri ve yolu Tarija’ya düşen trekking severlere kuvvetle tavsiye olunur:)


Hazırlıklar bir gün önce alınan iki adet tavukla başladı. Tavuklar bir güzel haşlanıp suyundan sabah için sebzeli tavuk çorbası etinden de kumanya olarak yaklaşık 50 tane sandviç hazırlandı. Sandviçlerin hazırlanması aşamasındaki iş bölüşümü ve yardımlaşma gerçekten takdire değerdi:) Kimi sebzeleri doğruyor, kimi tavuk etlerini ayıklıyor, kimi mayonezle sos hazırlıyor, birileri ekmekleri kesiyor… Sonunda gece yarısını biraz geçe sandviçlerimizi buzdolabına koyup yürüyüş için hazırladığımız çantaların baş ucunda beklediği yataklara giriyoruz..


Sabah gün saat 06.00’da başlıyor. Herkes çorbasını içip çantasına sandviçlerini koyduktan sonra yola çıkmak üzere arabadakini yerini alıyor. Araba bölge için gayet uygun ve yerden hayli yüksek bir Land Rover; ancak toplam koltuk sayısı 10 (şoför hariç) ve biz tam 12 kişiyiz!! 12 dev adam misali kocaman kocaman 5 Alman, 2 Portekizli, 2 Fransız, 2 Türk ve 1 Bolivyalı. Neyse sıkışıp tepişerek arabaya yerleşiyoruz; emniyet kemerine ihtiyacımız yok zira kimse 1 mm bile kıpırdayamıyor:)

Yönümüz doğu yani Tupiza tarafı ve Tajzara’daki göller bölgesi için hemen hemen 2 saat yolumuz var. Aracımız hafif hafif atıştıran yağmurla birlikte Tarija’dan ayrılıyor ve sislerin içinde Tupiza’ya giden asfalt yolda tırmanmaya başlıyoruz. Hava bulutlu, yer yer bulutların arasından masmavi gökyüzü kendini gösteriyor ama hala sis var ve kasvet devam ediyor. Daha çok erken olduğundan günün kalanı için hava tahmininde bulunmak zor; internet öğleden sonra açacağını söylüyor..


 Yol üzerinde pek kayda değer bir yer yok ama şoförümüz  ara ara bir yerlerde durup 5-10 dk mola veriyor, böylece dışarı çıkıp birkaç adım atabiliyoruz ve bacaklarımız tamamen tutulmaktan kurtuluyor..  Tajzara’ya gelmeden hemen önce bir tünele giriyoruz ve çıkışımızda sanki bambaşka bir yerdeyiz. Tünel öncesi atıştıran yağmur tamamen durmuş ve masmavi gökyüzünde pırıl pırıl bir güneş! "Tünel öncesi ve tünel sonrası" demek mümkün! Az ilerde göller masmavi görünmeye başlıyor. toplam 4 adet göl var; özellikle Ekim ayında göllerde binlerce flamingo olduğu söyleniyor. Dün sadece birkaç flamingo ile birlikte karabatak ve kara tavuklar vardı.. Her birinde kısa kısa durup fotoğraf çekip bu arada bacaklarımızı rahatlatıyoruz.
Inka Yolu için patika son gölün hemen solundan başlıyor,  arabayı terk ettiğimizde saat 09.30 ve birkaç toplu fotoğraf sonrası yürüyüşe başlıyoruz.


İnkalar kıtada toplam 45.000 km yol yapmışlar ve bu yolların büyük kısmı halen köyler arası ulaşımda yürüyüş için kullanılıyor. İnka Yolu söylendiği gibi 3000 mt’den başlayıp hemen hemen 1000 mt’ye kadar iniyor ve küçük bir bölümü hariç tamamen yokuş aşağı.. İlk 2 saatin sonunda dere yatağına indiğimiz noktada solda bir şelale ile karşılaşıyoruz; burası ilk yemek molamızı verdiğimiz yer.. Afiyetle sandviçlerimizi yiyip sularımızı şelaleden tazeledikten sonra yavaş yavaş yola devam ediyoruz.. Yaklaşık 4,5 saat sonunda birkaç evden oluşan bir yere geliyoruz; burası istenirse gece konaklanabilecek bir köy.. Saat henüz 14.00 ve burada durup akşamı beklemek -hele de böylesi boş bir arazide- çok sıkıcı geleceğinden “devam edelim” diyerek patikayı takip ediyoruz. İnka yolu yer yer ciddi çöküntülere uğramış ve zaman zaman kayboluyor ama nehir takip edildiğinde tekrar karşımıza çıkıyor. Bu ilk köyün ardından bir mezarlık ve mezarlıktan sonra da solda yine iki-üç evden oluşan başka bir yerleşime rastlıyoruz. Bunları da geçip devam edince bu kez nehir yolumuzu kesiyor. İşte bu andan itibaren tam 6 kez ayakkabılarımızı çıkarıp, nehri geçip tekrar giyip devam ediyor ve sonraki geçiş için tekrar çıkarıyor, nehri geçip giyiyor ve sonraki geçişe kadar yürüyüp ayakkabıları tekrar çıkarıyor, nehir geçiyor ve giyiyoruz:) Toplam 6 geçişin  sonunda nehir bizimle dalga geçmeyi bırakıp sola doğru yoluna devam ediyor ve İnka Yolu tepelerden sağa kıvrılıyor.. Kısa bir süre tırmandıktan sonra yol tamamen sisler içinde ve muhteşem görüntüler eşliğinde zirveye ulaşıyor.  Zirvenin hemen altında dağılmaya başlayan sisin içinden kendini göstermeye başlayan dağlar, dağların tepesindeki yemyeşil yaylalar ve aşağıda gürül gürül akan nehir hepimizi adeta olduğumuz yere çakıyor .. Herkes sanki derin bir uykudan uyanmışçasına karşısındaki manzaya bakıp hayal mi gerçek mi rüya mı görüyorum gibisinden gözlerini oğuşturuyor..


Buradan itibaren tekrar iniş başlıyor ve hemen hemen 3 saat sonra Pinos de Sud adındaki köye ulaşıyoruz. Köyde Pazar gününe özel bir eğlence var; gençler meydanda toplanmış dans ediyorlar.. Luis bu arada biz Tarija’da geri götürecek birilerini bulmaya ve pazarlık yapmaya çalışıyor. Yaklaşık 15-20 dk sonra arabalara binmiş Tarija’ya doğru gidiyoruz; bir güzel aktivite daha tamamlanmış durumda. Gruptaki herkes sağlıklı, kimsede bir problem yok, hepimiz yorgun ama bir o kadar da mutluyuz..


Dünü böyle tamamladıktan sonra bugün akşam 20.00 otobüsüyle Tupiza’ya gidiyoruz. Yol 8 saat sürüyormuş, muhtemelen yarın sabah 04.00 gibi Tupiza’da olacağız. Güney Bolivya’nın en keyifli yerlerinden biri olduğu söylenen ve aynı zamanda Arjantin sınırı Villazon’dan sonraki ilk kasaba olan Tupiza doğası ve at turlarıyla ünlü.. Yarından itibaren Tupiza notlarında buluşmak dileklerimizle.. 

Tarija'da Marquiri ve Jurina Şelaleleri



20 Mart 2013 Çarşamba.. Tarija’da bir haftamızı tamamladık; son günlerde yaşadığımız koşuşturmalar ve stresten sonra dinlenmek iyi geldi; hem ruhen hem de fiziken epeyce toparlamış durumdayız. Üç gün önce hostelimizi değiştirdik; Pazartesi gününden beri internette Tarija’yla ilgili yorumları okurken bulduğumuz Hostel Casa Blanca’da kalıyoruz; en önemli özelliği Tarija’nın "mutfağı olan yegane hosteli" olması.. Neredeyse 40 gündür kendi yemeğimizi yapamamaktan muzdaripken, Casa Blanca’ya geldiğimizden buyana canımız ne çekiyorsa (menemen, çeşit çeşit soslarla makarna, krep, omlet, tam tekmil salata, kızarmış ekmek üzerine tereyağ…) hepsini yapabiliyoruz. Yüzümüze gözümüze kan geldi:)


Hostelin sahibi Luis çok iyi bir ev sahibi. Tarija ve çevresini tanıtıp yerel kültür, insanlar ve buraya has lezzetler hakkında aklımıza gelen her türlü soruyu cevaplamak için de elinden geleni yapıyor. Geçen hafta sonu hostelde kalan diğer misafirlerle birlikte Lazareto’ya gitmiş; yerel müzikler eşliğinde buraya özgü yemekleri ve şarapları tatmıştık. Bugün de yine 8 kişilik bir grupla Tarija’nın kuzey doğusunda yeralan Chorros Del Jurina ve Marquiri Şelaleri’ni  keşfettik..

Güne sabah saat 08.00’de başladık; Luis aracı ayarlamış ve hepimiz için hazırlattığı sandviçlerle kapıda hazır bekliyordu. Uykulu yüzlerle minibüsteki yerlerimizi alır almaz yola çıktık ve Tarija’yı terketmeden önce meyve, su gibi ufak tefek eksiklerimizi  tamamladık..Yönümüz Tarija’nın kuzey doğusuydu ve ilk sırada Marquiri Şelalesi vardı. Kendimiz gittiğimizde asla bulamayacağımız bir yerde, dağların derinliklerinde bir kanyonun içinde saklanan Marquiri Şelalesi için sözcükler gerçekten yetersiz!  Yürüyüş hemen hemen 1 saat kadar sürüyor; patika biraz dik başlıyor ama sonradan düzleşip 45 dakika içinde sizi şelaleye kadar getiriyor. Şelale gerçekten çok iyi gizlenmiş durumda; bir kere son 5 dakikaya kadar kesinlikle görünmüyor. Yolun yarısı gibi bir yerde küçük bir şelale var; sakın bunu görünce heyecanlanıp hemen “tamam geldik” demeyinJ yürümeye devam edin; sonunda göreceğiniz manzara gerçekten “değer” cinsten!! Fotoğraflar ne kadar faydalı olabilir bilemiyorum ama makinemizin çekebildiği en iyi kareleri yakalamaya çalıştık.

Muhtemelen büyük bir deprem sonrasında dağ tamamen iki ayrı parçaya ayrılmış ve düşen devasa kayalardan ikisi ayrılan parçaların arasında şıkışıp kalmış.. Su yaklaşık 100 metreden dökülüyor ve daha yere değmeden zaten buharlaşıyor. Kanyonun derinliklerinde hava buz gibi; içerlere doğru ilerleyip şelaleye yaklaştığınızda yüzünüze çarpan milyonlarca su zerreciği müthiş  bir ürperme hissiyle birlikte sizi sırılsıklam ediyor. Hepimiz ayrı dillerde çocuklar gibi çığlık çığlığa bağırıyordukJ sonradan birbirimize “ne diye bağırıyordun” diye sorduğumuzda aşağı yukarı herkesin benzer duygular taşıdığını görüp kahkahalar attık : “ Yuppiiiiii!! işte buradayım, yaşıyorum, her şeyin canı cehenneme”!!


Dün Coimata bugün de Chorros Del Jurina ve Marquiri.. Tarija şehir merkeziyle olduğu kadar etrafıyla da son derece keyifli bir yer. Bolivya’ya gelecekler için kesinlikle atlanmaması gereken bir şehir. Dün şehrin 5 km kuzey batısında yeralan Tomatitas’a, oradan da hemen hemen 6 km uzaklıkta bulunan Coimata Şelalesi’ne gittik. Yerli halk Bolivya’nın diğer yerlerine göre turiste karşı daha sıcak kanlı ve yardımcı; gerek Tomatitas’a giderken gerekse Coimata Şelalesi’ne giden yolu bulurken yerel halktan yardım almada hiç sorun yaşamadık. Gerçi akşam üstü geri dönüp de Luis’e nereye gittiğimizi, kendi kendimize gidip dağların derinliklerinde şelaleyi nasıl bulduğumuzu anlatıp fotoğraflarımızı gösterdiğimizde “siz delisiniz, oralarda tek başınıza.. ya başınıza bir şey gelseydi..” gibi bir tepki gösterdi ama biz ne yolda ne de dağların tepelerinde gün boyu hiç olumsuz bir şey hissetmemiştik :)


Neyse tekrar bugüne dönersek, ikinci durağımız Chorros Del Jurina yani Jurina Şelaleri’ydi. İkisi arasında hemen hemen 300 mt ve bir küçük tepe var ve kaynakları farklı.. Biri blanca (beyaz), diğeri negro(siyah) olarak adlandırılmış çünkü beyaz olan tamamen pırıl pırıl akarken siyahın içinde toprak yada çamur benzeri bir bulanıklık var. Beyazın altındaki havuzda dipteki taşları sayarak yüzmek mümkünken siyah olanda bırakın taşları saymayı havuzun dibini görmek dahi mümkün değil. Bol bol fotoğraf çekip şelalelerin havuzlarında yüzdükten ve uzun uzun güneşlendikten sonra dönüşe geçtik. Dönüşte bizi bekleyen sürpriz San Lorenzo adında küçük ve şirin bir kasabaydı. Meydandaki küçük pazarda sıcacık ekmekler, çeşit çeşit kurabiyeler, marmelatlı ve peynirli sıcacık  empanadas’lar (poğaça) satılıyordu ve böylesi güzel, uzun ve yorucu bir günün ardından olabilecek en güzel şeylerdi.. Her çeşidinden bol bol yiyerek günü tamamladık. Çünkü hostele döndüğümüzde hem epey geç olmuştu, hem de kimsenin yemek yapacak hali yoktu; tek ihtiyacımız sıcak bir duş ve ardından da derin uykuydu..  

Tarija'da Lazareto Panayırı



17 Mart 2013 Pazar.. Tarija’yı keşfetmeye devam ediyoruz. Bugün şehrin 10-15 km kadar güney batısında yeralan bir topluluğun (Comunidad Lazareto) “yerel yemek festivali” adı altında düzenlediği müzikli eğlenceye katıldık. Topluluğun adı Lazareto; San Andres yolu üzerinde ve şehirden hemen hemen 20 dk uzaklıkta. Ulaşım, San Andres’e giden dolmuşlarla sağlanıyor; fiyatı 3,5 bob..


Topluluk 20-25 kadar evden oluşuyor; birbirlerine çok yakın olmayan evler büyük arsalar içinde ve bahçelerinde domuz, inek, koyun, tavuk hemen tüm hayvanlar var; küçük birer çiftlik gibiler.. İnsanlar çiftçilikle uğraşıyorlar ve Bolivya’nın diğer bölgelerinde karşılaştığımız yerlilere göre çok daha güler yüzlü, misafirperver ve sıcak kanlılar..

Bugünkü olay gerçekten keyifliydi; müzik, eğlence, yerel yemekler ve şarap.. Benim favorim yer fıstığı çorbasıydı ama mısır unundan yapılan krep ve yağda kızartılan peynirli-soğanlı çiğ börek de yabana atılır cinsten değildiJ Geziye beraber çıktığımız gruptaki arkadaşların bazıları küçük kırmızı nehir yengeçlerini, bazıları da Chapacolara özel bir yöntemle pişirilen domuz eti ve yanında patates, mısır ve bezelyenin yer aldığı tabağı tercih ettiler.. Şarap Bora’nın uzmanlık alanına girdiği için bir şey diyemiyorum ama bardağı elinde şişesi de kolunun altında etrafta gayet keyifle dolaşmasından onun da bugünden memnun kaldığını sanıyorumJ  Bence hepsi son derece güzeldi ve bugün Chapacolar bize müthiş bir ev sahipliği yaptılar.


Günün diğer bir güzel olayı da yemek ve eğlence sonrası yaptığımız, yaklaşık 1,5 saat kadar süren trekkingdi. Lazareto yemyeşil bir tepenin hemen altında yeralıyor.  Yerleşim yerinden biraz ilerlediğinizde yukarı doğru tırmanan dar bir patika var; bu patika 25-30 dakikalık bir yürüyüş sonrasında ormanın içinde saklanmış küçük bir şelaleye ulaşıyor. Patika gayet net ama zaten ilk 10 dk sonrasında artık sadece suyun sesini takip ederek ilerleyebiliyorsunuz. Yerliler geçmişte burada büyük bir ev olduğunu ve civar köylerdeki lepralı hastaların hem izolasyon hem de tedavi amacıyla buraya getirildiğini anlatıyorlar.. O zamanlar bu şelalenin suyunun şifalı yada sinirli olduğu ve hastaların vücudundaki yaraları mucizevi bir şekilde iyileştirdiğine inanılıyormuş.

Her taraf yemyeşil, çok farklı çiçekler ve garip bitkiler her yerde.. Biyolojik çeşitliliği devam ettirme adına bölgenin koruma altına alındığını öğreniyoruz.. Bu insanlar üniversite okumamışlar, lüx evlerde yaşamıyorlar, hepsinin altlarında son model otomobiller yok yada kılık kıyafetleri anlamında modern görünmüyorlar ama İnkaların, Quechuaların, Mapuchelerin torunları.. Yaşadıkları topraklara sahip çıkıyorlar!! Doğaya ait olduklarını, doğayla varolduklarını, gereken önemi vermediklerinde, korumadıklarında doğanın ve beraberinde geleceklerinin de yok olacağını biliyorlar.. Koloniyal dönem öncesinde yani çok tanrılı dönemde toprak en önemli tanrı..“Pacha Mama” diyorlar.. Yani “Toprak Ana”.. Toprağa tapıp iyi ve bol ürün vermesi için çeşitli ayinler düzenliyorlar.. Günümüzde bile içtikleri suyun, içkinin son yudumunu hala toprağa döküyorlar.. Bu ona ne verirlerse karşılığında onu geri alacaklarını anlatan simgesel bir şey ama altında koskoca bir felsefe, bir yaşam şekli yatıyor.. Bu, atalarından gördükleri, öğrendikleri ve inandıkları şey!!

Yaklaşık 4 aydır bu kıtadayız ve artık bu doğa harikası yerlerin nasıl varolduklarını ve korunup yaşatıldıklarını anlamış durumdayız.  Herşey nesilden nesile aktarılan bu kültürden ve buna sahip çıkıp yaşatan insanlardan kaynaklanıyor.. Bu insanlar modernizm, gelişme, çağ atlama laflarıyla topraklarının, sularının, doğal kaynaklarının ellerinden alınmasına izin vermiyorlar .. Bu insanların yaşadığı ülke, son 15 yılda artan zenginleriyle “Avrupalı milyarderler listesinde 2. sıraya oturmuyor”.. Çünkü bu insanlar ülkelerini satarak para kazanan politikacılara oy vermiyorlar..

Öte yandan takip ettiğimiz köşe yazarlarının haberlerinde cennet ülkemizin binlerce yıllık ormanlarının, doğal kaynaklarının, yer altı sularının, denizlerinin ve tarım arazilerinin her gün yeni biri eklenerek yok edildiğini okuyor, hazırlanan yasa tasarılarıyla sit alanlarının tamamen tarihe karıştırılmaya çalışıldığını görüyoruz.  Üzüntümüz tarif edilemez.. Yüzlerce çeşit kuşa, beraberinde binlerce canlıya yuva olan alanların zehirli sularla ve atıklarla yaşanmaz hale getirildiğini ve “çok para kazanmak ve daha çok para kazanmak” dışında hiç kimsenin hiçbir şeyi umursamadığı bir dünyaya doğru sürüklendiğimizi kahrolarak izliyoruz. Eğer modernleşmek, ilerlemek bu ve geri kalmak, fakir olmak da diğeriyse biz tercihimizi geri kalmaktan, fakir olmaktan yana kullanmak ve bu insanlara karışmak istiyoruz..

Tarija’yı ve beraberinde Bolivya’nın güneyini keşfetmeye devam ediyoruz..


Güney Bolivya'da Tarija'dayız



15 Mart 2013 Cuma.. Tarija Bolivya’nın güneyinde yeralan yaklaşık 200.000 nüfuslu güzel bir şehir. Bugün buradaki ikinci günümüz ve kendimizi sanki Bolivya’da değil de Arjantin’de gibi hissediyoruz.. Her şeyden önce Bolivya’nın diğer şehirlerinde görmeye alıştığımız yüreğimizi burkan insan manzaraları Tarija’da yok.. Ayrıca her yerde göze çarpan sokak ortasındaki çöp yığınları da Tarija’da yok denecek kadar az.. İnsanların yere çöp atma alışkanlığı diğer yerlere göre daha az ve bu arada belediye de iyi çalışıyor. Diğer şehirlere göre çok daha fazla sayıda çöp tenekesi var burada..


Tarija, Bolivya’nın diğer şehirlerinde hiç görmediğimiz, tamamen kendine özel ciddi bir mutfağa sahip.. Saice, Sopa de Mani, Ranga Ranga bunlardan sadece birkaçı.. Ayrıca pastahaneler, kafeteryalar gayet şık ve huzurlu atmosferleriyle gerçekten insanı rahatlatıyor..


 İnsanları anlamında da gözümüze çarpan çok belirgin bir fark var; turiste karşı güler yüzlü, pozitif ve yardımcılar..  Bu arada Tarijalıların özel bir de adı var “Chapaco (erkek) veya Chapaca (kadın)”.. Bu ismin nereden geldiği tam olarak bilinmemekle birlikte, koloniyal dönem öncesi bu bölgede aynı isimde bir indigenous yerleşimi olduğu ve Tarijalıların da bunların torunları olduğu söyleniyor.. Bu arada şehirde bir üniversite olması nedeniyle genç nüfus oldukça fazla; bu da sosyal mekanlar anlamında Tarija’yı zengin ve hareketli kılıyor..

Bolivya’nın tüm şehirlerinde bulunan Mercado Central şehrin et, balık, peynir, sebze-meyve ve bakkaliye ürünleri anlamındaki en büyük açık pazarı.. Mercado Central aynı zamanda dışarıda yemek olayının da merkezi.. Sabah öğle akşam saatlerinde içeride “sokak lokantaları” diyebileceğimiz mekanlar oluşuyor ve herkes yemeğini burada yiyor.. Tarija’da da durum pek farklı değil ama burada ortam daha temizce (“temiz” derken “Bolivya standartlarına göre” diye belirtmekte fayda var) ve satıcıların tamamında beyaz önlükler var, açık pazar bölüm bölüm ayrılmış durumda ve daha derli toplu bir görüntüsü var..

Diğer şehirlerde şehir merkezleri derli toplu ama merkezin bir sokak arkasından itibaren yollar, evler, dükkanlar karanlık, bakımsız ve insanda “tehlikeli” hissi uyandırırken Tarija’da şehrin genelinde yollar asfalt, geniş , sağlı sollu yemyeşil ağaçlandırılmış ve temiz.. Evler bakımlı, boyalı, bahçeler gayet güzel düzenlenmiş, insanlar kadın-erkek modern kıyafetler içinde, etrafta ciddi bir variyet, kültür, rahatlık ve huzur hakim..

Tarija yılın en önemli ticari fırsatlarından biri olan ve tüm ticarethanelerin birbiriyle kıyasıya rekabet ettiği yeni yıl akşamı saat 21.00’de bir tane bile açık dükkan olmayan bir şehir. Burası coğrafi olarak Arjantin'e yakınlığı ve Arjantin halkının yaşantısına benzerliği anlamında kendini Bolivya'dan ayırıyor. İnsanlar rahatlarına, huzurlarına, ailelerine ve kendilerine düşkünler. Koşuşturma, telaş, para hırsı ve tüm büyük şehirlerde olduğu gibi zamanla yarış buralarda yok. Mesela hafta içi hergün saat 13.00 -16.00 arası tüm dükkanlar kapalı..Tezgahlar üzerine örtülerini örtüp, dükkanlar da kepenklerini indirip dinlenmeye çekiliyorlar. Cumartesi saat 09.00-10.00’dan önce kimse dükkan açmıyor, Pazar günü ise tüm gün kapalılar ve bu durumdan son derece mutlular, bu rahat hallerinden “gurur duyuyorlar”.. 


Bolivya’nın genelinde uluslararası fast food zincirleri başarılı değiller; çok pahalı olmaları ve Bolivya’daki geçim standardının düşüklüğü bu zincirlerin yaşamasına olanak vermiyor (La Paz’da sadece 3 noktada Burger King olduğu ve onların da can çekiştiği söyleniyor); ama Tarija’da Max Ronald’s var:) %100 yerli ve hamburgerleri gerçekten denemeye değer..


Tarija’yı keşfetmeye devam ediyoruz.. Turizm enformasyon ofisinden öğrendiğimiz kadarıyla şehrin civarında geniş arazilerde bağcılık yapılıyormuş ve irili ufaklı şarap üretim tesisleri varmış. Buralara tur firmalarının düzenlediği turlar olduğu gibi şehir merkezinden kalkan midibüslerle de ulaşmak mümkünmüş. Yarın ve sonraki günlerde gezi alanımızı biraz genişletmeyi ve bu şarap tesislerine gidip Tarija’nın meşhur üzümlerini ve şaraplarını tatmayı düşünüyoruz.