5 Eylül 2013 Perşembe

Tarija'da Lazareto Panayırı



17 Mart 2013 Pazar.. Tarija’yı keşfetmeye devam ediyoruz. Bugün şehrin 10-15 km kadar güney batısında yeralan bir topluluğun (Comunidad Lazareto) “yerel yemek festivali” adı altında düzenlediği müzikli eğlenceye katıldık. Topluluğun adı Lazareto; San Andres yolu üzerinde ve şehirden hemen hemen 20 dk uzaklıkta. Ulaşım, San Andres’e giden dolmuşlarla sağlanıyor; fiyatı 3,5 bob..


Topluluk 20-25 kadar evden oluşuyor; birbirlerine çok yakın olmayan evler büyük arsalar içinde ve bahçelerinde domuz, inek, koyun, tavuk hemen tüm hayvanlar var; küçük birer çiftlik gibiler.. İnsanlar çiftçilikle uğraşıyorlar ve Bolivya’nın diğer bölgelerinde karşılaştığımız yerlilere göre çok daha güler yüzlü, misafirperver ve sıcak kanlılar..

Bugünkü olay gerçekten keyifliydi; müzik, eğlence, yerel yemekler ve şarap.. Benim favorim yer fıstığı çorbasıydı ama mısır unundan yapılan krep ve yağda kızartılan peynirli-soğanlı çiğ börek de yabana atılır cinsten değildiJ Geziye beraber çıktığımız gruptaki arkadaşların bazıları küçük kırmızı nehir yengeçlerini, bazıları da Chapacolara özel bir yöntemle pişirilen domuz eti ve yanında patates, mısır ve bezelyenin yer aldığı tabağı tercih ettiler.. Şarap Bora’nın uzmanlık alanına girdiği için bir şey diyemiyorum ama bardağı elinde şişesi de kolunun altında etrafta gayet keyifle dolaşmasından onun da bugünden memnun kaldığını sanıyorumJ  Bence hepsi son derece güzeldi ve bugün Chapacolar bize müthiş bir ev sahipliği yaptılar.


Günün diğer bir güzel olayı da yemek ve eğlence sonrası yaptığımız, yaklaşık 1,5 saat kadar süren trekkingdi. Lazareto yemyeşil bir tepenin hemen altında yeralıyor.  Yerleşim yerinden biraz ilerlediğinizde yukarı doğru tırmanan dar bir patika var; bu patika 25-30 dakikalık bir yürüyüş sonrasında ormanın içinde saklanmış küçük bir şelaleye ulaşıyor. Patika gayet net ama zaten ilk 10 dk sonrasında artık sadece suyun sesini takip ederek ilerleyebiliyorsunuz. Yerliler geçmişte burada büyük bir ev olduğunu ve civar köylerdeki lepralı hastaların hem izolasyon hem de tedavi amacıyla buraya getirildiğini anlatıyorlar.. O zamanlar bu şelalenin suyunun şifalı yada sinirli olduğu ve hastaların vücudundaki yaraları mucizevi bir şekilde iyileştirdiğine inanılıyormuş.

Her taraf yemyeşil, çok farklı çiçekler ve garip bitkiler her yerde.. Biyolojik çeşitliliği devam ettirme adına bölgenin koruma altına alındığını öğreniyoruz.. Bu insanlar üniversite okumamışlar, lüx evlerde yaşamıyorlar, hepsinin altlarında son model otomobiller yok yada kılık kıyafetleri anlamında modern görünmüyorlar ama İnkaların, Quechuaların, Mapuchelerin torunları.. Yaşadıkları topraklara sahip çıkıyorlar!! Doğaya ait olduklarını, doğayla varolduklarını, gereken önemi vermediklerinde, korumadıklarında doğanın ve beraberinde geleceklerinin de yok olacağını biliyorlar.. Koloniyal dönem öncesinde yani çok tanrılı dönemde toprak en önemli tanrı..“Pacha Mama” diyorlar.. Yani “Toprak Ana”.. Toprağa tapıp iyi ve bol ürün vermesi için çeşitli ayinler düzenliyorlar.. Günümüzde bile içtikleri suyun, içkinin son yudumunu hala toprağa döküyorlar.. Bu ona ne verirlerse karşılığında onu geri alacaklarını anlatan simgesel bir şey ama altında koskoca bir felsefe, bir yaşam şekli yatıyor.. Bu, atalarından gördükleri, öğrendikleri ve inandıkları şey!!

Yaklaşık 4 aydır bu kıtadayız ve artık bu doğa harikası yerlerin nasıl varolduklarını ve korunup yaşatıldıklarını anlamış durumdayız.  Herşey nesilden nesile aktarılan bu kültürden ve buna sahip çıkıp yaşatan insanlardan kaynaklanıyor.. Bu insanlar modernizm, gelişme, çağ atlama laflarıyla topraklarının, sularının, doğal kaynaklarının ellerinden alınmasına izin vermiyorlar .. Bu insanların yaşadığı ülke, son 15 yılda artan zenginleriyle “Avrupalı milyarderler listesinde 2. sıraya oturmuyor”.. Çünkü bu insanlar ülkelerini satarak para kazanan politikacılara oy vermiyorlar..

Öte yandan takip ettiğimiz köşe yazarlarının haberlerinde cennet ülkemizin binlerce yıllık ormanlarının, doğal kaynaklarının, yer altı sularının, denizlerinin ve tarım arazilerinin her gün yeni biri eklenerek yok edildiğini okuyor, hazırlanan yasa tasarılarıyla sit alanlarının tamamen tarihe karıştırılmaya çalışıldığını görüyoruz.  Üzüntümüz tarif edilemez.. Yüzlerce çeşit kuşa, beraberinde binlerce canlıya yuva olan alanların zehirli sularla ve atıklarla yaşanmaz hale getirildiğini ve “çok para kazanmak ve daha çok para kazanmak” dışında hiç kimsenin hiçbir şeyi umursamadığı bir dünyaya doğru sürüklendiğimizi kahrolarak izliyoruz. Eğer modernleşmek, ilerlemek bu ve geri kalmak, fakir olmak da diğeriyse biz tercihimizi geri kalmaktan, fakir olmaktan yana kullanmak ve bu insanlara karışmak istiyoruz..

Tarija’yı ve beraberinde Bolivya’nın güneyini keşfetmeye devam ediyoruz..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder