17 Mart 2013 Pazar.. Tarija’yı keşfetmeye devam ediyoruz. Bugün şehrin
10-15 km kadar güney batısında yeralan bir topluluğun (Comunidad Lazareto)
“yerel yemek festivali” adı altında düzenlediği müzikli eğlenceye katıldık.
Topluluğun adı Lazareto; San Andres yolu üzerinde ve şehirden hemen hemen 20 dk
uzaklıkta. Ulaşım, San Andres’e giden dolmuşlarla sağlanıyor; fiyatı 3,5 bob..
Topluluk 20-25 kadar
evden oluşuyor; birbirlerine çok yakın olmayan evler büyük arsalar içinde ve
bahçelerinde domuz, inek, koyun, tavuk hemen tüm hayvanlar var; küçük birer
çiftlik gibiler.. İnsanlar çiftçilikle uğraşıyorlar ve Bolivya’nın diğer
bölgelerinde karşılaştığımız yerlilere göre çok daha güler yüzlü, misafirperver
ve sıcak kanlılar..
Bugünkü olay gerçekten
keyifliydi; müzik, eğlence, yerel yemekler ve şarap.. Benim favorim yer fıstığı
çorbasıydı ama mısır unundan yapılan krep ve yağda kızartılan peynirli-soğanlı
çiğ börek de yabana atılır cinsten değildiJ
Geziye beraber çıktığımız gruptaki arkadaşların bazıları küçük kırmızı nehir
yengeçlerini, bazıları da Chapacolara özel bir yöntemle pişirilen domuz eti ve
yanında patates, mısır ve bezelyenin yer aldığı tabağı tercih ettiler.. Şarap
Bora’nın uzmanlık alanına girdiği için bir şey diyemiyorum ama bardağı elinde
şişesi de kolunun altında etrafta gayet keyifle dolaşmasından onun da bugünden
memnun kaldığını sanıyorumJ Bence hepsi son derece güzeldi ve bugün
Chapacolar bize müthiş bir ev sahipliği yaptılar.
Günün diğer bir güzel
olayı da yemek ve eğlence sonrası yaptığımız, yaklaşık 1,5 saat kadar süren
trekkingdi. Lazareto yemyeşil bir tepenin hemen altında yeralıyor. Yerleşim yerinden biraz ilerlediğinizde
yukarı doğru tırmanan dar bir patika var; bu patika 25-30 dakikalık bir yürüyüş
sonrasında ormanın içinde saklanmış küçük bir şelaleye ulaşıyor. Patika gayet
net ama zaten ilk 10 dk sonrasında artık sadece suyun sesini takip ederek
ilerleyebiliyorsunuz. Yerliler geçmişte burada büyük bir ev olduğunu ve civar
köylerdeki lepralı hastaların hem izolasyon hem de tedavi amacıyla buraya
getirildiğini anlatıyorlar.. O zamanlar bu şelalenin suyunun şifalı yada
sinirli olduğu ve hastaların vücudundaki yaraları mucizevi bir şekilde
iyileştirdiğine inanılıyormuş.
Her taraf yemyeşil,
çok farklı çiçekler ve garip bitkiler her yerde.. Biyolojik çeşitliliği devam
ettirme adına bölgenin koruma altına alındığını öğreniyoruz.. Bu insanlar
üniversite okumamışlar, lüx evlerde yaşamıyorlar, hepsinin altlarında son model
otomobiller yok yada kılık kıyafetleri anlamında modern görünmüyorlar ama
İnkaların, Quechuaların, Mapuchelerin torunları.. Yaşadıkları topraklara sahip
çıkıyorlar!! Doğaya ait olduklarını, doğayla varolduklarını, gereken önemi
vermediklerinde, korumadıklarında doğanın ve beraberinde geleceklerinin de yok
olacağını biliyorlar.. Koloniyal dönem öncesinde yani çok tanrılı dönemde
toprak en önemli tanrı..“Pacha Mama” diyorlar.. Yani “Toprak Ana”.. Toprağa
tapıp iyi ve bol ürün vermesi için çeşitli ayinler düzenliyorlar.. Günümüzde
bile içtikleri suyun, içkinin son yudumunu hala toprağa döküyorlar.. Bu ona ne
verirlerse karşılığında onu geri alacaklarını anlatan simgesel bir şey ama
altında koskoca bir felsefe, bir yaşam şekli yatıyor.. Bu, atalarından
gördükleri, öğrendikleri ve inandıkları şey!!
Yaklaşık 4 aydır bu
kıtadayız ve artık bu doğa harikası yerlerin nasıl varolduklarını ve korunup
yaşatıldıklarını anlamış durumdayız.
Herşey nesilden nesile aktarılan bu kültürden ve buna sahip çıkıp
yaşatan insanlardan kaynaklanıyor.. Bu insanlar modernizm, gelişme, çağ atlama
laflarıyla topraklarının, sularının, doğal kaynaklarının ellerinden alınmasına
izin vermiyorlar .. Bu insanların yaşadığı ülke, son 15 yılda artan
zenginleriyle “Avrupalı milyarderler listesinde 2. sıraya oturmuyor”.. Çünkü bu
insanlar ülkelerini satarak para kazanan politikacılara oy vermiyorlar..
Öte yandan takip
ettiğimiz köşe yazarlarının haberlerinde cennet ülkemizin binlerce
yıllık ormanlarının, doğal kaynaklarının, yer altı sularının, denizlerinin ve
tarım arazilerinin her gün yeni biri eklenerek yok edildiğini okuyor,
hazırlanan yasa tasarılarıyla sit alanlarının tamamen tarihe karıştırılmaya
çalışıldığını görüyoruz. Üzüntümüz tarif
edilemez.. Yüzlerce çeşit kuşa, beraberinde binlerce canlıya yuva olan
alanların zehirli sularla ve atıklarla yaşanmaz hale getirildiğini ve “çok para
kazanmak ve daha çok para kazanmak” dışında hiç kimsenin hiçbir şeyi
umursamadığı bir dünyaya doğru sürüklendiğimizi kahrolarak izliyoruz. Eğer
modernleşmek, ilerlemek bu ve geri kalmak, fakir olmak da diğeriyse biz
tercihimizi geri kalmaktan, fakir olmaktan yana kullanmak ve bu insanlara
karışmak istiyoruz..
Tarija’yı ve
beraberinde Bolivya’nın güneyini keşfetmeye devam ediyoruz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder