29 Mart 2014 Cumartesi

Malezya’nın Karadeniz'i CAMERON HIGHLANDS


27 Mart Seracılığın merkezi Cameron Highlands
Kuala Lumpur’un 209 km kuzeyinde yeralan Cameron Highlands’e devamlı  otobüs bulmak mümkün. Otobüsler gayet rahat, serin, koltuklar 1,5 kişilik gibi ve aralar son derece geniş. Son 1 saatlik bölümü sürekli virajlardan oluşan yol hemen hemen 4 saat sürüyor. Şoförlerin yol boyu geldikleri 100 km’lik sürati virajlarda da koruyor olmaları dışında rahat bir yolculuk olduğunu söyleyebilirizJ Biz yine de idare ettik ama pek çok insan koltukların arkasında yeralan ve çöp torbası olduğunu zannettiğimiz ama sonradan istifra edeceklere kolaylık olsun diye konulduğunu anladığımız torbaları kullanmak zorunda kaldıL  
Cameron Highlands, yıl boyu ortalama 18-25 derecelik havası ve bol yağış alan iklimiyle Malezyanın seracılık merkezi. Sadece Malezya değil aynı zamanda Singapur’un da hemen hemen tüm sebze ve meyve ihtiyacını karşılayan Cameron Highlands, 1600 mt’lik rakımı ve geceleri 9 dereceye kadar düşebilen serin havasıyla, sıcak ve nemden bunalan Malezyalıların en önemli tatil beldesi olarak tanımlanıyor.
Cameron Highlands’de yüzlerce yıllık yağmur ormanları, yemyeşil çay tarlaları, her türlü sebze meyvenin yetiştirildiği seraların yanısıra gül ve kaktüs bahçeleri, çilek ve bal çiftlikleri, şelaleler ve çeşitli zorluklarda trekking rotaları mevcut. Herhangi bir rehbere ihtiyaç duyulmadan yapılabilecek trekkingler için önce polis bürosuna gidip isim, pasaport no, telefon numarası verip hangi patikaya gideceğinizi söylemeniz, tabii sağ sağlim döndükten sonra da yine uğrayıp “geldim” diye haber verip kaydınızı sildirmeniz gerekiyor.  Bu durum çok önemli çünkü özellikle bazı patikalar yolu kaybettiğiniz anda sizi ormanın derinliklerine götürebiliyor ve eğer bir kaydınız yoksa, kimse sizin nerede olduğunuzu bilmediği için yardım gelmesi hemen hemen imkansız!
Otobüsten son durak olan Tanah Rata’da indiğimizde saat hemen hemen 16.30’du. Bu son derece küçük kasabada restoran, market, postane, banka, hediyelik eşya satıcısı,… ne ararsanız var; üstelik hepsi de merkezde birbirine çok yakın yerlerde.  Terminal-merkez arası 200 metre kadar ve ana caddenin hemen arkasındaki sokakta yeralan bir hostelde gayet düzgün bir oda bulduk; banyosunda sıcak suyu da olan odamıza gecelik 45 RM(30 TL) ödüyoruz.
Hostele yerleşip yemek yedikten sonra turizm enformasyon ofisinden çevredeki gezilecek yerlerle ilgili bilgi aldığımız ilk günün ardından, ertesi gün pırıl pırıl bir güneş ve sıcak bir havaya uyandık. Kahvaltı için bir gün önce yemek yediğimiz hint restoranına gidip soğanlı omlet, chapati ve kahveyle karnımızı güzelce doyurduktan sonra bir taksiye atlayıp trekking için akşamdan seçtiğimiz 1 no’lu patikanın başladığı Brinchang kasabasına gittik.
Brinchang-Tanah Rata arası 5 km; taksi ücreti olarak 10 RM istiyorlar ama pazarlıkla 7 RM’ye indirilebiliyor. Taksi bizi ana yoldaki sapakta indirdi ve ondan sonra patikanın başladığı noktaya kadar 500 metre kadar yürüdük ve ilk işaretle karşılaştık. Sürekli yukarı tırmanan ve rahat bir yürüyüşle 1,5 saatte alınabilen patika sizi 1500 mt rakımdan 2000 mt’ye çıkarıyor. Yukarıda yeralan televizyon ve radyo kuleleriyle gözetleme kulesinin yüksekliği 2090 mt. Patika ağaç kökleri ve devrilmiş ağaçlar tarafından zaman zaman kapanmış izlenimi yaratsa da  işaretleme için kullanılan oklar ve kırmızı bağcıklar yolu kaybetmenize izin vermiyor. 1 no’lu patika herhangi bir tereddüt taşımadan yapılabilir.
Ormanın derinliklerinde karşılaştığımız ve bir süre yol arkadaşlığı yaptığımız gençler Malezya’nın kuzeyinden, Tayland sınırına yakın bir yerden hafta sonu tatili için gelmişler. Sonrasında sohbeti koyulaştıracağımız ve günün sonunda Brinchang’daki gece marketinde birlikte akşam yemeği yiyeceğimiz bu Çin asıllı Malay gençlerle yolumuz gün boyu defalarca kesişti.
Sabah saat 11.00’den akşam 18.00’e kadar 7 saat sürekli yürüyerek dolaştığımız Cameron Highlands’de Malezya’nın en ünlü çay markası olan Boh çay fabrikasını, çilek çiftliğini, yüzlerce hektarlık çay tarlalarını ve sebze-meyve seralarını gezip, gül ve kaktüs bahçelerini görüp bol bol çay içerek çilek yedik.
Bölgenin en önemli atraksiyonlarından biri Rufflesia adlı dünyanın en büyük çiçeğini (sezonunda çapının 1 metreye ulaştığı yazıyor internette!!) görmek olabilirdi; tur operatörlerinin broşürlerinde insan büyüklüğündeki bu çiçeği görüp çok etkilenmiştik. Üçüncü gün için yarım günlük bir tur satın alıp Mossy Forest’ın derinliklerindeki Blue Valley’e gitmeye karar verdiğimizde birden çok tur firmasıyla görüştük ancak sezon sonu olması nedeniyle artık çiçeklerin solduğunu, çok nadir çiçek kaldığını ve yürüyüşe katılabileceğimizi ancak çiçek görmemizin mümkün olamayabileceğini öğrendik.
Açıkçası dünkü 7 saatten sonra çiçek görme ihtimalinin çok zayıf olduğu bu 4 saatlik tur ikimize de pek cazip gelmedi. Daha doğrusu motivasyonu kaybedince yolu gözümüz yemediJ

Ertesi gün yani bugün sabah uyandığımızda bizi karşılayan ve akşama kadar aralıksız yağan şiddetli yağmur, kaderden ötesinin mümkün olmadığının da işaretiydi galibaJ Serin bir rüzgarla birlikte gelen ve zaman zaman ciddi ciddi üşütüp bize uzun süreden sonra tekrar polarlarımızı giydiren bu yağmur, bana kahve eşliğinde fotoğrafları düzenleyip bloğumu yazmam için koca bir gün vermişti. 















Dünyanın en büyük mağara tapınağı BATU CAVES


26-27 Mart Tekrar Kuala Lumpur’dayız
25 Mayıs sabahı saat 03.00’de Bali’de başlayan maratonumuz 26 Mart öğle saatlerinde Kuala Lumpur’da son erdiğinde  ikimiz de epeyce yorulmuştuk. Havaalanında inip de China Town’a (daha önce konakladığımız ve büyük sırt çantamızı bıraktığımız Hostel Wheelers’a) giderken sanki evimize geri dönüyor gibi rahat ve huzurluyduk.
Kuala Lumpur Havalimanın’dan China Town’a gitmek için Puduraya terminaline giden havaalanı servisleri gayet uygun; hele de iş saatleri içindeyseniz. Otobüsler temiz, serin ve hızlı; 45 dk’da getiriyor ve fiyatı 10 RM (7 TL gibi).
Bunun için yapılması gereken, gümrük kontrolünden çıkar çıkmaz sağdaki asansörlerle veya yürüyen merdivenlerle 1.kata inip, binanın dışına çıkıp yolun hemen karşısındaki diğer binaya girmek. Zaten içeri girer girmez bilet satıcıları size “Puduraya??” diye soracak ve yönlendireceklerdir.
Ertesi gün önce Batu Caves’i görüp öğleden sonra da Cameron Highlands’a geçeceğimizden Kuala Lumpur’daki bu yarım günü yemek yiyerek ve bolca uyuyup dinlenerek geçirdik diyebiliriz. Bu arada Bali’ye giderken büyük sırt çantasına doldurduğumuz şeyleri de tekrar eski yerlerine yerleştirelim derken çantaları komple dökmek zorunda kaldık ve toparlamak epey zamanımızı aldı tabiiJ
Batu Caves, Kuala Lumpur’un sadece 15 km kuzeyinde; dolayısıyla da ulaşmak son derece kolay. KL Sentral istasyonu yakınındaki KTM Komuter’den Port Klang trenine binildiğinde (kişibaşı 2 RM), 20 dk içinde Batu Caves durağına varılıyor.
Batu Caves, Dark Cave, Art Gallery Cave ve Temple Cave olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Her yıl Ocak veya Şubat aylarında düzenlenen Hindu festivali Thaipusam’da burası dünyanın dört bir yanından gelen milyonlarca kişiyle dolup taşıyor. Yüksekliği yer yer 100 metreye kadar ulaşan dünyanın en büyük mağara tapınağı Batu Caves’e toplam 272 merdivenle ulaşan Hindular, tanrı Lord Murugan için saygıda bulunurlar. Thaipusam Festivali sırasında yüz binlerce Hindu, pişmanlık ve özveri gösterisi olarak, şiş ve büyük kancalarla yanak veya dillerini yada derilerini delerek kefaret ödüyorlar.
Dünyanın en büyük heykeli olan 43 metre yüksekliğindeki Lord Murugan heykeli, Batu Mağarasının hemen önünde yükseliyor. 2006 yılında çelik sütunlar üzerine betondan yapılan bu heykel altınla boyalı.
Batu Caves çevresinde, içinde ve tırmanılan merdivenlerde çok sayıda maymun var; ziyaretçilerden aldıkları yiyeceklerle ve etraftaki çöpleri karıştırarak besleniyorlar. Çok yaklaşmamakta fayda var; zaman zaman saldırgan oldukları söyleniyor. Ayrıca içeride yarasalar, güvercinler ve pek çok da tavuk var J
Biz Batu Caves ziyareti için saat 09.00 gibi Kuala Lumpur’dan çıkıp öğle 12.00’de tekrar geri dönebildik. Tur satın almaya gerek olmayan ve girişi ücretsiz olan Batu Caves, 110 yılı aşkın yaşıyla Malezya’ya Kuala Lumpur’a gelen herkesin görmekten keyif alacağı bir yer.
Mağara tapınağın çıkışında hemen karşıda, birkaç tane yan yana Hint yemekleri yapan restoran var.  Burada Samosa, Roti Chanai, Tosai gibi birbirinden güzel çeşitleri deneyip yanında da Teh Tarik içebilirsiniz. Biz buradan terminale geçip oradan da Cameron Highlands’e gideceğimizden bu fırsatı kaçırmadık açıkçası J
Bu arada Batu Caves ziyaretimiz esnasında bir de hoş bir tören izleme şansımız oldu. Restorandan çıkıp istasyona doğru yürümeye başladığımızda önümüzde duran bir arabadan manken gibi iki genç kadın indi. İkisi de birbirinden güzel, son derece hoş giyinmiş, yüzleri, saçları çeşitli çiçekler ve altın pırıltılı takılarla süslenmiş bu kadınlardan biri gelin, diğeri de nedimesi gibi geldi bize.
Fotoğrafçının peşlerinde dolaşıp herkesin büyük bir ilgiyle izlediği bu iki kadın, sülün gibi süzüle süzüle yukarıda yeralan ve oldukça yoğun bir davetli kalabalığının doldurduğu salonun merdivenlerinden çıkmaya başladılar. Bir tür dini ayin olduğu düşündüğümüz töreni kaçırmamak için biz de hemen ayakkabılarımızı çıkarıp merdivenlerden yukarı çıktık tabiiJ  
Hint müziği eşliğinde ateşler ve çeşitli dualarla yapılan otantik bir töreni tesadüfen de olsa yakalamıştık, kaçırır mıydık hiç! J Her ne kadar anlamasak da herkesin, çocukların dahi gayet şık ve şıkır şıkır olduğu bu güzel tören için karşımıza çıkan ilk kişiye "biraz izleyebilir miyiz?" diye sorup cevabı beklemeden gelinin olduğu yere doğru seğirttik:) Misafirlerin garip bakışları altında biraz fotoğraf çektikten sonra tekrar aynı kişiyi bulup teşekkür ettikten sonra törenden ayrılıp istasyona geçtik.
İstasyondan aldığımız yeni iki biletle Kuala Lumpur’a varışımız sadece 20 dk sürdü. Trenden iner inmez hostele geçip çantalarımızı aldık ve bizi Cameron Highlands’e götürecek otobüsümüzün kalkacağı Puduraya terminaline doğru yürümeye başladık.
Cameron Highlands notlarında görüşmek üzere hoşçakalınJ   
















27 Mart 2014 Perşembe

2000 yıllık tarih ve kültür mirası BOROBUDUR

25 Mart Yogyakarta

Bali-Yogyakarta uçuşu 1 saat 10 dk sürüyor. Uçağımız Bali’den 06.00’da havalanıp 07.10’da Yogyakarta’ya vardı, ancak aradaki 1 saatlik fark nedeniyle Yogyakarta’da saat henüz 06.10’du. 

Havaalanına gelirken Endonezya’nın en düzgün işleyen, en güvenilir ve taksimetreli taksileri olan Bluebird’ü kullandık; kesinlikle tavsiye ederiz pazarlık yok, gezdirme dolaştırma yok, en kısa yoldan en hızlı şekilde götürüyorlar ve fiyat taksimetre ne diyosa o.J

Java Adası’nın en çok turist ziyareti olan şehri Yogyakarta (Jogja), dünya mirası listesinde yer alan ve 1991 yılında koruma altına alınan iki önemli tapınağa ev sahipliği yapıyor. Bunlardan birincisi ve bizim de Jogja’da bulunma nedenimiz BOROBUDUR dünyanın en büyük Budist tapınağı, PRAMBANAN da dünyanın en yüksek Hindu tapınağı.
BOROBUDUR hakkında internette sayfalarca bilgi mevcut ama kısaca anlatacak olursak, ne zaman yapıldığı net olarak bilinmemekle birlikte kalıntılardan elde edilen bulgular 9. yy’a işaret ediyor.

MS 775-842 yılları arasında Java’da hüküm süren Sanjaya ve Sailendra hanedanları tarafından inşa ettirildiği düşünülen tapınak, tamamlanmasından kısa süre sonra yaşanan (MS 859) Hindu işgaliyle birlikte terk ediliyor. Zaman içinde oluşan sayısız depremler neticesinde büyük bölümü yıkılıp kalıntıları da volkanik küller ve bitki örtüsüyle kapandığı için, tapınak adeta ortadan kayboluyor.

Yaklaşık 10 asır sonra yani 1800’lerin başında İngiliz bir albay tarafından keşfedilmesinin ardından başlayan kazı ve restorasyon çalışmaları yaklaşık 100 yıl sürüyor. Müzede gördüğümüz 1815 tarihli fotoğraflara bakınca, 27 ülkeden  onlarca sivil toplum örgütünün yer aldığı restorasyon sürecinin altında nasıl bir bütçe ve özverili bir çalışma yattığını anlamak hiç de zor değil.

Duvarlarına oyulmuş milyonlarca figürle Buda’nın hayatını anlatan BOROBUDUR'un Budizmin merkezinden bu kadar uzakta olmasının nedeni hala gizemini koruyor. Tapınakta toplam 504 adet Buda heykeli var ve Budist öğretiye göre hepsi oturuş+elini tutuş şekilleriyle farklı bir anlam ifade ediyor. Her ne kadar uzmanlar 10 kattan oluşan bu tapınağın Buda’nın 1. kattan 10. kata, yani maddesel alemden ruhani boyuta –nirvanaya- ulaşma sürecini anlatmak için yapıldığını söylüyorlarsa da, bu da varsayım olmanın ötesine geçebilmiş değil.

Hacı olmak isteyen Budistler 10 kattan oluşan bu tapınağa gelip doğu kapısından girerek her terası saat yönünde 7 defa tavaf ediyorlar ve her seferinde yine doğu kapısından bir üst kata çıkarak aynı şekilde saat yönünde dönmeye devam ediyorlar. Toplamda 5 km mesafeye denk gelen bu yürüyüş esnasında maddeci boyuttan ruhani boyuta geçtiklerine inanıyorlar. Bu konuda “ÇOŞKUN ARAL’IN GÖZÜYLE BOROBUDUR TAPINAĞIbaşlıklı yazıyı okumanızı öneririm.

BOROBUDUR sabah 06.00-06.30’dan itibaren turist istilasına uğruyor ve bu nedenle de tapınağı sakin ve sessiz haliyle ziyaret etmek isteyen herkes sabah saat 03.00’lerden itibaren yollara düşüp BOROBUDUR’da gün doğumunu yakalamaya çalışıyor. Vakti müsait olanlar Borobudur’da bir otelde kalıp, giriş kapısı açılmadan orada olabilirler ve bu durumda -hava da güzelse- BOROBUDUR’un tepesinden gün doğumunu seyredebilirler. Eminim muhteşem bir deneyim olacaktır.

Biz saat 06.00 uçağına binmek için 03.00’de kalkıp hazırlanıp havaalanına gelmiş, bulduğumuz kenar köşe yerlerde iki büklüm kestirmek dışında uykusuz ve de aç olduğumuzdan, hiç telaşe yapmadık açıkçası. Zaten uçaktan indiğimizde hafiften yağmur çiseliyordu ve güneş de çoktan doğmuştu. Bu yorgunlukla Borobudur’u görüp aynı gün trenle Jakarta’ya geçip sabahki Kuala Lumpur uçağını yakalamak, bizim için zaten yeterince büyük bir hedeftiJ  

Endonezya’da İngilizce hemen hemen hiç konuşulmuyor. Havaalanları veya turistik bazı yerler dışında İngilizce bilen biri bulmak oldukça zor. O nedenle “TransJogja” denen otobüsler Yogyakarta içinde seyahat etmenin en düzgün ve güvenilir yolu. Otobüslerde şoför dışında bir de görevli var ve hemen hepsi çat pat da olsa İngilizce biliyor, nerede ineceğinizi söylediğinizde gayet nazikçe yardımcı oluyorlar.

Jogja Havaalanı’ndan çıkar çıkmaz karşıdaki TransJogja durağına gidip kişi başı 3000 Rupi (60 kuruş gibi)’ye biletlerimizi alıp, akşam Jakarta’ya gidecek tren saatlerini ve fiyatlarını öğrenmek için Tugu Tren İstasyonuna gittik.

Fiyatlar yolculuğun rahatlığına göre değişiyor; en ucuz bilet 85.000 en pahalısı da 340.000 Rupi. Otobüslerde de durum aynı; 100.000 ve 200.000 Rupi olmak üzere iki tip otobüs var biri rahat diğeri standart koltuk. Trenler 8-10 saatte, otobüsler de 12 saatte Jakarta’ya varıyor. Vakit açısından otobüs de bir seçenek olabilirdi bizim için ancak otobüsler Giwangan Terminali’nden kalkıyor ve Giwangan Terminali ile Borobudur şehrin iki aynı yakasında yeralıyor. Jakarta’nın saat ayrımı olmaksızın devamlı korkunç yoğun olan trafiğinde şehri bir uçtan diğerine geçme stresini gözümüz yemedi doğrusu. Biz biletimizi orta rahatlıkta bir tren olan Business Class’tan aldık; fiyat kişi başı 190.000 Rupi ve saat 19.00’da hareket edip sabaha karşı 04.00’de Jakarta’da oluyor.

Biletleri aldıktan sonra Borobudur otobüslerinin kalktığı Jombor durağına doğru yollandık. Durağa vardığımızda saat 09.00’du ve  Borobodur otobüsü kalkmak üzereydi. Koşarak hemen atladık ve 1 saat sonra Borobudur terminaline varmıştık. Fiyat kişi başı 20.000 Rupi.

Sabah 03.00’den beri yollarda olduğumuzdan yorgun ve açtık; Borobudur’un küçük terminali civarındaki lokantalardan birine oturup birer omlet ve yanında pilavla karnımızı güzelce doyurduktan sonra kahvelerimizi de içip BOROBUDUR’a doğru yola koyulduk.

Terminalle BOROBUDUR tapınak girişi arasında 750-800 mt’lik bir yol var. Terminal çıkışında 10 Rupiye tuk-tuk’lar da var ama saat uygun ve hava da güzel olduğundan biz yürümeyi tercih ettik. Ana giriş kapısından itibaren başlayan hediyelik eşya satıcılarını geçip bilet gişesine geldiğimizde bir sürü turist ve öğrenciden oluşan müthiş bir kalabalıkla karşılaştık. Tam “eyvah bilet sırası mı yoksa” derken yanımıza bir görevli yaklaşıp “buradan buyurun lütfen” diyerek önümüze düştü. Yaklaşık 5 dk sonra biletlerimi almış, çantalarımızı emanete bırakmış, hediye birer şişe su elimize tutuşturulmuş olarak geziye başlamadan önce ikram edilen kahvelerimizi içiyorduk.

Bu arada bilgilendirme için tek başına BOROBUDUR Tapınağı giriş fiyatı 230.000 Rupi yani 46 TL. PRAMBANAN’ı da görmek isteyenler 2’li bilet alıyorlar o da 345.000 Rupi (70 TL).

BOROBUDUR’a giden her yanı yemyeşil ağaçlarla ve çimenlerle kaplı yol bizi doğruca giriş kapısına yani doğu kapısına (Timur) götürdü. Yol boyu etraftaki kartpostal ve hediyelik eşya satıcılarıyla boğuştuğumuzdan nereye geldiğimizi fark etmemişiz. Bir anda karşımızda beliriveren BOROBUDUR’u görünce ikimiz de adeta büyülenip donakaldık. Hemen kalabalığın arasından sıyrılıp yoldan uzaklaşarak 55.000 metre küplük bir lav kayasından yapılan bu devasa yapının seyrine daldık. Birkaç değişik noktadan fotoğraflarını çektikten sonra içine girmek üzere yavaş yavaş kapıya yaklaştık.

Birinci kattan başlamak üzere, olması gerektiği şekilde saat yönünde terasları gezip her seferinde yine doğu kapısından bir üst kata çıkarak 10 katı da dolaştık. 7’şer defa dönmediğimiz için hacı olmuş olmuyoruz tabiiJ ama her katın duvarlarında birbirinden farklı binlerce oymayı inceleye inceleye gezerken adeta zamanı unutmuşuz. İnsan bunu her kat için 7 defa yapsa gerçekten de  başka bir boyuta geçer diye düşünüyorumJ

BOROBUDUR’da geçirdiğimiz 4 saatin ardından, girerken emanet ofisine bıraktığımız çantalarımızı alıp tekrar birer kahve içtikten sonra otobüs terminaline yürüyüp Jombor otobüsüne bindik.  Sonrasında yine TransJogja’yla ama bu kez ters yöne gitmek kaydıyla Tugu Tren İstasyonu’na ulaşıp, Jakarta trenine binmeden önce sokak lokantalarından birinde birşeyler atıştırdık. Tren tam zamanında kalktı galiba; açıkçası koltuğa oturduktan sonrasını hatırlamıyorum; kendimizi uykunun yumuşak ve hafif ellerine öyle bir bırakmışız ki ne su, ne yemek ne de başka bir şey için kalkmadan ve ta ki tren görevlileri gelip de “son durak Jakarta” diye bizi uyandırana dek adeta baygın halde uyumuşuzJ

Sabah saat 04.30’da Jakarta tren istasyonunda indiğimizde hava henüz aydınlanmamıştı ve görevliler tarafından uyandırıldığımızdan, ikimiz de hala hafif uyku sersemi durumdaydık. Tren istasyonundaki tabloyu algılamakta önce epey zorlandık; her yer insan doluydu. İnsanlar, kadın erkek, çoluk çocuk yerlerde gazetelerin, karton kutuların üzerinde uyuyorlardıL

Aralarından atlaya zıplaya geçerek kendimizi istasyon çıkışındaki seven-elewen’a atıp yiyecek bir şeylerle kahve aldık. Bir yandan kendimize gelmeye çalışırken bir yandan da etraftaki alışılmadık manzarayı anlamaya çalışıyorduk. Trenlerden inen ve evlerine gitmek için toplu taşıt aracı kullanmak zorunda olan bu insanlar, seferlerin başlayacağı saate kadar, bu saatte gidebilecekleri en güvenli yer olan istasyonda bekliyorlardı. Yorgun olduklarından da buldukları ne varsa yere serip uyumuşlardı. Trenden indiğimizdeki uyku sersemi halimizle bizde “burası neresi biz nereye geldik” şoku yaratan görüntüler kahveden sonra yerine oturmaya başlamış, yavaş yavaş bizi kendimize getirmişti. Okuduğumuz pek çok yazıda da söylendiği gibi Jakarta son derece kalabalık, kozmopolit, karmaşık ve pek de hoş olmayan bir başkentti; zaten biz de sadece Kuala Lumpur’a uçmak için buradaydık ve şimdi buradan havaalanına geçmemiz gerekiyordu.

Önce yine Bluebird’lerden biriyle Gambir Terminaline geçip (20.000 Rupi) oradan da özel havaalanı otobüsleriyle (30.000 Rupi/kişi) Jakarta Uluslararası Havalimanı’na ulaştık. Havalimanına vardığımızda saat henüz 06.30’du; uçakta bir gecikme olmazsa 2,5 saat sonra havalanmış ve 4 saat sonra da Kuala Lumpur’da olacaktık. Bir gün önce sabaha karşı 03.00’de başlayan maraton nihayet bitmiş, Borobudur gezilmiş, Yogyakarta-Jakarta arası trenle katedilmiş ve havaalanına kadar zamanında gelinip uçuş kartları alınmıştı. Şimdi bekleme salonunda rahat rahat dinlenebilir, wi-fi’ya bağlanıp sakince maillerimize bakabilirdik.J


Bu arada Endonezya çıkışında, gümrükten önce 150.000 Rupi (30 TL) havaalanı vergisi ödeniyor; bunu ayırmadan “nasılsa artık çıkıyorum” deyip sakın paranızın tamamını çevirmeyin;) 














Bali'de son günümüz; tekrar görüşmek üzere hoşçakal BALİ :)


24 Mart  Bali’de son gün

Bu seyahatimizde toplam 6 gün ayırabildiğimiz Bali maceramız hemen hemen sona ermiş durumda. Yarın sabah 06.00 uçağıyla Java Adası’nın Yogyakarta şehrine geçiyoruz; BOROBUDUR’la bir randevumuz var.

Bu kısa süre içindeki gözlemlerimize dayanarak Bali hakkında son birkaç şey yazacak olursak Bali, farklı dinleri, kültürleri ve tarihsel geçmişleri olan insanların birbirlerine karışarak uyum ve huzur içinde yaşamayı başardıkları güzel bir ada.

Yemekleri de benzer bir sentezden geçmiş; Bali Mutfağı Endonezya, Çin ve Hint yemeklerinden oluşan zengin çeşidiyle gayet lezzetli. Cap Cay, Ayam Soto, Sea Food Mie Goreng, Samosa ve içinde lahana, havuç, kabak gibi çeşitli sebze bulunan Ommelet Vegeterian’ı tavsiye ederim.

Bali’deki en güzel şeylerden biri de masaj; çok sayıda ve çeşitli masaj salonları var, yanı sıra kumsalda güneşlenirken masaj yaptırmak mümkün. Tabii düzgün ve temiz bir yer konusunda biraz bakmak şart ama 1 saat için 50.000 Rupi (10 TL) gibi bir fiyat ödeyerek günün yorgunluğunu atmak son derece keyifli.

Bali’de bizim yaşadığımız en büyük olumsuzluk adanın fazla turistik, dolayısıyla da her şeyin tamamen ticari bakış açısıyla yapılıyor olması. Gittiğimiz sanat galerilerinde, oymacılık atölyelerinde, gümüş işlemeciliği yapılan üretim yerlerinde, dans gösterilerinde hep bu yapaylığı hissettik.

Hani “bu güzel insanlarla 20-25 yıl kadar önce tanışabilmeyi ve o zamanlar cennetten farksız olduğu çok aşikar bu adayı ve insanlarını doğal halleriyle tanıyabilmeyi isterdik” diyoruz ama sonuçta bu durum başta kendi ülkemiz olmak üzere her yer için geçerli olduğundan, görebildiğimiz güzellikler yanımıza kar diyerek yolumuza devam ediyoruz.

Bali’de göremediğimiz bir Amed, bir de Gili Adaları kaldı; belki buralarda durum merkezden biraz daha farklıdır. Gerçi Sanur’dan kalkan teknelerle Gili Adaları’na gitmek için bekleyen yolculara baktığımızda çok farklı bir şey hissetmedik ama sonuçta yaşamadan anlaşılmaz tabii. Bir dahaki Bali yolculuğumuzda Amed ve Gili Adaları rotamızda olacak. 








23 Mart 2014 Pazar

Bali’de motorsikletle 2 gün (Tanah Lot- Ubud- Tegalalah- Nusa Dua- Uluwatu- Jimbaran)

21-22 Mart Bali

Üçüncü gün açan hava ve kendini gösteren güneşle beraber Kuta sokakları müthiş bir kalabalığa bürünüp, plajlar güneşlenen ve sörf yapan turistlerle dolmaya başladı. Sabah hostelden kiraladığımız motorsikletle adanın diğer turistik merkezi olan Ubud’a doğru yola çıktık.

Malezya gibi Bali’de de trafik soldan işliyor, ayrıca çok fazla motorsiklet olduğundan biraz karışık alışmak zaman alıyor. Motorsiklet bisiklete göre daha hızlı tabii ve hem arkadan hem de karşıdan bir sürü sağlı sollu gelen motorlu olunca sapakları kaçırmak son derece kolay; çok dikkat etmek lazım.

Nitekim Sanur Plajı sapağını kaçırıp da doğu yerine kuzeye doğru gittiğimizi fark ettiğimizde şehirden epey uzaklaşmış durumdaydık. Biz de “n’olmuş yani” diyerek ertesi gün yapmayı düşündüğümüz Tanah Lot ziyaretini öne alıp rotayı ters çevirerek yola devam ettikJ Koca adada kaybolacak halimiz yoktu ve nasılsa bütün yollar bir şekilde diğerine bağlanıyorduJ

Bir gece Ubud konaklamalı 2 günlük motor gezimizde Tanah Lot tapınağını, tapınaklar şehri Ubud’u, ağaç oymacılığı ile ünlü Mas köyünü, altın ve gümüş işlemeciliği yapılan Celuk’u, Barong Dans gösterisini izlediğimiz Batubulan’ı, Tegallalah’taki pirinç teraslarını, Maymun Ormanını, Gili Adaları teknelerinin kalktığı Sanur Plajını, deniz üzerine kurulu muhteşem viyadüklerle birbirine bağlanan km’lerce uzunluktaki otobanla ulaşılan Nusa Dua’yı, Blue Point plajını, Julie Roberts ve Javier Bardem’in oynadığı “ye, dua et, sev” filminin çekildiği Padang Padang kumsalını, son derece yüksek sarp kayalıklar üzerine kurulu Uluwatu Tapınağını ve gün batımı ile ünlü Jimbaran’ı görerek tekrar Kuta’ya döndük.

Motorsiklet kiralayıp etrafta dolaşmak, istediğinde durup mola vermek, fotoğraf çekmek ve hepsinden önemlisi bu şekilde zaman zaman kaybolup tekrar kendi kendine yolu bularak gezmek, araçla dolaşmaktan veya tur satın almaktan daha eğlenceli geldi bize.

Bir kere özel şoförlerin hepsi “ezberlenmiş rota” üzerinde hareket ediyorlar. Yapılan pazarlığa göre rota belirliyor ve yolcular etrafta ne var ne yok tam olarak bilmediklerinden işlerine gelen yere götürüp, gitmek istemedikleri yerden ya hiç bahsetmiyorlar yada “çok uzak ekstra para isterim” diyerek gitmiyorlar. Ayrıca yemek konusunda da tercihi size bırakmayıp direkt anlaştıkları yerlere -genelde daha pahalı restoran veya kafelere- götürüyorlar. İkinci seçenek turlara katılmak ama onlarda da benzer şeyler var ve ayrıca mutlaka grupla birlikte hareket edildiğinden bireysel plan yapmak zor.

Gezdiğimiz yerlerden kısaca bahsedecek olursak Tanah Lot, içlerinde bize en ilginç geleniydi. Tapınak, diğer tapınaklarda da gördüğümüz gibi ulaşımı son derece zor bir noktaya kurulmuş. Etrafındaki sert dalgalar nedeniyle buraya geçiş tekneyle de mümkün değil; yanaşılması son derece zor. Ancak dalgaların durulduğu bir havada mümkün olabilir. Denizin ortasındaki küçücük bir adanın üzerine, bembeyaz dalgaların dövdüğü kayalar oyularak yapılmış bu tapınak öylesine büyüleyici ki fotoğraflar bu güzelliği anlatmakta yetersiz kalıyor. 


Ubud, Kuta’dan 1 saat uzakta, daha küçük ve yemyeşil. Burası için tapınaklar ve sanat galerileri şehri denebilir. Kuta’nın kalabalık ve gürültüsünden kaçanların konaklamak için tercih ettikleri yer olan Ubud’un hem konaklama hem de yeme-içme anlamında daha pahalı bir yer olduğunu söyleyebiliriz. Şehirden Kintamani Yanardağı yönünde ilerlendiğinde  karşınıza çıkan Tegallalah, pirinç teraslarıyla ünlü. Gerçi Filipinlerde Banaue ve Batad’ı gördükten sonra bu pirinç terasları çok özel değil ama yine de fotoğraf çekmek için gidilebilir.

Maymun Ormanı Ubud’un atraksiyonlarından bir diğeri. Avatar filmindekilere benzer muhteşem dev ağaçlardan oluşan “Monkey Forest” özellikle çocuklu ailelerin tercih ettikleri bir yer. Maymunlar irili ufaklı her yerdeler, ziyaretçilerin elinden kuruyemiş ve muz yemekten hepsi de toraman olmuşlar.Max yarım saatlik bir aktivite ama keyifli; giriş için yetişkin 20, çocuk 10 Rupi ödeniyor. Girmeden önce bolca sivrisinek kovucu sürmekte fayda varJ  

Bu arada Kuta’dan Ubud’a gidecekler için, sabah 09.00’dan itibaren her yarım saatte bir turist otobüsü var; kişi başı 60.000 Rupi. Ubud’da indikten sonra civarı dolaşmak için yine ya şoförlü bir araçla anlaşmak, ya tur satın almak ya da bizim gibi motor kiralamak gerekiyor.

Ubud-Kuta arasında yeralan Mas Köyü ağaç oymacılığıyla ünlü; ama ne ağaç oymacılığıJ.. İnanılmaz boyutlarda dev ağaçlar peynir gibi dilim dilim kesilmiş, üzerlerine elle işlenen ve aylar süren oymalarla dünyanın en otantik ve başka yerde eşi benzeri olmayan masaları, koltukları, sandalyeleri, kütüphaneleri, pencere-kapıları yapılmış. Bunların yanı küçük dekoratif ürünler de var; heykeller, masklar, abajurlar, sepetler, gazetelikler, aynalar,…gibi.

Bali genelinde Hindu tapınakları büyüleyici, özellikle Ubud ve civarında muhteşem tapınaklar var; her biri başlı başına bir sanat eseri gibi. Din sosyal hayatın her anında hissediliyor; sbahları her evin, her dükkanın önünde çiçekler, tütsüler ve küçük bir parça yiyecekle hazırlanmış sunakları görmek mümkün. Yağmur yağarken yine çiçekler hazırlanıp tütsü yakılarak bir sunak hazırlanıyor ve arkasından dua ederek dilekte bulunuyorlar. Çeşitli ayinlere denk geldik; her biri ayrı, son derece enteresan seramoniler. Fotoğraf çekmekle yetindik ama daha uzun süre kalındığında bunların hepsini detaylarıyla öğrenmek mümkün.

Bu arada Bali’de, tamamen buraya özgü Barong Dance, Kecak Dance,… gibi çeşitli dans gösterileri var. Biz Batubulan’da izleme şansı bulabildik; hatta biraz da gecikmişiz, salon dolmuş gösteri de kısa süre önce başlamış. Bizi müzisyenlerin hemen yanına oturttular böylece direkt sahnenin içinden seyrettik diyebiliriz; açıkçası hiç fena değildiJ Fiyatlar genelde 80-100.000 Rupi civarında.

İnternetten Bali dans gösterileri takvimi diye arandığında hangi dans nerede ve saat kaçta bulmak mümkün. Böylece seyahat planlaması yaparken gidilen yerde bu danslardan birini izlemek keyifli olabilir. Mesela bizim Ubud’da kaldığımız gün akşam 19.30’da güzel bir açık hava restoranında yapılan bir gösteri vardı; akşam yemeği dahil fiyatı 80.000 Rupiydi. Önceden bilgisi olup da biletlerini alanlar bu gösteriyi neredeyse sadece yemek fiyatına izleme imkanı bulabildiler.

Yolculuğumuzun ikinci gününde Sanur Plajı üzerinden Nusa Dua’ya geçtik. Sanur Plajı’nda hiçbir özel durum yok; burası sadece Gili Adaları’na kalkan teknelerin iskelesi olması dolayısıyla önemli.

Sanur’dan Nusa Dua’ya geçmek için devam ettiğimizde muhteşem bir paralı yolla karşılaştık. Tamamen deniz üzerine kurulmuş binlerce ayak üzerindeki viyadüklerle ilerleyen kilometrelerce yol bizi Nusa Dua’ya ulaştırdı.

Nusa Dua aynen Belek yada Beldibi gibi; büyük uluslararası oteller bütün sahili kapatmışlar. Otellere giden tüm yollara çevre düzenlemesi yaparak rengarenk çiçekler, yemyeşil ağaçlarve fıskiyeli havuzlarla adeta bir kartpostal havası oluşturmuşlar. Halka açık olan plajlarda ise hiçbir cazibesi olmayan çöplerle dolu bir kumsalla temiz olmayan bir deniz varL  

Nusa Dua’dan devam edip önce Uluwatu’ya, oradan da Jimbaran’a geçtik. Uluwatu Temple yüzlerce metrelik sarp kayalıkların üzerinde yeralıyor. Geniş bir alana yayılmış tapınakta en ilgi çeken şey maymunlar. Kolaylıkla ziyaretçilerin gözlüklerini veya ellerindeki telefon vb şeyleri çalıyorlar ve geri verme konusunda da çok nazlılar. Tapınağın girişinde bele dolamak için sarong veren insanlar, size muz satmaya çalışıyorlar. Nedeni maymun bir şeyinizi alırsa, karşılığında ona muz verin ki aldığını size geri versinJ 

Maymunlar hakikaten gözlüğe hiç dayanamıyorlar; kafanızda ya da gözünüzde gözlük varsa gayet dostane bir şekilde yanınıza gelip gözlüğü alıp gidiyorlar. Ben gözlüğümü çıkarıp çantama koyduğum halde yanıma kadar gelip gözlüğü almak için çantamı açmaya çalıştı, ısırdı falan derken ben çantamı kucağıma aldım da gittiJ

Uluwatu’dan Kuta’ya gelirken solda deniz kenarında yeralan küçük ve sevimli köy Jimbaran gün batımıyla ünlü. Boydan boya uzanan plaj, Kuta’daki Legian Plajı’nın devamı. İkisi arasında Denpasar Havaalanı yeralıyor. Jimbaran’da sahil restoranları akşamüstü kumsala hazırladıkları masaları mumlarla ve meşalelerle aydınlatıp, son derece güzel ve romantik bir hava yaratarak tur otobüslerinin gün batımı için getireceği müşterileri bekliyorlar..