29 Nisan 2014 Salı

Kamboçya’nın güneyinde iki şirin kasaba Kep&Kampot



25 Nisan Kep

Phnom Penn’den kalkan otobüsümüz Kep’e vardığında saat 19.30 olmuş hava kararmıştı. İndiğimiz yer terminal olmasına rağmen son derece ıssız, karanlık ve etrafta bir iki tuktukçu dışında kimseler olmadığından, araba hareket etmeden önce bir kez daha teyit edelim de yanlış inmiş olmayalım dedik ama doğruymuş Kep burasıymış.

Otobüs bizi bıraktıktan sonra Kampot’a doğru devam ederken biz de etrafımızdaki birkaç tuk-tukçudan gelen hostel önerilerini değerlendiriyorduk. Varisak Guest House’la  güzel İngilizce konuşan yaşlıca bir tuk-tukçu vasıtasıyla tanıştık ve konakladığımız 2 gün boyunca son derece memnun kaldık. Yemekler süper, fiyatlar uygun, çalışanların hepsi aynı ailenin mensupları ve hepsi de güler yüzlü. Sabah kahvaltısında muz, ananas ve mangodan yapılmış ev yapımı reçel ikram ediyorlar; bunca zaman sonra ilk kez ev yapımı reçel yedik harikaydı.

Kamboçya genelinde hostel standartları oldukça yüksek; odalarda uçaklarda verilenlere benzer minik diş fırçası&macun, tertemiz kokan havlular, tv, fan veya klima (arzuya göre), sabun, tuvalet kağıdı, hatta bir yerde şampuan ve duş jeli dahi gördük.  Odalar her gün temizleniyor, her gün havlular iki güne bir de çarşaflar değiştirilip eksik sabun, tuvalet kağıdı tamamlanıyor vs vs. En önemli şeylerden biri de wi-fi. Kamboçya’daki hostellerin hiç birinde wi-fi sorunumuz olmadı; sinyal hep güçlüydü ve internet son derece hızlıydı. Yazılarımızı fotoğraflarımızı biriktirmeden ve zorlanmadan yükleyebildik. Son olarak bütün bunlara rağmen fiyatlar 6-10$ arasındaydı (iki kişilik)

Gelelim Kep’e.. Kep özellikle mavi yengeçleri ve karabiberi ile ünlü bir balıkçı kasabası. Crap Market şehrin en hareketli yeri. Burada taze yengeçler, çeşit çeşit balıklar, dev karidesler, kalamarlar ve mürekkep balıkları ile yanında Kamboçya’nın en güzel biraları Angkor veya Cambodia eşliğinde mükemmel bir ziyafet yapılabilir... İki kişilik hesap 4-5$’ı geçmiyorJ

Karabiber plantasyonları şehrin 5 km kadar dışında yeralıyor. Kamboçya’nın tek ihraç edilen ürünü olan karabiber, oldukça zahmetli bir üretim sürecinden geçiyor. Burada yetişen karabiberler kırmızı, beyaz ve siyah olmak üzere 3 ayrı renk ve lezzette satışa sunuluyor.

Kep’in en güzel kumsalı Tavşan Adası’nda (Rabbit Island) yeralıyor. Adaya ister günü birlik ister konaklamalı ziyaret yapılabiliyor. Sahil boyu hemen her bütçeye uygun bungalowların bulunduğu Tavşan Adası(Rabbit Island)  hafta sonları hariç son derece keyifli ve sakin bir tatil seçeneği sunuyor. Günlük tur tekneleri iki kez gidiş (sabah 09.00 ve öğlen 13.00’de) 1 kez de dönüş (akşamüzeri 16.00’da) seferi yapıyor.  Biletler kişi başı 8$; buna otelden tuk-tukla alınıp iskeleye getirilme ve dönüşte de tekrar otele bırakılma hizmeti dahil.

Kep’te kaldığımız 2 gün boyunca kumsalda uzanıp deniz, güneş ve biraz da bisiklet yaparak dinlendik. Sabahları uyanmak için acele etmedik, bol bol ananas, mango ve deniz ürünü yiyip yorgun bedenlerimize doping yaptık. Chiang Mai’den başlayıp Angkor Wat ve Ölüm Tarlaları’yla sona eren yoğunlaştırılmış tarih ve kültür programından sonra, biraz daha tatil havasında birkaç gün geçirip, önümüzdeki günlerde bizi bekleyen gezi programımız öncesinde kısa bir mola vermiş olduk.

Kep’te geçen 2 gecenin ardından 20 km kadar daha batıya devam edip Kampot’a geçtik. Kampot Kep’e göre daha büyük, daha hareketli ve turistik bir yer. Turistik atraksiyonlar anlamında Bokor Tepesi,  mağaralar, günlük kısa mesafe doğa yürüyüşleri, bisiklet, nehir tekneleriyle gün batımı turları, tuz tarlaları ile karabiber ve durian plantasyonları sayılabilir.

Fransız koloniyal döneminden kalma binaları ve nehir kıyısında yeralan güzel modern restoranlarıyla birbirinden farklı yemek seçenekleri sunan Kampot için, güneyden giriş yada çıkış yapanların ya da buradan Vietnam’a geçecek olanların uğramaları gereken bir yer diyebiliriz.

Biz Kampot’ta sabahtan Old Market’i ve nehir boyunu gezdik, öğleden sonra da  motor kiralayıp Kampot-Kep arasındaki karabiber plantasyonları ile tuz tarlalarını görmeye gittik. Şehrin doğu ve batı yakasını birbirine bağlayan köprülerden geçip ara sokaklarda dolaştık, akşamüstü nehir kıyısında toplanan ve nehirden esen tatlı rüzgarla çoluk çocuk piknik havasında serinleyen Kampotluların arasına karışıp gün batımını seyrettik.

Yemek konusunda tercihimiz yine sokak lokantalarındaki yerel tatlardı; birbirinden değişik lezzetlerle karnımızı doyurduktan sonra günü, kek ve kahveyle bitirdikJ

Yarın sabah buradan Sihanoukville’e devam edeceğiz. Aslında sınırdan geçmeden önce birkaç durağımız daha var ama onlar konaklamalı olmayacağından Sihanoukville, ay sonunda ayrılmayı planladığımız Kamboçya gezimizin son noktası olacak. Tekrar görüşmek dileğiyle Kep ve Kampot notlarımız bu kadarJ

Merak edenler için karabiber nasıl üretilir? anlatıyorumJ

Şimdi.. olgunlaşan karabiber meyveleri aynı dal üzerinde kırmızı ve yeşil toplar halinde bulunuyor ve dal sıyrılarak toplanan meyveler öncelikle kırmızı&yeşil diye ayrılıyorlar. Yeşil meyvelerden hem siyah hem de kırmızı karabiber üretiliyor, kırmızılardan ise sadece beyaz karabiber. Nasıl mı?

Yeşil meyveler 3 dk kaynatılıp güneşte kurumaya bırakıldıklarında siyah karabiber, 5 dk kaynatılıp aynı şekilde güneşte kurumaya bırakıldıklarında kırmızı karabiber oluyor. Ağaçtan toplanırken kırmızı olanlar n’oluyor peki derseniz, onlar da 10 dk kaynatılıp üzerlerindeki kabuk soyulunca  beyaz karabibere dönüşüyorlar. Hepsi güneş altında yeterince kuruduklarında, paketlenip satılmaya hazır hale geliyorlar. 


Kep Crap Market

Kep'in en hareketli yeri Crap Market'te tipik bir Güneydoğu Asya
sabah kahvaltısı.. Pilav-Balık-Bira

Kep Plajı

Kep sahil yolu

Birbirinden güzel Kep gün batımlarından biri

Konakladığımız Varisak Guest House'un terasında akşam yemeği

Burada motorlar double deck :)

Karabiber plantasyonun

Kep Sahili'nden 

Kampot-Kep yollarından

Kampot-Kep arasında fıstık ayıklayan bir aile

Kampot nehir boyu

Kampot nehri kıyısında gün batımı

26 Nisan 2014 Cumartesi

Killing Fields (Ölüm Tarlaları) ve Tuol Sleng Müzesi (Kamboçya)



25 Nisan Phnom Penn devam

Phnom Penn de bütün başkentlerin yada metropol kentlerin yaşadığı trafik, kalabalık, gürültü ve pislikten muzdarip durumda. Her yerde yüzlerce motorsikletli tuk-tuk, bunun yanında bisikletli olanlar, ne zaman
nereden çıkacağı belli olmayan ve hepsi de bu yoğun trafikte uzun zamandır seyahat etmekten “cambaz” olmuş binlerce motorsikletli.. Sokaklar, yiyecek tezgahları ve park edilmiş tuk-tuklarla neredeyse işgal edilmiş gibi; yaya kaldırımı denen şeyse zaten yok.

Sabah odaya yerleşir yerleşmez ilk olarak duş ve kahvaltı işini halledip, günü iyi kullanabilmek için kendimizi bira an önce dışarı atıyoruz. Kaldığımız yer son derece merkezi olduğundan, pek çok yere yürüyerek ulaşabilecek durumdayız ancak asıl görmek istediğimiz Ölüm Tarlaları(Killing Fields) ile Tuol Sleng Hapishanesi’ne ancak tuk-tukla gidilebiliyor. Bu arada hava korkunç sıcak ve boğucu; odadan çıkar çıkmaz üzerinden ter boşanıyor insanın.

Birkaç tuk-tukçuya fiyat sorduktan ve hemen hepsinden 20$ fiyat aldıktan sonra günü birlikte geçireceğimiz Run’la tanışıp çok da uzun konuşmaya gerek kalmadan 13$’a anlaşıyoruz ve hemen yola çıkıyoruz. Killing Fields, 1970’lerde yaşanan Kızıl Khmer vahşetinde şehrin epey dışındaymış ve Kızıl Khmer askerleri dışında bölgede yaşayan kimse yokmuş her yer tarlaymış. Şimdi ise tamamen şehrin içerisinde kalmış durumda ve şu anda insanlar adeta bu vahşetin, bu çılgınlığın izleriyle içiçe yaşıyorlar.

Kızıl Khmerler hakkında okunabilecek, isimleri internette mevcut pek çok kaynak var ve açıkçası döner dönmez benim ilk hedefim, bunlardan birkaçını okumak. Ama burada kısaca değinecek olursam, 1975 – 1979 yılları arasında Kamboçya’da yönetimde bulunan Demokratik Kamboçya hükümeti ve liderleri Pol Pot önderliğinde uygulanan aşırı-komünist rejim, kendi kendine yetebilen bir tarım toplumu oluşturma ideolojisini hayata geçirmek amacıyla, öncelikle şehirleri tamamen boşaltıp herkesi köylerde yaşamaya ve tarlalarda çalışmaya zorluyor. Sonra da bu toplumun temel direği olarak gördüğü köylü ve toprak çalışanı sınıfına dahil olmayan tüm Kamboçyalıları katletmeye başlıyor.
Eğitim görmüş Kamboçyalılar, şehirlerde yaşayan ve maddi durumu iyi olan modern sınıf, akademisyenler, doktorlar, sanatçılar, aktörler, aktristler, teknisyenler, din adamlarının tamamı Kızıl Khmerler tarafından aileleriyle birlikte öldürülüyor. Olaylar bir süre sonra öyle bir hal alıyor ki, yabancı bir dil bildiği ya da sadece gözlük taktığı için bu sınıfa ait olduğu varsayılan sayısız Kamboçyalı, Kızıl Khmerler’in kurbanı oluyor. Aileler dağıtılıyor, tarlalarda çalışamayacak kadar yaşlı, hasta ya da güçsüz olan herkes ölüme terk ediliyor, çocuklar ailelerinden ayırılıp çocuk asker yetiştirme kamplarına gönderiliyor.
Yönetimde oldukları bu 5 senelik dönemde Kızıl Khmer rejimi tarafından öldürülen Kamboçyalıların sayısının 2,5 milyonu bulduğu tahmin ediliyor. Bu dönemde zaten Kamboçya’nın toplam nüfusu 8 milyon.. Günümüzde sokaklarda karşılaştığımız, alışveriş yaptığımız, bir şekilde tanışıp konuştuğumuz Kamboçyalıların pek çoğunun ailesinde Pol Pot rejimi tarafından öldürülmüş anne babalar, kardeşler, akrabalar var.

Kamboçyalılar  yakın tarihte yaşanan bu vahşetten mutlaka utanç duyuyor, kayıplarına ilişkin bu acıyı içlerinde taşımaya devam ediyorlar ama ne ulusal ne de uluslar arası platformda bunu unutturma gayreti içinde değiller. Tam tersi  Ölüm Tarlaları ve Tuol Sleng Hapishanesi gibi Pol Pot vahşetinin bire bir yaşandığı noktaları ziyaretçilere açıp bu konuda her türlü bilgiyi veriyorlar.
Bu ülke ve insanları, yakın tarihlerindeki bu utancın üzerini örtüp, delilleri ortadan kaldırmak ve bunu olmamış gibi göstermek yerine, alınması gereken unutulmaz bir ders olarak tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor ve gülümsemeye devam ederek daha güzel ve umut dolu yeni bir tarih yazmaya çalışıyorlar.
Ülkenin çeşitli yerlerinde başka Ölüm Tarlaları’na da rastlamak mümkün ancak en bilineni Phnom Penh’de bulunanları. Bir audio-rehber eşliğinde burayı gezerken, binlerce insanın katledilip gömüldüğü toprakların üzerinde yürürken hissedilenleri anlatmak mümkün değil. Kurbanların dişleri, kemikleri ve giysilerinden parçalar bugün hala yoğun yağmurların ardından toprağın üzerine çıkmaya devam ediyor.

Girişte yeralan anıtta, öldürülen ve bu tarlalara gömülen 8000 kişinin kafatası ve öldürüldükleri suç aletlerinin fotoğrafları var. Bütün gün hatta gece  gözümüzün önünden gitmeyen baltayla yarılmış, kalın çivilerle delinmiş, ezilmiş, parçalanmış, dişleri sökülmüş gözleri çıkarılmış bu kafatasları insanın insana verebileceği zararın sınırları açısından görülmeye değer. Kamboçya’ya gelen herkese burayı mutlaka ziyaret etmelerini ve yakın tarihte yaşanan bu vahşetin izlerini görmelerini öneririz.

Killing Fields’in ardından Run bizi dönemin en büyük suç merkezine yani Tuol Sleng Hapishanesi’ne götürdü. 1975 öncesinde okul olarak yapılan ancak eğitimin gereksiz olduğunu söyleyen Kızıl Khmerler tarafından kapatılan diğer okullar gibi boşaltılıp tüm öğrenciler çocuk asker yetiştirme kamplarına gönderildikten sonra hapishaneye dönüştürülen bina, bugün müze olarak hizmet veriyor. 700.000’den fazla insanın çeşitli gerekçelerle her türlü ağır işkenceye maruz kaldığı bu eski hapishanede işkence aletleri, işkence resimleri, insanların işkence yapılmadan önce ve sonra çekilmiş fotoğraflarıyla  öldürülen akademisyenlerin, doktorların, teknisyenlerin kendi el yazılarıyla hazırlanmış biyografileri sergileniyor.

Binlerce çocuk, kadın, erkek hepsi isimleri alınıp fotoğrafları çekilip kaydedilerek önce işkenceye maruz bırakılmış daha sonra da Killing Fields’e gönderilip orada infaz edilmiş. Kimse yakınlarının çocuklarının anne babalarının nereye götürüldüklerini öğrenememiş; bir başka çalışma kampına götürüldükleri söylenerek kamyonlara bindirilen hastalar, iş göremez durumda olanlar yada sözde isyancılar, ya önce Tuol Sleng Hapishanesi’nde işkenceye tabi tutulup ölüme terk edilmişler ya da direkt ölüm tarlalarına götürülüp öldürülmüşler.

Bu konuda internette pek çok film, kitap ve bilgi yeralıyor. Önce Babamı Öldürdüler (First They Killed My Father) adlı kitap bu dönemi birebir yaşamış biri tarafından yazılmış. Ayrıca bizim ziyaretimiz sırasında hapishanenin bahçesinde stantları bulunan iki kişi vardı; hapishaneden sağ kurtulmayı başaran toplam 7 kişiden halen hayatta olan son 2 kişi  Bou Meng ve Chum Mey, nasıl kurtulduklarını ve o dönemde tanık oldukları vahşeti yazdıkları SURVIVOR adlı kitaplarını imzalıyorlardı.

Gerek Toul Sleng Müzesi gerekse Killing Fields (Ölüm tarlaları) yürek parçalayan hikayeleri, dokümanları ve fotoğraflarıyla  insanı insan olduğundan utandıran çok önemli iki yakın tarih belgeseli. Tüm tuk-tukçular aynı yönde ve aslında birbirlerinin devamı olmaları dolayısıyla bu iki ziyareti birleştirmeyi öneriyorlar. Açıkçası biz de aynını yaptık ama sonrasında öylesine bir acıya boğulduk ve hiçbir şey konuşamadan saatlerce öylesine sersem sersem ortalıklarda dolandık ki,
sanki birini yarına bıraksak daha iyi olurmuş gibi hissettik.

Bu arada Killing Fields’de Kızıl Khmerler dönemine ilişkin 15 dk’lık bir film gösterimi var. Saat 13.00-15.00 arasında hemen her 15 dk’da bir gösterimi yapılan bu filmin aynını Toul Sleng Müzesi’nde  de izlemek mümkün ama burada sadece sabah 10.00 ve öğleden sonra 15.00 olmak üzere iki seans mevcut.

Günün bundan sonraki bölümünü Run’ın bizi bıraktığı Ulusal Müze ve Kraliyet Sarayı’yla ve Kraliyet Sarayı içinde yeralan Gümüş Pagoda gezisiyle tamamladık. Saraydan çıktığımızda akşam üstü olmuştu. Mekong Nehri kıyısındaki restoranlar, barlar, pastanelerle yolun kenarına dizili motorsikletli ve bisikletli tuk-tuklar her ikimize de biraz Alsancak Kordonu hatırlattı.

Şehrin diğer yerlerinden çok daha modern bir havaya sahip olan Mekong kıyısında akşam üzeri pek çok koşan, yürüyen veya spor yapan insanla da karşılaştık. Hostele dönmeden önce 19. sokağın 148. sokakla kesiştiği köşede bulunan ve yerel yemekler yapan küçük ama güzel bir lokantada akşam yemeğimizi yiyip sonra da Phnom Penn Sorya Transport denen otobüs terminaline gidip ertesi gün için Kep biletlerimizi aldık.

Phnom Penn’de gezilebilecek yerlerden bir diğeri de Central Market. İçinde takıdan kıyafete meyveden sebzeye, yemeye ve ete kadar hemen her şeyin satıldığı devasa bir market olan Central Market’i, biz ikinci güne bırakmıştık. Zaten otobüs terminalimizin hemen yanında yeralıyor olduğundan otobüs saatine kadar gezecek bol bol zamanımız oldu. Central Market değişik bir mimariye sahip ve akla gelebilecek her şeyin satıldığı yüzlerce dükkanı barındırıyor.

Bunun gibi Phnom Penn de bir de Russian Market var ama biz oraya gidemedik. Hem zamanımız olmadığından hem de açıkçası her yerde aynı şeyleri görmekten sıkıldığımızdan Russian Market’i pas geçtik J

Bilgi anlamında yazmak gerekirse;
Ölüm Tarlaları giriş bedeli 3$ (audio istenirse +3$)
Tuol Sleng Hapishanesi giriş bedeli 2$
National Museum giriş bedeli 5$
Kraliyet Sarayı giriş bedeli 6$ ( Bir de Kraliyet Sarayı için hem erkek hem de kadınlarda uzun etek veya pantolon ile kısa kol gömlek şartı aranıyor. Şal numarası tutmuyor; bilginize..)

Kulak kesile suç aletleri

Ellerin bağlandığı teller


Öldürülen akademisyenlerin bazılarının kendi el yazılarıyla
hazırladıkları biyagrafileri (Tuol Sleng Hapihanesi)

Killing Fields girişi

Killing Fields'de yeralan anııtta 8000 kafatası sergileniyor 

450 kurbanın toplu mezarı
Kimyasal maddeler deposu.. Burası DDT gibi cesetlere dökülen kimyasalların
durduğu depo. Bu iki amaçla yapılıyor; birincisi ölüm tarlalarının yakınında çalışan
insanların şüphelenmemesi için ölülerden çıkan kokuyu yok etmek,
ikincisi de diri diri gömülen insanların ölmesini sağlamak 

Yoğun yağmurlarda hala insanların giysi parçaları yüzeye çıkıyor


Tuol Sleng Hapishanesi girişi

Okuldan hapishaneye dönüştürülen Tuol Sleng  (S-21) 'in ilk hücreleri 

İşkenceyle öldürülen binlerce genç..

Neden öldürüldükleri hakkında hiç bir fikirleri olmayan masum insanlar

onbinlerce erkek..

Binlerce kadın, çocuk..

Toplam 2,5 milyon insan.

Artan tutuklu sayısı nedeniyle ufaltılan hücreler

Fotoğraflardaki korku

Tuol Sleng hapishane binalarından biri

Tuol Sleng'den sağ kurtulmayı başarmış 7 kişiden biri Chum Mey,
SURVIVOR adlı kitabıyla

Kendisi kurtulan ancak karısı Ölüm Tarlaları'nda infaz edilen Bou Meng
SURVIVOR adlı kitabını imzalıyor

Mekong Nehri kıyısı Alsancak Kordon'u hatırlattı bize.. Özledik:)


Alsancak Kordon'un faytonlarının yerine buranın tuk-tukları


19.sokakla 148.sokağın kesiştiği köşede bir yerel lokanta var; yemekleri
gayet başarılı tavsiye olunur.









25 Nisan 2014 Cuma

"Hotel Bus" ile Siem Reap'ten Phnom Penn'e yolculuk


24 Nisan Phnom Penn

Siem Reap-Phnom Penn için hem gündüzü yemeyelim hem de boşuna hostel parası vermeyelim diyerek gece otobüsünü seçtik. Başkent olması dolayısıyla Phnom Penn’e hemen hemen her saat  için otobüs bulmak mümkün.

Varış saatimiz sabahın çok erken saati olmasın diye en geç saatlere (24.00 ve 24.30) yer baktık. İki tip otobüs vardı, biri koltukları iyi yatan bildiğimiz otobüsler, diğeri de “hotel bus” denen ve koltuk değil direkt yataklardan oluşanlar. Fiyatları karşılaştırdık, 9$ ve 10$ şeklinde olunca “hiç hotel bus deneyimimiz yok bir deneyelim” diyerek tercihimizi hotel bus’tan kullandık.

Saat 11.30 gibi firmanın servisi bizi hostelden aldı ve otobüsün beklediği nehir kenarına vardığımızda yolcuların bir kısmı içeriye yerleşmiş durumdaydı. Çantalarımızı bagaja verip kapıdan içeri girer girmez, şoför elimize tutuşturduğu plastik poşetleri göstererek “ayakkabılar poşete” dedi. Hemen çıkarıp ayakkabıları poşetlere koyduk ve yerimizi aramak üzere otobüse geçtik ki bir de ne görelim içeride otobüs falan yok J

Normal yürümenin mümkün olmadığı ancak yan yan yürünerek ilerlenebilen koridorun sağı ve solu, perdelerle kapatılmış ranza şeklinde kabinlerden oluşuyordu. Bizim numaramız 7-8’di ama hiçbir yerde ne rakam ne de bir işaret göremediğimizden ve soracak kimse de olmadığından, panik bir halde  “7-8 numarası neresi” diye hafiften bağırınca perdelerin içinden birileri çıkıp “burası 10 numara geriye doğru gidin” diye cevap verdi.

Her yer kapalı olunca yürürken ne kadar ilerlediğini de anlayamıyor insanJ Tam neresi falan diyecekken biri yanımıza kadar gelip ”7-8 burası” diyerek bize yolculuk yapacağımız “hücreyi” gösterdi. Kabin yada tüp de diyebilirim ama “hücre” daha iyi anlatıyor, çünkü birincisi penceresi yok; dışarı bakan taraf tamamen kapalı. İkincisi yandan perdelerle, ayak ve baş ucundan da panelle ayrılmış durumda ayrıca tavan da son derece basık; dolayısıyla direkt hücre gibi görünüyor. Klimalar full çalıştığından ortam serin, hani onlar da çalışmasa insan hem havasızlıktan ölür hem de aklını yitirir maazallah!

Bu arada sadece koridorun ışıkları yanıyor, perdeleri çekince içerisi zifiri karanlık; aynı korku filmi gibiJ Cep telefonunu ışık yapıp etrafta ne var ne yok şöyle bir anlamaya çalışırken otobüsün de hareket ettiğini fark ettik. El yordamıyla battaniyeleri ve yastıkları bulmuş, elimizdeki ayakkabı poşetlerini de ayak ucumuzdaki filelere yerleştirmiştik. Birbirimizi sürekli telkin ederek ve işin iyi tarafından bakıp “aa elektrik prizi de var, wi-fi da varmış, hem böyle uzun yatınca insanın orası burası ağrımaz ve sabah daha dinç kalkar herhalde” gibi şeylerle avutarak aklımıza mukayyet olmaya çalışırken, uyuya kalmışız.

Sabah saat 08.00’de sağ salim Phnom Penn’e vardığımızda, ben hala gece yattığım pozisyonda hiç kımıldamadan uyur durumdaydım. Bora gece iki defa mola veren otobüsten inmiş, tekrar binmiş, su almış falan ama ben hiçbirini duymamışım.

Bu arada otobüs gündüz gözüyle biraz daha farklı göründü gözümüze; alt katlar yine aynıydı tabii ama en azından üst katlar böyle karanlık ve mezar şeklinde değil, pencere olduğundan daha ferahtı. Belki gündüz seyahat denense böyle yatarak ve etrafa baka baka gitmek.. bir yandan da internet falan fena olmayabilirJ

Velhasıl yaşarken kötü ama deneyim anlamında bir şey daha öğrendiğimiz bir yolculuğun ardından Phnom Penn’de otobüsten indiğimiz yer şehrin merkeziydi; Night Market yürüyerek 5 dk mesafedeydi. Hemen çantalarımızı alıp bulduğumuz ilk tuk-tukçuyla pazarlık yapıp 1$’a anlaşarak hostel bulmak üzere Night Market’e doğru ilerlemeye başladığımızda geceden kalma her hangi bir yorgunluk hali taşımadığımızı görüp şaşırdık. Kapkaranlık bir tüpte gelmiştik ama ikimiz de kütük gibi uyumuş dinlenmiştikJ

Birkaç yer dolaşıp hem fiyatları hem de odaları gördükten sonra Phnom Penn’in hostel standartlarının düşük, buna karşılık fiyatlarının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. İlk iki denemeden sonra 172. sokakta hemen her yere ulaşım açısından merkezi bir konumda olan “Golden Home” adında bir hostel bulduk. Penceresi olan havadar, aydınlık, temiz ve de klimalı oda için başta 12$ istemelerine rağmen 10$’a anlaştık.


Çantaları odaya koyup duş ve kahvaltının ardından şehrin 15 km dışında kalan Killing Fields’e(Ölüm Tarlaları) gitmek üzere kendimizi yollara attık. Killing Fields ziyaretiyle başlayan Phnom Penn günlüğümüz bir sonraki yazıda devam ediyor olacak. Görüşmek dileğiyle J


Çantalar ayak ucumuzda..
Karanlıkta yaptığımız birçok denemeden sonra hücremizi ve
kendimizi gösteren bir fotoğraf çekebildik :)
Kaldığımız Golden Home Guest House 172. sokaktaydı



Angkor Wat gezimizin 3. ve son günü


23 Nisan Siem Reap

Bugün hem Angkor Wat gezimizin hem de  Siem Reap ziyaretimizin son günü. Sabah 08.00 gibi kahvaltımızı bitirdiğimizde tuk-tukçumuz Ruat aşağıda hazır bekliyordu.

İlk olarak şehrin doğusunda yeralan tapınakları ziyaret ettik. Bu bölgedeki  tapınaklar ilk 2 gün ziyaret ettiklerimize göre daha küçük ve pek ihtişamlı değiller. İçlerinde en gösterişlisi Bakong’du ama şunu söylemek isterim ki Angkor Tapınakları’nı bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, 400 km2 gibi devasa bir alana yayılmış bu kalıntılar, tapınaklar, mezarlar ve bunların içinde yer aldığı muhteşem ormanlar, her yeriyle keşfedilmeyi hak ediyorlar.

Bakong Tapınağı’nı gezdikten sonra yolun diğer tarafında kalan Lolei Tapınağı’nı da görüp biraz da etrafı gezelim diyerek Tonle Sap Gölü’ne doğru yolumuza devam ettik. Yol boyunca “gerçek Kamboçya” diyebileceğimiz pek çok üzücü görüntüyle karşılaştık.  Direkler üzerinde derme çatma klubelerin yeraldığı dere boyları, aralık kapılarından içerisi görünen kapkaranlık evler, dere kenarlarına atılmış yığınlarla çöpler ve çöplerin hemen yanında çırılçıplak dolaşan bebeklerle derede yüzen çocuklar, toz duman yolların kenarındaki tezgahlarda açıkta satılan meyveler, yiyecekler, bir deri bir kemik mutsuz yüzler ve sürekli talepkar bakışlar.. Benzerlerine özellikle Bolivya’da tanık olduğumuz ve ikimizi de büyük bir çaresizlik hissiyle dilsizleştiren bu görüntüleri izledikten bir süre sonra dönmeye karar verdik. 

Dönüş yolunda, gelirken de gördüğümüz ama “dönüşte dururuz” diye pas geçtiğimiz lotus tarlalarında bir mola verip, lotus tarlalarını gezdik ve biten su şişemize koymak üzere biraz lotus satın alıp biraz da fotoğraf çektikten sonra yol boyu sağlı sollu uzanan pirinç tarlalarını izleyerek tekrar şehre vardık.

Siem Reap’le ilgili listemizde mutlaka yapmak istediklerimizden biri de Angkor National Museum gezisiydi. Angkor Wat’ı ve diğer tapınakları gördükten sonra burayı ziyaret etmemiz son derece isabetli oldu zira orada gördüklerimizle burada izlediklerimiz birleştiğinde kafamızdaki büyük resim daha bir netleşti. “1000 Buddha Galerisi”nin de yeraldığı müzenin giriş bedeli 15$, fotoğraf çekmek yasak olduğundan müzeye ilişkin resim koyamıyorum ama son derece etkilendiğimi ve verilen her kuruşa değdiğini söyleyebilirim.

Günün kalanında Siem Reap nehir boyunu gezip, nehrin iki kıyısında da boylu boyunca uzanan yemyeşil çimenlerin keyfini çıkardık. Daha önceki yazılarda da belirttiğim gibi burada bira 0,5 cent ve çok şükür ki nehir boyunda uzanıp bira keyfi yapmak “yasak” değil J Ayrıca meyvelerin hepsi birbirinden güzel ve hemen hepsinin fiyatı 1$. Ananas, papaya ve mangostean benim en sevdiklerim. Benim için “meyve” demek, besleyici olduğu kadar moral, mutluluk ve gülümsemek demek J 

Siem Reap’in turistik destinasyonlarından bir diğeri de Angkor Tapınaklar komplexi içinde bulunan, şehrin 50 km kuzeydoğusunda dağların ve ormanların içerisinde yer aldığından tuk-tukla ulaşımı oldukça zor olan Phnom Kulen yani Kulen Milli Parkı.

Milli parkın işletmesi 1990’ların sonlarında özel bir firmaya verilmiş, bu firma halihazırda kullanılan yolu yapıp Phnom Kulen’i ziyarete açmış. Burada 60’a yakın tapınak bulunuyor ancak tapınakların durumu Angkor Wat veya Ankor Thom gibi değilL hemen hemen hepsi tahrip olmuş durumdalar. Fakat Milli Park içinde iki ayrı şelale yeralıyor ve her ikisi de kuru yada yağışlı sezon ayrımı olmaksızın gürül gürüller.

Özellikle yerli halkın tatil günleri ve festival dönemlerinde piknik yapıp yüzmek için tercih ettiği Phnom Kulen için kişi başı 20$ giriş bedeli ödemek gerekiyor. Ayrıca yolu son derece dar ve sorunlu olduğundan çift yönlü araca izin verilmiyor; sabah saat 11.00’e kadar çıkış, 12.00’den sonra da ancak iniş yapılabiliyor.

Biz Ruat’a sorduğumuzda gitmek konusunda pek istekli olmadığını anladık; belki de bu yüzden fiyatı yüksek tuttu ama Kulen Milli parkı için bizden istediği fiyat 30$’dı!!L Ayrıca günümüzün yarısı zaten geçtiğinden bugün için artık yukarı çıkma şansımız kalmamıştı. Yarın için biletimizi aldığımızdan Siem Reap’te bir gün daha kalma şansımız da yoktuL

Düşündük taşındık ve Angkor Wat ve Angkor Tapınaklar Kompleksi’nin bizim için yeterince doyurucu olduğuna karar verdik. Dolayısıyla biz, uzun süredir kurduğumuz Angkor Wat hayalini gerçekleştirmiş olmanın mutluluğuyla Phnom Kulen’in şimdilik sadece fotoğraflarına bakmakla yetiniyoruz. J


Kamboçya’da Siem Reap’ten sonraki durağımız başkent Phnom Penn ve otobüsümüz bu gece 24.00’de hareket ediyor olacak. Yolculuk aslında 5 saat sürüyormuş ama yol yapım çalışmaları nedeniyle 7-7,5 saate kadar çıkabilirmiş; Phnom Penn notlarıyla devam ediyor olacağım; şimdilik hoşçakalın. J