25 Nisan 2014 Cuma

"Hotel Bus" ile Siem Reap'ten Phnom Penn'e yolculuk


24 Nisan Phnom Penn

Siem Reap-Phnom Penn için hem gündüzü yemeyelim hem de boşuna hostel parası vermeyelim diyerek gece otobüsünü seçtik. Başkent olması dolayısıyla Phnom Penn’e hemen hemen her saat  için otobüs bulmak mümkün.

Varış saatimiz sabahın çok erken saati olmasın diye en geç saatlere (24.00 ve 24.30) yer baktık. İki tip otobüs vardı, biri koltukları iyi yatan bildiğimiz otobüsler, diğeri de “hotel bus” denen ve koltuk değil direkt yataklardan oluşanlar. Fiyatları karşılaştırdık, 9$ ve 10$ şeklinde olunca “hiç hotel bus deneyimimiz yok bir deneyelim” diyerek tercihimizi hotel bus’tan kullandık.

Saat 11.30 gibi firmanın servisi bizi hostelden aldı ve otobüsün beklediği nehir kenarına vardığımızda yolcuların bir kısmı içeriye yerleşmiş durumdaydı. Çantalarımızı bagaja verip kapıdan içeri girer girmez, şoför elimize tutuşturduğu plastik poşetleri göstererek “ayakkabılar poşete” dedi. Hemen çıkarıp ayakkabıları poşetlere koyduk ve yerimizi aramak üzere otobüse geçtik ki bir de ne görelim içeride otobüs falan yok J

Normal yürümenin mümkün olmadığı ancak yan yan yürünerek ilerlenebilen koridorun sağı ve solu, perdelerle kapatılmış ranza şeklinde kabinlerden oluşuyordu. Bizim numaramız 7-8’di ama hiçbir yerde ne rakam ne de bir işaret göremediğimizden ve soracak kimse de olmadığından, panik bir halde  “7-8 numarası neresi” diye hafiften bağırınca perdelerin içinden birileri çıkıp “burası 10 numara geriye doğru gidin” diye cevap verdi.

Her yer kapalı olunca yürürken ne kadar ilerlediğini de anlayamıyor insanJ Tam neresi falan diyecekken biri yanımıza kadar gelip ”7-8 burası” diyerek bize yolculuk yapacağımız “hücreyi” gösterdi. Kabin yada tüp de diyebilirim ama “hücre” daha iyi anlatıyor, çünkü birincisi penceresi yok; dışarı bakan taraf tamamen kapalı. İkincisi yandan perdelerle, ayak ve baş ucundan da panelle ayrılmış durumda ayrıca tavan da son derece basık; dolayısıyla direkt hücre gibi görünüyor. Klimalar full çalıştığından ortam serin, hani onlar da çalışmasa insan hem havasızlıktan ölür hem de aklını yitirir maazallah!

Bu arada sadece koridorun ışıkları yanıyor, perdeleri çekince içerisi zifiri karanlık; aynı korku filmi gibiJ Cep telefonunu ışık yapıp etrafta ne var ne yok şöyle bir anlamaya çalışırken otobüsün de hareket ettiğini fark ettik. El yordamıyla battaniyeleri ve yastıkları bulmuş, elimizdeki ayakkabı poşetlerini de ayak ucumuzdaki filelere yerleştirmiştik. Birbirimizi sürekli telkin ederek ve işin iyi tarafından bakıp “aa elektrik prizi de var, wi-fi da varmış, hem böyle uzun yatınca insanın orası burası ağrımaz ve sabah daha dinç kalkar herhalde” gibi şeylerle avutarak aklımıza mukayyet olmaya çalışırken, uyuya kalmışız.

Sabah saat 08.00’de sağ salim Phnom Penn’e vardığımızda, ben hala gece yattığım pozisyonda hiç kımıldamadan uyur durumdaydım. Bora gece iki defa mola veren otobüsten inmiş, tekrar binmiş, su almış falan ama ben hiçbirini duymamışım.

Bu arada otobüs gündüz gözüyle biraz daha farklı göründü gözümüze; alt katlar yine aynıydı tabii ama en azından üst katlar böyle karanlık ve mezar şeklinde değil, pencere olduğundan daha ferahtı. Belki gündüz seyahat denense böyle yatarak ve etrafa baka baka gitmek.. bir yandan da internet falan fena olmayabilirJ

Velhasıl yaşarken kötü ama deneyim anlamında bir şey daha öğrendiğimiz bir yolculuğun ardından Phnom Penn’de otobüsten indiğimiz yer şehrin merkeziydi; Night Market yürüyerek 5 dk mesafedeydi. Hemen çantalarımızı alıp bulduğumuz ilk tuk-tukçuyla pazarlık yapıp 1$’a anlaşarak hostel bulmak üzere Night Market’e doğru ilerlemeye başladığımızda geceden kalma her hangi bir yorgunluk hali taşımadığımızı görüp şaşırdık. Kapkaranlık bir tüpte gelmiştik ama ikimiz de kütük gibi uyumuş dinlenmiştikJ

Birkaç yer dolaşıp hem fiyatları hem de odaları gördükten sonra Phnom Penn’in hostel standartlarının düşük, buna karşılık fiyatlarının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. İlk iki denemeden sonra 172. sokakta hemen her yere ulaşım açısından merkezi bir konumda olan “Golden Home” adında bir hostel bulduk. Penceresi olan havadar, aydınlık, temiz ve de klimalı oda için başta 12$ istemelerine rağmen 10$’a anlaştık.


Çantaları odaya koyup duş ve kahvaltının ardından şehrin 15 km dışında kalan Killing Fields’e(Ölüm Tarlaları) gitmek üzere kendimizi yollara attık. Killing Fields ziyaretiyle başlayan Phnom Penn günlüğümüz bir sonraki yazıda devam ediyor olacak. Görüşmek dileğiyle J


Çantalar ayak ucumuzda..
Karanlıkta yaptığımız birçok denemeden sonra hücremizi ve
kendimizi gösteren bir fotoğraf çekebildik :)
Kaldığımız Golden Home Guest House 172. sokaktaydı



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder