3 Haziran 2013 Pazartesi

İnkaların Başkenti Cusco& Machu Pichu Yol Hazırlıkları



8 Şubat 2013 Cuma.. Ülkeler arası saat farkını yine atladığımız ve saatimizi yine geri almadığımız için(!) sabah 06.00’dan beri ayaktayız:) La Paz-Cusco arasında 1 saat gibi bir fark var.. Gerçi işimize yaradı; hem duş almak hem de iyi bir kahvaltı yapmak için bol bol zamanımız oldu.

Sabah kalkar kalkmaz ilk iş küçük çantamıza yağmurlukları ve bir günlük kıyafet koyduk; büyük sırt çantalarımızı ise hosteldeki dolaplara kilitledik. Machu Pichu dönüşü 1 gece daha Cusco'da kalacağımızdan, ertesi gün için aynı odaya rezervasyon yaptırıp uzun uzun kahvemizi içip keyfini çıkara çıkara kahvaltı yapmak üzere aşağıya kahvaltı salonuna indik..

Peru’ya girdiğimizden buyana hem renkler hem de insan manzaraları değişmiş durumda.. Her yer yemyeşil, araziler ekili, etraf daha temiz ve yaşam standardı biraz daha yüksek.. Cusco görebildiğimiz kadarıyla çok düzenli ve güzel bir şehir.. Koloniyal yapılar, kiliseler, şehir meydanındaki dükkanlar hepsi de insanda fotoğraf çekme isteği uyandırıyor.. Dün gece yağan şiddetli yağmurun ardından sokaklar tertemiz ve sakin.. En önemli caddesi Avenue El Sol, sabahın erken saatlerinde dükkanlarını açan ve sabah temizliği yapan insanlarla dolu..

Machu Pichu trenine sabah saat 07.00 civarında Cusco’dan binmek yerine biletimizi saat 13.00 gibi Ollantaytambo’dan kalkacak trene aldık; böylece hem biraz daha dinlenmiş hem de bir yer daha görmüş olmayı planlıyoruz. Bu arada Ollantaytambo’dan kalkan trenin fiyatı hedefe yaklaşmış olunması dolayısıyla nispeten daha ucuz.. Ollantaytambo-Machu Pichu gidiş Machu Pichu-Cusco dönüş biletine 228$ (400 TL) ödedik.

Ollantaytambo’ya giden dolmuşların kalktığı yer Plaza De Armas’a yaklaşık 10 dk uzaklıkta.. Geniş ve sağlı sollu temiz, bakımlı dükkanlarla görkemli koloniyal yapıların yeraldığı Avenue El Sol yürüyüş için son derece keyifli.. Ayrıca banka ve kambiyo ihtiyacı için de doğru adres burası.. Bu arada 1$=2,56 Sol  ve 1 Sol=1,40 TL gibi.. Cusco-Ollantaytambo arası yaklaşık 1,5 saat; her yarım saatte bir araç kalkıyor;  taxiler, minibüsler ve otobüsler var.. Fiyatlar ise 10-15 sol civarında.. Biz 8 kişilik bir minibüse bindik; kişi başı 10 sol ödedik..

Saat 11.30 gibi vardığımız Ollantaytambo son derece şirin, temiz ve sakin bir yer; aynı zamanda da İnkaların en önemli ve en iyi korunmuş kalelerinden biri.. Her yer yemyeşil, hemen kenarından gürül gürül bir nehir geçiyor.. Yemek ve konaklama açısından çok hoş mekanlar var.. Kalabalıktan kaçan, sakin yerleri ve doğada yürüyüş yapmayı seven ve bu şekilde dinlenen insanlar için burası birkaç gün kalınabilecek bir yer.. Ollantaytambo aynı zamanda 4 gün süren ve 81 km’lik İnka Trail’in de başlangıç noktası.

Trenimiz saat 12.58’de Machu Pichu’ya hareket etti ve saat 15.30’da aslında adı Aquas Calientes (sıcak  sular) olan ancak Machu Pichu turizmi nedeniyle artık aynı adla anılan bu küçük köye vardık.. Köy tahmin edilebileceği gibi son derece turistik; her yer dünyanın dört bir yanından Machu Pichu’yu görmeye gelen turistlere hizmet vermek için açılmış işletmelerle dolu.. Trenden iner inmez istasyonuna yakın bir hostele yerleşip çantamızı bıraktıktan sonra dışarı çıkıp öncelikle yarın için Machu Pichu biletlerimizi satın aldık. Güncel fiyatlar şöyle : 128 sol Machu Pichu, 142 Sol Machu Pichu Dağı, 158 Sol Wayna Pichu Dağı..


Her ne kadar akşam üzeri başlayan ve şakır şakır yağıp geçen her saat de şiddetini artıran yağmur yarın için moralimizi bozmaya çalıştıysa da biz kararlıyız.. Bunca zorlukla aldığımız Peru vizesi sonrası Machu Pichu’ya çıkmadan buradan gitmeyeceğiz:)

Peru Vizesi Tamam Yola Devam



7 Şubat 2013 Perşembe.. Nihayet inadımız sonuç verdi ve El Alto Peru Konsolosluğu’nun yetkilisi Senyora Rosario’nun da desteğiyle Peru’dan 7 günlük vizeyi kopardık..

Bu kadar kısa sürede bir ülke hakkında fikir edinmek son derece zor ama yapacak bir şey de yok.. 7 günde en çok görmek istediğimiz yerleri (Cusco-Machu Pichu-İca-Lima ve Huaraz gibi birkaç nokta) görüp Peru’dan Ekvator’a geçeceğiz.. Bu arada birkaç günlük gecikmeler çok büyük problem olmuyormuş; galiba gecikilen her gün için 1 $ ceza ödeyip çıkılabiliyormuş ülkeden..


 Şu anda saat 09.00’da La Paz’dan kalkan otobüsle Cusco’ya doğru yol alıyoruz ve böylece 29 gün kaldığımız, her şeyin en yükseğini barındırmasıyla ünlü bu güzel ülkeyi.. uçsuz bucaksız çölleri, tuz düzlükleri, coca yaprağı yardımıyla uyum sağlamaya çalıştığımız 4000 mt üzerindeki şehirleri, gölleri, yemyeşil balta girmemiş ormanları.. İnkaları, Quechuaları, Aymaraları ve tüm bu kültürlerin bir araya gelmesiyle oluşan zengin renkleri, karnavalları, müzikleri.. ağızlarında altın dişleri, başlarında yüksek fötr şapkaları, neredeyse dizlerine kadar uzatıp ördükleri siyah saçları, altlarında beyaz jiponlarıyla rengarenk geniş plili etekleri ve şallarıyla her biri ayrı bir fotoğraf karesi olan kadınları.. çöp yığınları, sokak lokantaları fakirlik sefalet ve yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veren sert , mutsuz ve çaresiz bakışlı insanlarıyla Bolivya’yı geride bırakıyoruz..

La Paz’da geçirdiğimiz ikinci dört gün hem vizenin sonuçlanması ve Peru’yu atlayıp Ekvator’a geçmek zorunda kalmamamız, hem de burada bir araya geldiğimiz Cemal, Gizem (Copacabana’da dolaşırken bir anda karşımıza çıkan ve “siz Türk müsünüz” diyen Eskişehir'in Güney Amerika temsilcisi) ve Paşa ile beraber dışarı çıkma fırsatı bulmamız açısından keyifli oldu.. Ayrıca bir şekilde fırsat yaratıp öğle yemeğinde Paşa ile paylaştığımız sarımsaklı, kekikli domates soslu spagetti ve Türk usulü çoban salata öyle yerini buldu ki, artık gözümüz arkada değil:) 

Bu arada La Paz'daki müzeler sokağını da ziyaret ettik; hem enstrüman müzesini, hem etnografya müzesini hem de folklor ve geleneksel kıyafetler müzesini gördük. Aynı sokakta bir de eski bir Bolivya evi var, tüm eşyalarıyla korunmuş ve geçmişe ait yaşantı hakkında ciddi fikir veren bir yer; müze olarak ziyarete açılmış durumda ve bizce görülmesi gereken köşelerden biri.

Paşa dün akşam saat 23.30 gibi kaldığımız hostele vedalaşmaya geldi; bu arada kitaplarımızı değiştik o bana “Zen ve motorsiklet bakımı “ adında bir kitap verdi ben de ona yola çıkmadan hemen önce aldığım Amin Maalouf’un son kitabı Doğudan Uzakta’yı.. Sarıldık öpüştük birbirimize bundan sonrası için şans dileyip vedalaştık.


Hangisi ayağını sürüdü bilmiyoruz ama bu sabah otobüste bu kez Nurdane ile tanıştık.. Nurdane Viyana’da yaşıyor; aslında Tunceli Dersim kökenli, son derece zeki konuşkan ve hayat dolu bir kız.. Güzel sanatlar okumuş Viyana’da ve bu dönem diplomasını almış; kendisini ödüllendirmek için de hep hayalini kurduğu Güney Amerika’ya 5 aylık bir geziye çıkmış.. Arequipa’ya gidiyormuş, Türkçe konuştuğumuzu duyunca sohbet etmek üzere yanımıza yaklaştı ve yaklaşık 4 saatlik maceramız böylece başlamış oldu.. La Paz’dan hareket eder etmez başlayan keyifli sohbet nedeniyle nasıl geçtiğini anlamadığımız yaklaşık 2 saat sonunda Peru sınır geçişine gelmiştik. Hep birlikte otobüsten inip önce Bolivya çıkış damgalarımızı vurdurduk; az ilerideki köprü Peru’ya geçiş noktasıydı ve köprünün hemen yanında da Peru giriş damgasını almamız gereken gümrük ofisi yeralıyordu. Yavaş yavaş yürüyerek ve bu arada da sohbet ederek ofise yaklaştık.. Bir de ne görelim ben diyeyim 80 siz deyin 180 kişi arka arkaya sıraya girmiş bekliyor!! Diğer pek çok ülkedeki sınır geçişlerinde olduğu gibi muavinin hepimizi bir yere toplamasını ve otobüs için ayrı bir memurdan hepimize geçiş damgası almasını bekleyerek geçirdiğimiz birkaç nafile dakika sonrasında böyle bir durum olmadığını, bizim de topluca bu kuyruğun sonuna girmemiz gerektiğini öğrendik:( Yaklaşık 2 saat güneşin altında elimizde pasaportlar bekledikten sonra ancak damgalarımızı alabildik ama sadece bu nedenle saat 20.00’de olmamız gereken Cusco’ya ancak 09.30’da varabildik..


 Bu arada Allah’tan güneş vardı da altında bekleyebildik; eğer sonraki 2 saat içinde bastıran yağmur o sırada gelmiş olsaydı ne yapardık bilemiyorum. Bu kadar turist çeken, özellikle de Bolivya girişi bu kadar yoğun olan bir gümrük kapısının bu denli sahipsiz, kötü organize ve keşmekeş halinde olması anlaşılır gibi değil.. Ne adam gibi bir bina, ne yeterli görevli, ne bir tuvalet ne de herhangi bir önlem.. Hiçbir şey yok.  Tablo itibarıyla aslında bu bölgenin Bolivya’dan çok bir farkı da yoktu; yine sokak lokantaları, yine her yerde çöp, yine etrafta ağır bir çiş kokusu ve dilenen derin, çaresiz bakışlı insanlar.. Peru sınır kapısı olduğunu gösteren tek şey Peru Sol’u satmaya çalışan sokak kambiyocularıydı..



Damgalarımızı alıp tekrar otobüse bindikten yaklaşık 2,5 saat sonra Puno’ya vardık;  Puno Arequipa’ya gidecekler için araç değiştirme noktasıydı yani Nurdane ile vedalaşma noktamız.. Yine adreslerimizi alıp verip sarılıp öpüştükten sonra otobüse binip yerimize oturduk. Otobüsün yarısından fazlası boşalmıştı; üst katta sadece 5 kişiydik. Yolun bundan sonraki bölümü Cusco’ya kadar yaklaşık 5 saatti; dışarıda şimşekler çakar ve sicim gibi yağmur yağar şekilde yol aldığımız 5 saatin sonunda yarın bizi Aguas Calientes’e (Machu Pichu’ya) götürecek trenin kalkacağı Cusco’daydık..  12 saat sürmesi gereken yolculuk gümrük işlemleri nedeniyle 15 saati bulmuştu; aslında karnımız da feci açtı ama açıkçası gözümüz biran önce Hostel Bright’ı bulup kendimizi yatağa  atmaktan başka hiçbir şey görmüyordu. 

Dünyanın en yüksek gölü Titikaka



02 Şubat 2013 Cumartesi.. Dünyanın en yüksek gölü olan Titikaka Gölü’nün deniz seviyesinden yüksekliği 3822 mt.; Güney Amerika’nın pek çok doğal güzelliğinde olduğu gibi Titikaka Gölü de Peru ve Bolivya arasında paylaşılıyor. Titikaka Gölü Tiwanaku kültürünün merkezi, Copocabana ve Isla Del Sol (Güneş Adası) da Titikaka Gölü’nün Bolivya tarafında görülebilecek en güzel iki noktası.

Copacabana deyince ilk olarak akla Rio De Janeiro’daki plaj geliyor tabii ama gerçek Copacabana burada ve 3822 mt’de yeralması dolayısıyla Rio De Janeiro’daki plajlarda görülebilecek manzaralar burada yok.. Güneş öğle saatlerinde gerçekten son derece yakıcı olmasına rağmen gölde yüzen insan sayısı 15-20’yi geçmiyor.

Bugün buradaki 4. günümüz.. İlk iki günü etrafta dolaşarak, bu küçük kasabaya göre son derece büyük olan kiliseyi gezip, göl kenarındaki sahilde yürüyüş yaparak ve kasabanın hemen üzerindeki tepeye çıkıp her adımda biraz daha güzelleşen manzaranın keyfini çıkararak geçirdik. Dünse sabah erkenden kalkıp 08.30’da hareket eden  Isla Del Sol teknelerinden birine binip adaya gittik. Ada son derece sakin; pek çok da hostel var; Copacabana’ya göre biraz fiyatlılar ama değişiklik olması açısından adada kalmak ve tepelerden Titikaka Gölü’nü izlemek son derece keyifli olabilir..

Adaya iner inmez önce Tiwanaku kültürüne ait kalıntıların sergilendiği müzeyi gördük; ardından adanın en kuzeyinde yeralan Chincara’ya yürüdük burada da yerleşim yeri şeklinde tarihi kalıntılar var; dolaşıp biraz fotoğraf çektikten sonra bu kez adanın en güneyinde yeralan Yumani’ye geçtik. Bu yol genelde tüm turistlerin yürüdükleri ve son derece güzel manzaralar içeren yaklaşık 8 km’lik bir yol. Hemen hemen ya tamamı iniş ve düz yol olduğu için yürüyüş keyifli; sadece giderken mutlaka şapka ve güneş kremi götürmek gerek; güneş affetmiyor..

Bu arada dün sabahtan itibaren Copacabana’da Karnaval var.. Sabahtan top sesleriyle başlayan kutlamalar bandolar ve rengarenk kıyafetler içinde dans edip şarkılar söyleyen kadınlı erkekli grupların gün boyu resmi geçidiyle devam ediyor. Herkes bira içiyor, kasabanın değişik köşelerinde 8-10 ayrı sahne kurulmuş ve her sahnede ayrı bir orkestra canlı müzik yapıyor. Sınırsız bira artık neredeyse sokaklardan akıyor.. Kadın erkek herkes sarhoş; kimi ayakta zor duruyor kimi bir kenarda sızmış uyuyor, kimiyse kendini dansa vermiş deli gibi dans ediyor.. Geceleri Copacabana havai fişek ve müzik sesleriyle inliyor; saat 02.30’a kadar devam eden eğlenceler nedeniyle herkes dışarıda; sokaklar tıklım tıklım.. Karnaval Pazar akşamına kadar üç gün sürecekmiş..

Copacabana’daki ikinci günümüzde çarşıda dolaşıp akşam için yiyecek bir şeyler ararken bir anda önümüzde iki kişi belirdi ve durup bize dikkatli bakmalarından Türk olabilecekleri kanaatine kapıldık. Birkaç saniyelik karşılıklı bakışma ve sessizlik sonrası “Türk müsünüz” deyince Paşa ve Seçkin’le tanışmış böylece de sonrasında geçecek son derece keyifli 4-5 saatin ilk adımını atmış olduk..

 Seçkin ve Paşa hemen hemen 20 gündür Güney Amerika’dalarmış ve La Paz’dan Peru vizesi almayı başarmışlar. Bizim alamadığımızı duyunca hikayelerini anlattılar;  onlar da önce tıpkı bizim gibi La Paz’dan denemişler ve başaramamışlar. Sonra yılmayıp bir de El Alto’dan denemeye karar vermişler; bu kez zor da olsa 15 günlük vizeyi kapmışlar. Bizimle son derece umut verici bir şekilde  konuştular ve kafamızı yine karıştırdılar. “Buralardayken bir kez de El Alto’dan denemeden vazgeçmeyin, bizce kesin alırsınız, bize göre pek çok avantajınız var, mutlaka verirler işte şöyle deyin, böyle deyin, bol bol por favor deyin”diyerek bizi ikna ettiler. Ayrıca sağolsun Paşa üşenmedi ve durumumuzu anlatıp bize vize verilmesi konusunda yardım isteyen İspanyolca güzel bir dilekçe yazdı. Evraklarımızı tekrar hazırladık; bakalım Pazartesi günü La Paz’da bu kez El Alto’daki konsoloslukta şansımızı tekrar deneyeceğiz..

Paşa ve Seçkin’le geçirdiğimiz saatler gerçekten son derece keyifliydi; vize işi olsun olmasın Türk yardımlaşmasının çok güzel örneklerinden biriydi yaşadığımız. En çok üzüldüğümüz ise Paşa’nın bir laf arasında “abla ne zamandır makarna sayıklıyoruz, şöyle bir makarna olsa da yesek diyoruz” dediğini duyduktan sonra güzel bir spagetti yapıp yanına biralarımızı açıp hep birlikte yiyecek zaman olmamasıydı.. Zira Paşa ve Seçkin hemen ertesi gün La Paz’a geri dönüyorlardı çünkü Seçkin sadece yıllık izin için gelmişti ve zamanı dolmuş İstanbul uçağı ertesi gün La Paz’dan kalkıyordu.. İstemeyerek de olsa ayrıldık.. Neyse Paşa bir süre daha Oruro ve La Paz’da olacakmış; bizim o güzel spagettilerimizden birini Paşa’yla paylaşmadan buralardan ayrılmayız inşallah:)




Lima "OLMAZ" dedi mi OLMUYORMUŞ



29 Ocak 2013 Salı.. Bu sabah silah sesleriyle uyandık! Baktık ki bütün sokaklar insan seli, trafik durmuş, şoförsüz arabalar La Paz’ın ana caddesini tamamen kapatmış.. Grev varmış meğer; dolmuşçular grevi.. Belediye, önünde yazılı olduğu halde bellerine kadar arabalardan sarkıp gideceği yeri bağıran, iki dakikada bir her elini kaldırana durduğu için trafiği allak bullak eden ve ne kırmızı ışık ne de yaya geçidi tanımayan dolmuşçulara bir düzenleme getirmek istiyormuş, onlar da bunu protesto etmek için kontak kapama eylemi başlatmışlar ve 24 saat süreyle bütün trafiği kilitlemişler.. Pek çok dükkan, evinden gelemeyen insanlar nedeniyle hiç açılmamış bugün..

Silah sesleri akşama kadar aralıklarla devam etti;  bir ara bir şeyler almak için dışarı çıktığımızda baktık ki sokaklarda polislerin sayısı artmış başkanlık sarayı ve civarı korumaya alınmış, çocuklar La Paz’ın en işlek caddesini top sahası yapmışlar, dükkanların kimisi açık kimisi kapalı tam bir keşmekeş!!


Neyse gelelim beklediğimiz vizeye.. Bugün saat 15.00’te sağolsun Senyor Eduardo konsolosluğu aradı;  ses tonu ve  dialog tam rüyamızdaki gibi değildi tabii ama son derece kibar, sakin ve biraz da uzun konuşmasından anladık ki bir sorun var!!! (ARKA SES: Aaaaaaaaaa!!!)  Sessiz sedasız konuşmanın bitmesini bekledik tabii ve sonuçta öğrendik ki başvurumuz reddedilmiş!!! (ARKA SES: Ooooooooooo!!!)

Vize olayına üzülmüştük aslında ama konuşmalardan sonucu anlamayı başardığımız için de mutlu olmuştuk; yani İspanyolca konusunda ne kadar ilerlediğimizin göstergesiydi bu; konuşamasak da anlıyorduk artık:)
Bürokratlar malum dünyanın her yerinde aynı.. Eksik evrak mı var, fotoğraflarımızı mı beğenmediler, paramızı mı az buldular ya da tam tersi fazla mı geldi, benim el yazımda mı sorun vardı bilemiyoruz; hiçbir açıklama yok sadece “Lima’dan kabul edilmedi dediler, biz de bu kadarını biliyoruz” demiş konsolosluktaki adam Senyor Eduardo’ya..

Hepimiz çok sıkıldık; artık 5 gündür buradakilerle de kanka olduğumuzdan bir anda bu Peru’ya n’apmalı da bunu yerde bırakmamalı havasına girdik hepimiz.. İşte “acaba önce Ekvador’a gidip oradan mı geçilsindi? Yoksa El Alto’daki konsolosluktan bir daha mı denensindi? Ya bu ne demekti? Aptal bürokrasi ve inisiyatif kullanmaktan aciz bürokratlar dünyanın her yerinde böyleydi.. Amaaan canım vermezlerse vermesinlerdi.. Ne vardı sanki bu kadar bu Peru’da?” falan filan derken ilk şoku atlattık:)

İşin esprisi bir tarafa Peru gerçekten görülmesi gereken ülkelerden biriydi bizim için ve bu durumu hemen hiçbir yerde okumamıştık hiç beklemiyorduk; herkes ama 2 günde ama 5 günde sonuçta La Paz’dan vizesini alıp Peru’ya geçiyordu. Bu şekilde yabancılara vize verilmediği ve Türkiye’den ayrılmadan alınması gerektiği hakkında en ufak bir fikrimiz olsaydı, gelmeden önce mutlaka bunu hallederdik..

Burada yaşadığımız bu aptalca durum karşısında duyduğumuz utanç gerçekten tarifsiz.. Burada günlerdir konuştuğumuz, Peru’da gideceğimiz yerleri paylaşıp tavsiyeler aldığımız bizden hiçbir anlamda farklı olmayan insanların tamamı Peru’ya gidiyor, bizse kenarda durup gidenleri uzaktan seyrediyoruz. İşte bu çok ağırımıza gidiyor.. Sahipsiz olduğumuzun farkındayız;  “gidip büyük elçilikle konuşalım” falan diyoruz ama hiçbir anlamı olmayacağını da biliyoruz.. Çünkü anlamı olsa zaten şu anda bunu yaşamayacağımızı biliyoruz.. Bizi yönettiğini sanan, ancak bu güzel ülkeyi, bu güzel insanları, bu engin kültürü ve eşsiz doğayı hiçbir platformda hakkıyla temsil edemeyip üstelik de ihanet edenlerden bir kez daha utanç duyuyoruz..

Beklemediğimiz bir şey olduğu için biraz afalladık; bir anda planları değiştirip yeniden organize olmak ve toparlanmak biraz zamanımızı aldı ama şu anda iyiyiz. Yarın sabah 08.00’de dünyanın en yüksek gölü olan Titikaka Gölü’ne ve kıyısındaki Copacabana’ya gidiyoruz. Vize sevdasına, 5 gündür 3660 mt’lik bu şehir ellerinde harap olduk; yanaklarımızda coca yaprakları, nefesimiz daralıp duruyor.. Göl, dağ, yürüyüş falan derken kendimizi tekrar formatlamaya ihtiyacımız var.. Sonrası için de planımız 4 Şubat'ta La Paz’a gelmeden El Alto’daki havalimanından direkt Quito’ya (Ekvador’a) geçmek. 

Birinci Peru Vizesi başvurusu (La Paz)




28 Ocak 2013 Pazartesi.. Gezgin ruhumuz durmadan “La Paz” yazmaktan sıkılmış durumda ama ne yazık ki birkaç gün daha bunu yazacağız gibi görünüyor.

Peru Konsolosluğu maceramız beklediğimiz kadar kötü başlamadı.  Yani pek çok sitede vize işlemlerine bakmayan Peru Büyükelçiliği ve biri La Paz’da diğeri El Alto’da iki ayrı Peru Konsolosluğu arasında mekik dokuyup, asık suratlı ve tek kelime İngilizce konuşmayan konsolosluk görevlileri hakkında epeyce satırlar okuduktan sonra, bugün karşılaştığımız manzara nispeten “ümit vericiydi” diyebiliriz.  

Öncelikle konsolosluk görevlisi son derece kibar ve güler yüzlüydü; “hadi bakalım iyi gidiyoruz” deyip rahatladık. İngilizce konuşmadığı doğru ama ona da çözüm bulmuştuk (akıllıyız ya geceden google translator aracılığıyla diyeceklerimizin İspanyolcasını en nazik dille hazırlamıştık) bir çırpıda elimizdeki kağıdı okuyuverdik. Adamın gözlerindeki pozitif bakış hakikaten fotoğraflıktı; biz de “oldu bu iş” deyip sevindik tabii ama hemen arkasından İspanyolca konuşmaya başlayıp da tek kelimesini anlamayınca yaşadığımız çaresizliğin tarifi mümkün değil tabii:(

Ne şanslıyız ki karşımızda iki rahibe oturuyordu; saniyeler uzayıp gidip de bizden tek ses çıkmayınca zaten  yaşam amaçları “yardım” olan bu iki melek insan imdadımıza yetişti ve koro halinde “biz çevirebiliriz” diyerek tüm konuşmayı İngilizce tercüme ediverdi.

Meğer adam pasaportlarımızı istiyormuş ve kısa bir incelemeden sonra bize bilgi verecekmiş. Neyse verdik pasaportları; adam 5 dakikalığına ortadan kaybolduktan sonra elinde pembe bir kağıt ve iki formla göründü, bu arada da uzun uzun bir şeyler anlatıyordu.. Gözümüz adamda koltuğumuzda kımıl kımıl kayarak rahibelere sokulup “ne oluyor n’apıcaz” deyince öğrendik ki elindeki pembe kağıt evrak listesiymiş, ayrıca bu iki formun doldurulması gerekiyormuş, bunlar eksiksiz verilirse vize 3 ile 5 gün arasında çıkabilirmiş. Formlar ise basit bilgiler içeriyormuş (pasaport numarası, adres, tel, Peru’da nerede kalınacak, hangi şehirlere gidilecek vb).. Yabancı dil olunca ve de bir paragraf dolusu konuşulunca insan doktora tezi isteniyor gibi algılıyor!! :)
  
Neyse hemen aşağıya fotokopiciye koşup eksik evrakları tamamladık , formları doldurmak üzere internet kafeye girip birkaç bilgi aldık ve 20 dk sonra her şey hazır yine aynı yerdeydik ama ne yazık ki rahibeler gitmişti.. Bırakın rahibeleri bizden başka kimse yoktu:( Evrakları alan adam yine ortadan bir süreliğine kaybolduktan sonra bu kez elinde daha küçük bir kağıtla geri geldi ve tabii yine bir sürü bir şey söyledi. İçinden Lima, telefon, yarın ve saat 3 kelimelerini seçebildik. Doğru mu diye çat pat tekrar edip onaylatınca adamın kendi numarasını verdiğini ve yarın 3’te aramamızı istediğini anladık.. İnternette okuduğumuz yazıları da düşününce daha da iyi kavradık ki; bunlar bu formları alıp Lima’ya iletiyorlar ve ertesi gün oradan gelecek olumlu veya olumsuz habere göre bilgi veriyorlar; negatifse zaten yapılacak  bir şey yok; pozitifse çağırıyorlar ve hesap no verip bankaya para yatırmanızı istiyorlar. Sonrasında geriye sadece vize için 1 yada 2 gün beklemek kalıyor..

Bu arada bilgi için gereli evraklar:
Pasaportun fotokopisi
Şu ana kadarki tüm ülkelerin giriş çıkış damgalarının olduğu sayfaların fotokopisi
2 adet biyometrik fotoğraf
Kredi kartlarının fotokopisi
Türkiye dönüş biletinin fotokopisi
Seyahat sigortasının fotokopisi (istenmedi ama biz koyduk)
İki adet form (nedendir bilinmez?? İspanyolca dolduruluyor)
30$ (Lima’dan ok gelirse bankaya yatırılıyor)

Aşağıya indiğimizde ikimiz de kuş kadar hafiflemiştik; üstümüzden kocaman bir yük kalkmıştı. Günlerdir yaşadığımız stres bitmişti; bundan sonrasında olsa da olmasa da hepsi birdi. Yani verirlerse giderdik vermezlerse de canları bilirdi. Biz şu ana kadar bu kıtada dört ülkeye defalarca sorunsuz girip çıkmış, gezmiş dolaşmış, para bırakmıştık ve Peru için de bütçemiz hazırdı; evet görmek istediğimiz yerler vardı ama ölüyor da değildik; isterlerse gider gezer paramızı öderdik istemezlerse de o bütçeyi başka ülkelerde güzelce yerdik Peru da karşıdan seyrederdi:) 

Günün geri kalan kısmında son derece rahatlamış bir şekilde La Paz’ın daha önce gitmediğimiz yüksek tepelerine doğru çıkıp biraz daha fotoğraf çektik. Bu arada büyük bir tesadüf sonucu Polonyalı Piotr ile tanıştık. Yanımıza yaklaşarak bizimle Türkçe konuşmaya başlayınca önce çok şaşırdık; aksanından Türk olmadığı çok netti ama gayet iyi konuşuyordu; meğer Türkoloji mezunuymuş ve pek çok kereler Türkiye’ye gelmiş.. Şu anda da dünya seyahatindeymiş; uzun süredir Türkçe konuşma şansı olmadığı için bizimle karşılaşmaktan ve sohbet etmekten keyif aldığını söyledi. Biz de kendi dilimizi konuşarak yabancı biriyle bir şeyler paylaşmaktan son derece mutluyduk.. Özellikle Bora benim dışımda Türkçe konuşabildiği birini bulduğu için daha da mutluydu..

Piotr 2,5 aydır karşılaştığımız 2. Türkçe konuşan kişiydi; birincisi daha önce Sucre bölümünde yazdığım gibi bisikletle Güney Amerika turu yapan gezgin ve fotoğraf sanatçısı Cemal Atasoy'du.

Piotr bugün Sucre’ye geçeceğinden, birbirimizi takip etmek üzere mail adreslerimizi paylaşıp Murillo Meydanı’nda vedalaştık. Karnımız açtı yorgunduk; akşam için bir şeyler alıp hostele dönmeden önceki son işimiz dünkü bisiklet turunda çamurlanan kıyafetlerimizi kuru temizlemeciye bırakmaktı.. (Bazı hostellerin çamaşır yıkama hizmeti var ama olmayanlarda da Bolivya’da sorun yok.. Kuru temizlemeciler kilosunu 10 BOB’a yani 2,5 TL’ye yıkıyorlar; bugün veriyorsunuz yarın tertemiz ütülü teslim ediyorlar.

Akşam yemeğinde üzerine bolca peynir rendelenip kekik ekilmiş spagettimiz ve salatamız vardı; üstüne kahvelerimizi de içtikten sonra günü bitirmeye hazırdık.. Yarın için planımız kaldığımız hostelin sahibine konsolosluğu aratmak ve durumu ondan öğrenmekti. Bugün kendisiyle konuşup durumu anlattığımızda  seve seve yardımcı olacağını söylemişti. Şöyle mesela: Telefonu çeviren Eduardo, davudi ses tonuyla konsolosluk görevlisiyle konuşur ve “bana bak sen benim kim olduğumu biliyor musun? Hadi bakim üzme çocukları ve hallet şu vize işini” der ve bunu duyan konsolosluk görevlisi de “aman Eduardo beycim ben nereden bilirdim arkadaşların sizin yakininiz olduğunu, tamam tabii oldu bilin” diyerek telefonu kapatır. Veeee bu iş de böylece çabucak hallolur gideeeer. Biraz masal gibi oldu ama uyku öncesi normaldir.. İyi geceler..

Hostel Arty's Guest House

Death Road (Ölüm Yolu) La Paz



27 Ocak 2013 Pazar.. Tur firması, tam sözleştiğimiz gibi saat 7.30’da bizi almaya geldi; kahvaltımızı henüz bitirmiş kahvelerimizi içiyorduk..

Aşağıya inip minibüse bindiğimizde rehberimiz Fernando bugünkü turda sadece ikimizin olduğunu, 5 kişilik gruptaki diğer 3 kişinin dün gece bir kutlama nedeniyle çok içtiklerini ve bu sabah kalkamadıkları için turu iptal ettiklerini açıkladı. İstesek olmaz diye düşündük, resmen tur bize özel olacaktı (istediğimiz hızda gidebilecek, dilediğimiz yerde durabilecek veya herhangi bir sorun çıkarsa rehber bizimle anında ilgilenebilecekti) .. Endişelerimiz nedeniyle gece biraz da huzursuz uyumaktan ikimiz de hafif uykulu ve sessiz 1 saat kadar, aracın La Paz’ın ilk kez gördüğümüz mahallelerinden geçerek başlangıç noktası olan Cumbre’ye (4765 mt) tırmanışını ve etraftaki karlı dağları izledik.

Başlangıç noktasında çok kısa bir bilgilendirme alıp verdikleri komik kıyafetleri giydikten sonra yola koyulduk. Ölüm Yolu diye bilinen toprak yola kadar hemen hemen 23 km’lik bir asfalt yol var; 1,5 saat kadar sürüyor. Yaklaşık 18 km’si iniş son 5 km ise hafif çıkış ve inişlerden oluşuyor. 1. Etap bu 23 km sonunda bitiyor ve ilk mola burada veriliyor; toplam 10 dk.. Sandviç, su, meyveli yoğurt (Bolivya’da çok popüler) ve çikolata ile ödüllendiriliyoruz.

İkinci etap yani meşhur “Death Road” toplam 40-42 km kadar iniş ve satıh tamamen taşlardan oluşuyor. Ciddi de bir eğim olduğundan artan hızla inen bisiklette hoplayıp zıplayarak giderken zaman zaman zor anlar yaşıyoruz. Belli noktalar gerçekten çok ürkütücü; aşağısı yüzlerce metre uçurum ve özellikle bu keskin viraj noktalarında kendimizi gayri ihtiyari sağa (dağ tarafına) atmaya çalışıyoruz. Bu da her zaman mümkün olmuyor çünkü hem hız var, hem dağ tarafında şelaleler var ve zemin çamurlu, taşlar kaygan; bir de yer yer oluşan su öbekleri var ki (derin ve içleri görünmeyen taşlarla dolu olduğundan) direksiyon hakimiyeti kurmayı epeyce zorlaştırıyor.. Haliyle gün sonunda bilekler, kollar ve eller kasılmaktan bitap düşüyor ama sonuçta kasasız belasız başarmanın mutluluğu müthiş!!! İÇİMİZDEKİ ÇOCUK CANLANIYOR,  ÇOK EĞLENİYORUZ VE “İYİ Kİ DENEDİK” DİYORUZ:)

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz Kuzey Yungas Yolu (Death Road) son derece keyifli bir aktivite; bazı yazılarda yeraldığı kadar endişeli bir durum yok sadece bisiklet deneyimi ve soğukkanlılık istiyor. Bu arada bu yol için belirlenen süre 4 saat; yani tamamen hızı kontrol ederek bütün bu zorlukları minimuma indirmek mümkün.. Ama bizdeki gibi içerdeki şeytan hafif hızdan ve ARDİNAL’den hoşlanıyorsa, üstelik rehber de aynı kumaştan olup 4 saatte rahat rahat ve fotoğraf çeke çeke inilebilecek yolu 2 saatte alıyorsa yapacak bir şey yok tabii.. BU DURUMDA MUTLAKA PÜR DİKKAT VE KONSANTRASYON ŞART!!

Bu arada bir not; yol boyu manzara muhteşem ve aslında yola bakıp kontrol sağlamaya çalışmaktan manzaranın keyfi çıkarılamıyor. Vakit varsa bu yolu (sadece toprak bölümünü) bir kez de yürüyerek yapmak çok keyifli olabilir. Üstelik tura falan gerek yok; böyle bir gün için sabah erken saatte Coroico yönüne giden minibüslerden birine binip toprak yolun başlangıcında inmek yeterli..

Death Road maceramız kısaca böyle; tur sonrası öğle yemeği ve yüzme havuzu + duş gerçekten rahatlatıcı.. Yemekler hiç fena değil (açık büfe tavuk-pilav-salata çeşitleri-çorba gibi) ve dileyenler gelir gelmez kendini havuza atıp 2 saat kadar vakit geçirebilir; havuz temiz..

Dönüş yeni yapılan yoldan hemen hemen 3 saat sürüyor. İnilen toplam 3500 mt yavaş yavaş ve sisler arasında geri çıkılıyor.. Hemen hemen 17.00 gibi La Paz’daydık; iki kişi olduğumuz için biraz erken dönüyoruz tabii normalde turun söylediği dönüş 18.00-18.30 gibiydi..

Yarın büyük gün!! Vize başvurusunda bulunmak üzere sabah erkenden Peru Konsolosluğu’na gideceğiz bakalım çeşitli sitelerde yazdığı gibi oradan oraya gönderilip eziyet mi çekeceğiz yoksa işimizi kolayca halledip Peru’ya doğru yola devam mı edeceğiz???





Dünyanın en yüksek başkenti La Paz'dayız



26 Ocak 2013 Cumartesi.. Bolivya'nın resmi başkenti Sucre, La Paz ise sadece idari başkent olarak kabul ediliyor ancak onun başka bir ünvanı var: o deniz seviyesinden 3660 mt yukarıda kurulu ve "dünyanın en yüksek başkenti"..

Oruro-La Paz arası toplam 3 saat ve neredeyse her 15 dakikada bir, bir otobüs kalkıyor; fiyatı 10-15 BOB (2,5-3 TL).. Dün sabah bindiğimiz otobüs saat 10.30’da hareket etti ve öğle 14.00 gibi La Paz’daydık. Bu kıtaya geldiğimizden beri 14, 18 hatta 24 saatlik yolculuklara alıştığımızdan Oruro-La Paz arası 3 saat, göz açıp kapatıncaya kadar geçiverdi tabii. Yol boyu küçük köyler ve kıraç arazilerden geçtik. Saat 13.55 olup da artık La Paz yakınlarında olmamız gerektiğini düşündüğümüzden, gözlerimiz  ufukta bir büyük şehir aramaya başladı. Sonuçta dünyanın en yüksek başkentine geliyorduk ve deniz seviyesinden yüksekliği 3660 mt olan bu şehri merak ediyorduk..

Zaman biraz daha ilerleyip de şehre ait ilk evleri görür görmez durumu kavrayıverdik :)  La Paz’ı tabii göremezdik, çünkü şehir tıpkı kocaman bir kase gibi aşağıda, tamamen dağların arasında bir çukurun içinde uzanıyordu (bu koyağın adı Chuquiago’ymuş).. La Paz’ı gökte ararken yerde bulmuştuk; diğer taraflardan girişin nasıl göründüğünü henüz bilemiyoruz ama Oruro tarafından giriş gerçekten böyle.. Bütün yollar tepelerden aşağıya inip kasenin ortasında birleşiyor ve neredeyse düz sokak yok gibi; her yerde yokuşlar ve merdivenler var..

Otobüsle tepeden aşağıya sayısız varyanttan geçerek iniyorsunuz; "Terminal de Buses" şehir merkezine çok yakın. Dolayısıyla aradığınız hosteli bulmak, yürüyerek sadece birkaç dakika sürüyor. Kasenin yanları sağlı sollu gece kondu benzeri binalarla dolu; boya bile yapılmamış tamamen tuğla duvarlar nedeniyle her yer kıpkırmızı, kasenin tam ortasında ise (yani en çukur ve en düz yerinde) 20-25 katlı gökdelenlerle koloniyal dönemden kalma (pek çoğu resmi daireler) binalar var..   Plaza De Armas şehrin en büyük meydanı, şehrin ortasından geçen en büyük cadde ise Avenue Mariscal Sanra Cruz..

Görebildiğimiz kadarıyla bütün büyük şehirlerde olduğu gibi trafik La Paz’ın da sorunu.. İlerlemeyen trafik nedeniyle çalan kornalar ve duran araçların arasından kendini yollara atıp karşıdan karşıya geçmeye çalışan insan görüntüleri bize hayli tanıdık..

Hostele kadar bu görüntülerle ilerledikten ve sırtımızdaki çantaları bıraktıktan sonra hem şehri görmek hem de karnımızı doyurmak üzere her zamanki gibi kendimizi sokaklara atıyoruz.. Plaza De Armas’a giden büyük sokaklarda sayısız yiyecek alternatifi var; ayak üstü bir şeylerle karnımızı doyurduktan sonra biraz daha aşağılara , tur firmalarının bulunduğu sokaklara çeviriyoruz yönümüzü.. Pazartesi Peru vize başvurusu için konsolosluğa gideceğimizden, “önümüzdeki 2 günü civarı gezerek ve varsa keyifli birkaç tura katılarak geçirelim” diyerek tur firmalarını dolaşmaya başlıyoruz.

La Paz’da yaklaşık 50-60 tur firması var; hemen hepsi Sagarnaga ve Lllyampu isimli 2 sokakta bulunuyor. Aklımızda öncelikle “Death Road” diye bilinen Kuzey Yungas Yolu var.. Geçmişte trafik olan bu yolda pek çok ölümlü kaza yaşanmış ve 1995 yılında “dünyanın en tehlikeli yolu” ünvanını almış. Ancak yapımı uzun yıllar alan (20 yıl kadar) yeni yolun yapılmasından buyana burada bisikletli turistler dışında bir trafik yok..

Yaklaşık 65 km ve tamamı olmasa da %90’a yakın bölümü yokuş aşağı seyreden bu yolun bir tarafı tamamen uçurum diğer tarafı da dağ yamacı.. Keyifli olacağını düşündüğümüz bu tura katılmak için fiyatları araştırıyoruz; bisiklet özelliklerine göre değişen fiyatlar 300-550 BOB aralığında.. Epey bir firma dolaşıp biraz da pazarlık ettikten sonra hidrolik fren+ ön süspansiyonlu iki bisiklet için Pazar gününe kişi başı 330 BOB’a bir firmayla anlaşıyoruz.

Tur, molalarda verilen atıştırmalıklar ve tur sonunda gidilen bir otelde yemek+yüzme havuzu+duş hizmetleriyle renklendirilmiş durumda; ayrıca fotoğraf ve video görüntüsü işini de haliyle tur firması  hallediyor. Çoğaltılan cd'ler katılımcılara bir gün sonra hediye t-shirt ile birlikte teslim ediliyor. Bundan sonrası için tek duamız havanın iyi olması ve turun kazasız belasız geçmesi!! :)

Sonrasında kasenin ortasındaki nispeten düz sokakları(!) turlamaya devam ediyoruz.. Coca yaprağını M.Ö. 2500’lerden alıp günümüze yani Coca Cola’ya, kokaine ve kokainin ilaç sanayinde kullanılan çeşitli formlarına getiren tarihi geçmişi, Coca Müzesi’nden daha iyi anlatabilen bir yer yoktur sanıyoruz; hem gerçekten bilgilendik hem de son derece keyifli zaman geçirdik.. Ardından “Cadılar Pazarı” denen dükkanların da içinde yeraldığı sayısız hediyelik eşya satıcısının bulunduğu bölgeyi gezmeye başladık. Aslında bunların hepsi birbirine çok yakın yerler ve hepsi toplam 10 sokaktan oluşan “turistik alan”ın içinde yeralıyorlar.


Akşama doğru çiseleyen yağmuru görünce “hızlanmadan hostele dönelim” dediysek de başaramadık:( Önce hafif başlayan yağmur giderek hızlandı ve şiddetli şimşeklerle devam ederek havayı biranda soğutuverdi. Yaklaşık 15 dk kadar yağmur altında yürüyüp, La Paz’ın sele teslim olan ana caddelerinden paçalarımızı dizlerimize kadar sıyırarak sulara bata çıka ilerledikten sonra kendimizi hostele attık.

Son 15-20 dakikayı saymazsak gün keyifli ve güzel geçmişti; ama en güzeli kurulanıp, polarları ve kuru çorapları giydikten sonra içilen sıcak kahveydi :)



Yarın  sabah tur firmasının aracı bizi saat 07.30’da hostelden alacak ve La Paz’dan yaklaşık 1 saat uzakta yeralan başlangıç noktası Cumbre’ye götürecek. Buradaki kısa bilgilendirilme sonrası bisikletlerimizle aşağıya doğru hareket ediyor olacağız. Cumbre’de rakım 4765 m;  yaklaşık 5 saat sonunda 3500 mt aşağıya inmiş ve 1300 mt rakıma ulaşmış olacağız. Heyecanımız büyük:) bakalım bizi nasıl bir macera  bekliyor???