02 Şubat 2013 Cumartesi.. Dünyanın en
yüksek gölü olan Titikaka Gölü’nün deniz
seviyesinden yüksekliği 3822 mt.; Güney Amerika’nın pek çok doğal güzelliğinde
olduğu gibi Titikaka Gölü de Peru ve Bolivya arasında paylaşılıyor. Titikaka
Gölü Tiwanaku kültürünün merkezi, Copocabana ve Isla Del Sol (Güneş Adası) da
Titikaka Gölü’nün Bolivya tarafında görülebilecek en güzel iki noktası.
Copacabana deyince ilk
olarak akla Rio De Janeiro’daki plaj geliyor tabii ama gerçek Copacabana burada
ve 3822 mt’de yeralması dolayısıyla Rio De Janeiro’daki plajlarda görülebilecek
manzaralar burada yok.. Güneş öğle saatlerinde gerçekten son derece yakıcı
olmasına rağmen gölde yüzen insan sayısı 15-20’yi geçmiyor.
Bugün buradaki 4.
günümüz.. İlk iki günü etrafta dolaşarak, bu küçük kasabaya göre son derece
büyük olan kiliseyi gezip, göl kenarındaki sahilde yürüyüş yaparak ve kasabanın
hemen üzerindeki tepeye çıkıp her adımda biraz daha güzelleşen manzaranın
keyfini çıkararak geçirdik. Dünse sabah erkenden kalkıp 08.30’da hareket
eden Isla Del Sol teknelerinden birine
binip adaya gittik. Ada son derece sakin; pek çok da hostel var; Copacabana’ya
göre biraz fiyatlılar ama değişiklik olması açısından adada kalmak ve
tepelerden Titikaka Gölü’nü izlemek son derece keyifli olabilir..
Adaya iner inmez önce Tiwanaku kültürüne ait kalıntıların sergilendiği müzeyi gördük; ardından adanın en kuzeyinde yeralan Chincara’ya yürüdük burada da yerleşim yeri şeklinde tarihi kalıntılar var; dolaşıp biraz fotoğraf çektikten sonra bu kez adanın en güneyinde yeralan Yumani’ye geçtik. Bu yol genelde tüm turistlerin yürüdükleri ve son derece güzel manzaralar içeren yaklaşık 8 km’lik bir yol. Hemen hemen ya tamamı iniş ve düz yol olduğu için yürüyüş keyifli; sadece giderken mutlaka şapka ve güneş kremi götürmek gerek; güneş affetmiyor..
Adaya iner inmez önce Tiwanaku kültürüne ait kalıntıların sergilendiği müzeyi gördük; ardından adanın en kuzeyinde yeralan Chincara’ya yürüdük burada da yerleşim yeri şeklinde tarihi kalıntılar var; dolaşıp biraz fotoğraf çektikten sonra bu kez adanın en güneyinde yeralan Yumani’ye geçtik. Bu yol genelde tüm turistlerin yürüdükleri ve son derece güzel manzaralar içeren yaklaşık 8 km’lik bir yol. Hemen hemen ya tamamı iniş ve düz yol olduğu için yürüyüş keyifli; sadece giderken mutlaka şapka ve güneş kremi götürmek gerek; güneş affetmiyor..
Bu arada dün sabahtan
itibaren Copacabana’da Karnaval var.. Sabahtan top sesleriyle başlayan
kutlamalar bandolar ve rengarenk kıyafetler içinde dans edip şarkılar söyleyen
kadınlı erkekli grupların gün boyu resmi geçidiyle devam ediyor. Herkes bira
içiyor, kasabanın değişik köşelerinde 8-10 ayrı sahne kurulmuş ve her sahnede
ayrı bir orkestra canlı müzik yapıyor. Sınırsız bira artık neredeyse
sokaklardan akıyor.. Kadın erkek herkes sarhoş; kimi ayakta zor duruyor kimi
bir kenarda sızmış uyuyor, kimiyse kendini dansa vermiş deli gibi dans ediyor..
Geceleri Copacabana havai fişek ve müzik sesleriyle inliyor; saat 02.30’a kadar
devam eden eğlenceler nedeniyle herkes dışarıda; sokaklar tıklım tıklım..
Karnaval Pazar akşamına kadar üç gün sürecekmiş..
Copacabana’daki ikinci günümüzde çarşıda dolaşıp akşam için yiyecek bir şeyler ararken bir anda önümüzde iki kişi belirdi ve durup bize dikkatli bakmalarından Türk olabilecekleri kanaatine kapıldık. Birkaç saniyelik karşılıklı bakışma ve sessizlik sonrası “Türk müsünüz” deyince Paşa ve Seçkin’le tanışmış böylece de sonrasında geçecek son derece keyifli 4-5 saatin ilk adımını atmış olduk..
Copacabana’daki ikinci günümüzde çarşıda dolaşıp akşam için yiyecek bir şeyler ararken bir anda önümüzde iki kişi belirdi ve durup bize dikkatli bakmalarından Türk olabilecekleri kanaatine kapıldık. Birkaç saniyelik karşılıklı bakışma ve sessizlik sonrası “Türk müsünüz” deyince Paşa ve Seçkin’le tanışmış böylece de sonrasında geçecek son derece keyifli 4-5 saatin ilk adımını atmış olduk..
Seçkin ve Paşa hemen
hemen 20 gündür Güney Amerika’dalarmış ve La Paz’dan Peru vizesi almayı
başarmışlar. Bizim alamadığımızı duyunca hikayelerini anlattılar; onlar da önce tıpkı bizim gibi La Paz’dan
denemişler ve başaramamışlar. Sonra yılmayıp bir de El Alto’dan denemeye karar
vermişler; bu kez zor da olsa 15 günlük vizeyi kapmışlar. Bizimle son derece
umut verici bir şekilde konuştular ve
kafamızı yine karıştırdılar. “Buralardayken bir kez de El Alto’dan denemeden
vazgeçmeyin, bizce kesin alırsınız, bize göre pek çok avantajınız var, mutlaka
verirler işte şöyle deyin, böyle deyin, bol bol por favor deyin”diyerek bizi
ikna ettiler. Ayrıca sağolsun Paşa üşenmedi ve durumumuzu anlatıp bize vize
verilmesi konusunda yardım isteyen İspanyolca güzel bir dilekçe yazdı.
Evraklarımızı tekrar hazırladık; bakalım Pazartesi günü La Paz’da bu kez El
Alto’daki konsoloslukta şansımızı tekrar deneyeceğiz..
Paşa ve Seçkin’le
geçirdiğimiz saatler gerçekten son derece keyifliydi; vize işi olsun olmasın Türk
yardımlaşmasının çok güzel örneklerinden biriydi yaşadığımız. En çok
üzüldüğümüz ise Paşa’nın bir laf arasında “abla ne zamandır makarna
sayıklıyoruz, şöyle bir makarna olsa da yesek diyoruz” dediğini duyduktan sonra
güzel bir spagetti yapıp yanına biralarımızı açıp hep birlikte yiyecek zaman
olmamasıydı.. Zira Paşa ve Seçkin hemen ertesi gün La Paz’a geri dönüyorlardı
çünkü Seçkin sadece yıllık izin için gelmişti ve zamanı dolmuş İstanbul uçağı
ertesi gün La Paz’dan kalkıyordu.. İstemeyerek de olsa ayrıldık.. Neyse Paşa
bir süre daha Oruro ve La Paz’da olacakmış; bizim o güzel spagettilerimizden
birini Paşa’yla paylaşmadan buralardan ayrılmayız inşallah:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder