25 Nisan 2013 Perşembe

Buenos Aires Günleri


2 Aralık 2012.. Bugün Güney Amerika kıtasındaki 5.günümüz; Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e doğru gidiyoruz.. Iguazu’da başlayan otobüs yolculuğumuzda 15 saati tamamlamış durumdayız, planlanan doğruysa 2 saat sonra yani 10.00’da Buenos Aires’in merkez otobüs terminali Retiro’da olacağız.

Uzun yolculuklara alıştık sayılır; hemen hemen her gecemiz yolda geçiyor ve her sabah 06.00 gibi uyanıyoruz. Seyahat kendi temposunu kendi belirliyor; biz sadece ona uyuyoruz. Başımda her sabah olan ağrı bu sabah da aynı yerde; sanıyorum kahvesini bekliyor ya da Bora’dan güzel bir masaj!

Dün Puerto Iguazu’da otobüse binerken yağmur başlamıştı; günlerdir üzerimizde dolanan ve havaya boğucu bir sıcaklıkla nem katan yağmur bulutları sonunda yüklerini boşalttılar - hatta otobüse biner binmez ikimiz de ne kadar şanslı olduğumuzu, Iguazu Şelaleri'ni yağmurlu bir havada görmek zorunda kalsaydık oralarda nasıl da telef olacağımızı konuştuk- oysa bugün burada pırıl pırıl bir güneş var.

Otobüsün camından gördüğümüz kadarıyla güneye indikçe tarlalardaki yeşilin rengi açılıyor hatta sarılar da tabloya ilave olmaya başlıyor, ağaçlar seyreliyor ve Brezilya’da seyahat ederken gördüğümüz o koyu yeşil meralar, yol kenarlarına kadar ekilmiş arazilerden fışkıran yemyeşil ekinler buralarda yok. Perdeyi açtığımızdan buyana sanki Anadolu’nun içlerine doğru hareket ediyor gibi hissediyoruz..

3 Aralık 2012.. Dün geldiğimiz Buenos Aires'de hemen ayağımızın tozuyla San Telmo ve Plaza de Mayo'ki pazarları gezdik. Sadece Pazar günleri kurulan bu iki büyük pazar için zaten başka şansımız da yoktu. 
Bu sabah Buenos Aires'te parçalı bulutlu bir hava var; her ihtimale karşı yağmurluklarımızı küçük sırt çantamıza koyduk; büyük çantalarımızı ve değerli eşyalarımızı hosteldeki locker'a kilitledik, birazdan bisiklet kiralanacak yere doğru yola çıkacağız. Gerçi kiralama noktası hayli uzakta ama bisikletsiz istediğimiz her yere gitmenin daha zor olacağını düşünüyoruz. Bu arada BsAs’de konaklama fiyatları epeyce yüksek; bulabildiğimiz en uygun fiyatlı hostel için 120 AR$/kişi ödedik.

Bisiklet kiralama noktasına doğru giderken, neredeyse bugün dolaşmak istediğimiz yerlere vardığımızı farkedip yürüyerek başladığımız Buenos Aires turumuza aynen devam etmeye karar verdik :) İnanılmaz gelebilir ama  Monserrat'tan Recoleta'ya oradan da Palermo'ya karar yürüdük bugün!! 

Aksi gibi bugün bir de metrolar çalışmıyordu; sendikal bir sorun nedeniyle grevdelermiş!! Bu grev meselesi Güney Amerika'da çok yaygın ve sıradan bir şey. Sürekli bir yerlerde birileri grevde; herkes de alışmış kimse yadırgamıyor.. Metrodaki greve rağmen en büyük ve en yoğun trafiğin yaşandığı caddelerde bile kaos yoktu mesela..  

Bu arada 9 de Julio Caddesi gerçekten muhteşem; hayatımda bu kadar geniş bir cadde görmedim; caddede 3 ayrı yol ve her yolda 6'şar şerit var!!!!Caddeyi enine geçmek bile neredeyse 15 dk sürüyor:) 

Sakin sakin ve kimi zaman kahve kimi zaman buz gibi bira içerek dolaştığımız Buenos Aires caddelerinde ilerlerken farkında olmadan şehrin en güzel ve lüx semti Palermo'ya varmışız. Gelmişken Japon Bahçesi'ni ve Türk Büyükelçiliği'ni de görelim bari dedik.. Pekçok ünlü yazar ve şairin yanısıra Eva Peron'un mezarının yeraldığı Recoleta'yı da gezdik tabii. Sabahki hava parçalı bulutlu ve nemli olmasına rağmen öğleden sonra çıkan güneş hayli yakıcıydı; orayı da burayı da görelim derken ikimiz de amele yanığı olmuş durumdayız.

Akşam bir değişiklik yapıp!! makarna, ton balığı ve biradan oluşan yemeğimizi yedik; artık dinlenme vakti geldi sayılır.. Bir duş alıp ayakları hafiften yukarı kaldırarak istirahate çekiliyoruz. Siz fotoğraflara bakarken biz yeni gün için hazırlık yapıp hostel rezervasyonu, feribot bileti ve diğer detayları halledeceğiz.. Yarın herşey yolunda giderse Uruguay Colonia Del Sacramento'dayız.


4 Aralık 2012.. İyi ki akşamki yazımızda “her şey yolunda giderse” demişiz zira bugün hiçbir şey yolunda gitmedi ve şu anda saat 15.00, biz hala Buenos Aireas’deyiz.. Sabah kahvaltıdan sonra çağırdığımız taxiyle Colonia Express’in  limandaki ofisine geldiğimizde öğrendik ki internetten bilet aldığımız 11.50’deki sefer fırtına nedeniyle iptal edilmiş ve en yakın sefer saat 18.30’daymış.



Yetkililer son derece rahat “iptal etmiyoruz o nedenle para iadesi yapamayız sadece gecikme var 7 saat sonra(!!!) gelin sizi götürelim” diyerek işin içinden sıyrılıverdiler. Baktık yapacak bir şey yok ve 7 koca saat ile başbaşayız, sırt çantalarımızı orada bırakıp küçük çantamızı alarak mecburen etrafı keşfetmek üzere yollara düştük.  Orası burası derken kendimizi“artık oraya dönüşte gideriz” dediğimiz  La Boca ve Boca stadyumunda bulduk.. Burada her yer sarı lacivert, Bocamania denen şey bu olsa gerek; evler sokaklar binalar hep sarı lacivert boyanmış.. Bizdeki gibi bayrak asmak falan kesmiyor demek ki bunları; boydan boya  boyamışlar evleri!! Bora her ne kadar "çok da şart değil" diyorduysa da sarı laciverti görünce dayanamadı tabii ve hemen her yerde keyifle poz verip bol bol fotoğraf çektirdi.


Bocamania’yı iyice içimize sindirdikten sonra La Boca sokaklarında yürümeye devam ettik ancak hemen belirtelim buralar pek tekin yerler değil. Hatta gündüz vakti ve etraf gayet kalabalık olmasına rağmen bir ara fotoğraf çekmek için durduğumda, yanımdan geçen bir adam beni makinenin ipini bileğime geçirmem için uyardı. 

Neyse böyle epeyce bir süre yürümüştük ki "duralım bir kahve içelim, azıcık da oturup dinlenelim" dedik. Az ilerde bir kafeterya varmış, tarif ettiler ve içeri girdik. Kafeteryanın sahibi turist olduğumuzu farkedince eee nereden nereye falan diye başladı tabii ve böyle hoş beş ederken biranda "Caminito"ya gitmemiz gerektiğini öğrendik. Her ne kadar tam ne dediğini anlamadıysak da adam öyle ballandıra ballandıra anlatmıştı ki anlatış biçiminden mutlaka gidilmesi gereken bir yer olduğunu anlamıştık:)  Biraz dinlendikten sonra verdiği tarife göre Caminito'ya doğru yürümeye başladık.

Bu arada yolda bir hastane gördük ve o anda “hepatit B aşısının ikinci dozu için tarihin geldiğini hatırlayıp “hadi içeri girip derdimizi bir anlatalım” dedik. Son derece nazik bir hemşire sağolsun bizi hemen içeri aldı, evraklarımızı doldurdu ve aşılarımızı -hem de hiç canımızı yakmadan- yapıverdi. Yani “bugün işler ters gitti” diyerek başlamıştım ama her şey de ters değildi tabii; arada iyi giden şeyler de oldu.. Sadece planladığımız dışında bir şeyler yapmak zorunda kaldık ama ne derler "her şerde bir hayır vardır":)

Sevgili hemşiremizle fotoğraf çektirdik,karşılıklı mail adreslerimizi aldık, seyahatimizi facebook'tan takip edeceğini söyledi çok mutlu olduk. İnsan her yerde aynı; dillerimiz farklı olsa da paylaştığımız duygular o kadar ortak ki mutlu olmamak elde değil..

Buradan çıktıktan sonra baktık ki neredeyse Caminito'ya gelmişiz; hemen ilerimizdeymiş.. Rengarenk binaları, sokaklarında ressamları, el sanatlarından oluşan hediyelik eşya satıcıları, canlı tango müziği eşliğinde tango dansçıları ve şirin kafeleriyle Caminito son derece hareketli ve canlı bir yer. Biraz sokaklarında dolaştıktan ve fotoğraf çektikten sonra saati hemen hemen 17.30 yaptığımızı fark edip dönüşe geçtik.

Bundan sonrası limandaki Arjantin çıkış ve Uruguay giriş işlemleri ve Colonia Del Sacramento için feribota binişle devam ediyor. Kesinti olmaması amacıyla bugünü burada bitiriyoruz; devamını Buenos Aires- Colonia Del Sacramento başlıklı yayından takip edebilirsiniz. 

























Puerto Iguazu ve Iguazu Şelaleleri




Puerto Iguazu Foz do Iguazu’ya göre karşılaştırılmayacak kadar sıcak ve sevimli bir kasaba.. İnsanlar da farklı; her şeyden önemlisi daha güler yüzlü ve kesinlikle yardım severler..  Her yer yemyeşil, evler bahçe içinde ve neredeyse hiç yüksek bina görmedik.. İspanyolca ile çat pat da olsa kendimizi ifade edebiliyoruz ; o garip Portekizceden kurtulduk; üstelik İngilizceyi de tamamen reddetmiyor bildikleri kadarıyla yardımcı olmaya çalışıyorlar.. Hatta dönünceye kadar Türkçe bile öğretebileceğimize inandık bu insanlara:) Şu anda hostele dönmüş durumdayız saat 20.10 ve hava hala aydınlık; güneş çamaşırlarımızı kurutacak galiba.. Bu arada buradaki hostele kişi başı 95 AR$ ödüyoruz.

Yarın sabah erkenden kalkıp kahvaltı yapar yapmaz terminale gideceğiz ve çantalarımızı emanete bırakıp doğruca İguazu şelalelerine (Cataratas) giden otobüse atlayacağız. Arjantin tarafında Rio Uruguay firması bu konuda tekelleşmiş ve ne yazık ki başka firma yok.. Her 20 dk’da bir otobüs kalkıyor ve fiyatı tek yön kişi başı 25 pezo (10 TL gibi) yani Arjantin tarafından şelalelerin ziyaret fiyatı 2 kişi için 140 TL.

Akşama geri dönebilirsek saat 17.45 otobüsü ile Buenos Aires için yola çıkacağız. Cama denilen yataklı otobüslerle yaklaşık 17 saat sürecek bir yolumuz var. Kişi başı 573 pezo tutuyor; semi-cama dedikleri de zaten 535 pezo yani  35-40 pezo için rahatsız 17 saat yolculuğa değmez!!  Diyerek biletlerimizi cama alıyoruz. Bu yolculukta otobüste tuvalet, kahvaltı, akşam yemeği, sıcak/soğuk içecek ve alkollü içki var dolayısıyla orada burada durup gelişteki gibi zaman kaybı olmayacağını düşünüyoruz.

1 Aralık 2012.. Iguazu Şelaleleri ve içinde yeraldığı Iguazu Milli Parkı gerçekten insanın nefesini kesen, kontrolsüz çığlık atma ihtiyacı uyandıran ve ifade edilmesi zor bir mutluluk, böyle "yaşasııııınnnnnn" "heeeeyyyyyyy" gibi birbirini takip eden şeyler söyleten bir yer.. Dün aldığımız karar üzerine geziyi bugüne ertelememiz çok doğru olmuş; zira öyle birkaç saate sığdırılabilecek bir deneyim değil.


 Sabah saat 07.30’da kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra dün planladığımız gibi çantaları emanete bırakıp saat 08.30’daki Caracatas (Şelaleler) otobüsüne yetiştik. Yaklaşık yarım saat süren bir seyahat ile Iguazu Milli Parkı’nın girişine geldik. Giriş biletlerimizi aldıktan sonra akşam Buenos Aires’e gitmeyi planladığımız için bizce bu gezinin en önemli bölümü olan Şeytanın Gırtlağı’nı yani Garganta Del Diablo’yu görmek üzere trene bindik.

 Tam “iyi ki sabah erken geldik iyi ettik bak o kadar da kalabalık değilmiş” falan derken ilk durağa vardık ve bindiğimiz bu trenin asıl tren olmadığını, bizi ana istasyona getiren aktarma treni olduğunu anladık.  Burası aktarma istasyonu gibi bir yer. Burada herkes iniyor ve ister Garganta Del Diablo’ya gidecek diğer trene binmek üzere sıraya giriyor ister diğer şelaleleri görmek üzere trail denen yürüyüş yollarına geçiyor. Bu yollar alt ve üst yol (superiortrail ve lower trail) olmak üzere ikiye ayrılıyor; üst yoldan gidildiğinde şelalelerin üst tarafından manzaraya hakim oluyorsunuz, alt yoldan gittiğinizde de şelalelerin yukarıdan aşağıya düşüş manzarasına.. Seçim sizin.. Vaktiniz varsa her ikisini de yapın derim ama yoksa bizim gibi alt yolu tercih etmenizi öneririm; zira yukarıdan aşağıya müthiş bir güçle dökülen suların manzarası müthiş!! İnsanda gerçekten hayranlık oluşturan bir doğa harikası bu. Çıkan su damlacıklarından oluşan sis bulutu içinde sırılsıklam ouyorsunuz.. Hele de bizim gibi sıcak bir havada oradaysanız bu serinlik muhteşem!!


Evet nerede kalmıştık?? Biz istasyonda indik ve Şeytanın Gırtlağı’na gitmek üzere sıraya girdik. Sıra derken dünyanın 77 memleketinden 777 kişinin olduğu bir sıraya ilave olduk:)
Sabah olmasına rağmen bunca insan nasıl toplandı anlayamadık ama muhtemelen onlarca tur otobüsüyle erken saatlerde yollara düşmüşlerdi.. Yaklaşık yarım saat kırk beş dakika sırada bekledikten sonra gelen 2.trene binebildik ve Garganta Del Diablo istasyonunda indik. Buradan sonrası şelaleri oluşturan nehirler üzerine yapılmış toplam 1,5 km’lik köprülerden oluşan bir yürüyüş.. Köprüler bitip sona geldiğimizde inanılmaz bir manzara ile büyülendik.. İfade etmekte zorlandığımız duygularla bir yandan suyun insanı yutacakmışcasına yüksek bir debi ve gürültüyle akışı, diğer yandan çıkardığı gürültü, yüzlerce insanın bu anı ölümsüzleştirme çabası, bir yandan yükselen ve beraberinde hem bizi hem de makinelerimizi  sırılsıklam yapan sis bulutu..Kaç tane fotoğraf ve video çektik bilemiyorum ama makine bir ara pil uyarısı verdi ve akşam fullediğimiz pilleri bitirdiğimizi fark ettik. Facebook için birkaç fotoğraf seçmek sanıyorum bugün için en zorlandığımız şeydi.


Şeytanın Gırtlağı’nda yeterince kaldığımıza ve yeterince fotoğraf çektiğimize kanaat getirdikten sonra dönüşe geçip geri yürüyerek tekrar trene binip aktarma istasyonuna geçtik. Şimdiki hedefimiz saat 15.00’e kadar görebildiğimiz max şeyi görerek buradan ayrılmaktı .. Lower trail denen alt yol hem sunduğu manzaralar hem de San Martin Adası’na geçiş ihtimali nedeniyle cazip geldi ve yürüyüşe başladık. Yol boyu nerede bir kalabalık görsek bir hayvanla karşılaşıyorduk.. Kimi zaman çekirgenin irisi ve siyahımtrağı gibi hayvanlar ağaçlara sarılmış resmen poz veriyordu, kimi zaman bir yılan ağaçlar arasında seyahat ederken insanların kamerasına takılıyordu ama sıkça görülen hayvanlar rakuna benzeyen sevimli karınca yiyenlerle iguanalardı..

 Milli Park kavramını burada iyice kafamıza kazıdık. Bir kere her yer tertemiz, yollar taş döşenmiş her yerde çöp kutusu var ve çöp kutuları organik/inorganik olarak ayırılmış, tüm yollar en ince ayrıntısına kadar levhalandırılmış, yolun hiçbir yerinde “şimdi ne tarafa gidicez” durumu yaşanmıyor, müthiş organize bir gezi programı uygulanıyor, eleman sayısı dönemsel ihtiyaca uygun ve elemanların hepsi en az bir yabancı dili iyi konuşuyor (İngilizce), tuvaletler her yerde ve tertemiz, hamileler, özürlüler ve yaşlılar manzara noktalarına elektrikli arabalarla taşınıyor, ani hastalanma halinde park içinde 5 ayrı noktada ilk yardım ekibi ve ambulans mevcut, park içindeki trenler ve botlar hem dakik hem de onca kalabalık ziyaretçiye rağmen hiçbir kaotik durum yok, bu araçların tamamı ücretsiz kullanılıyor çünkü bunların tamamı + kdv J giriş ücretinin içinde.. Aklımıza ülkemizin pislikten geçilmeyen ve eğitimsiz ellerde heba olan birbirinden cennet köşeleri geldi ve bazılarında “milli park” adı altında ücret alındığını hatırladık. Fark çok ve öyle kolay kolay halledilebilecek bir durum yok!!

Biz hemen hemen bütün şelaleleri fotoğraflayacak ve bu muhteşem doğa harikaları karşısında yaşadığımız çoşkun duyguları sindirecek kadar dolaştıktan sonra dönüşe geçmeye karar verdik. Botlarla Isla San Martin (San Martin Adası) yapabilirdik  ama akşam herkesin dönüş saatine denk gelip çok sıra beklemek zorunda kalırız ve de  otobüsümüzü kaçırırız diye düşünerek vazgeçtik. Aslında zaten oradan görebileceğimiz manzaradan çok daha iyisini görmüştük ve bundan fazlası ekmek kadayıfının kaymağı olurdu; belki fena olmazdı ama şart da değildi ve riske girmeye değmezdi..

Ara istasyona geldiğimizde bu saatte bile  bir yığın insan kalabalığı olduğunu gördük; belli ki tren için yine bekleyecektik. Bunun yerine  otobüse bineceğimiz alana kadarki “green trail” denen yeşil yolu yürüyelim dedik.. Vardığımızda ortalıklarda kimse yoktu; hem trenden önce varmış hem de ilk gelen otobüse hemen binme şansı yakalamıştık.. Mutlu mesut Puerto Iguazu’ya döndük. İguazu Şelaleleri için son söz olarak “"aman canım işte şelale" yada "çok turistik bir yer" falan diyenlere (buraya gelmeden önce okuduğum sitelerden bazılarında bu tip yorumlar okumuştum) sakın itibar edilmesin bu taraflara yolu düşen herkes görsün” diyoruz. 



Çantaları emanetten alıp Buenos Aires otobüsüne binmek üzere hazırlanmak için yeterli zamanımız vardı. Hemen terminaldeki cafeye geçtik. Birer kahve+kruvasan alarak pillerimizi şarj edip facebooktaki sayfamıza bugüne ait notlarımızı yazdık ve birkaç fotoğraf yükledik. Saat 17.00’deki otobüs 16.45 gibi terminalde hazırdı; Rio Uruguay firmasının çift katlı  otobüsüne sırt çantalarımızı yükledikten sonra üst kattaki 6-7 numaralı koltuklarımıza yerleştik.

Buenos Aires’e yapacağımız 17 saatlik bu yolculuk için  cama (kama okunuyor) bilet almıştık.  Bu bilete yemek, içki , sıcak soğuk içecek dahil, koltukları hemen hemen yatak gibi yatabiliyor, battaniye ve yastık var, ayrıca otobüste tuvalet mevcut..

Sao Paulo-Foz De Iguaçu


29 Kasım 2012.. Sabah 08.30 için kurduğumuz saat henüz çalmadan dinlenmiş olarak uyandık. Dünyanın öbür ucunda tamamen başka bir şehirde, bir hosteldeydik.. Dışarıda tamamen yabancı sesler, otobüs gürültüleri ve pırıl pırıl bir güneş vardı. İlk anda insan nerede olduğunu algılamakta zorlanıyor; o nedenle bir süre sessiz birbirimize baktık ve gülümseten hoş bir duygu ile yataktan kalktık:) Ben bir gece önce yapmaya çalıştığım ancak son derece yorgun olduğum için yapamadığım Puerto Iguazu hostel rezervasyonunu tamamladım Bora da çantalarla ilgili yeni düzenlemeleri yaptı; elimizin altında olması gereken önemli şeyler küçük çantaya, ihtiyaç duymayacaklarımız sırt çantalarına gibi.  Ardından kahvaltı için aşağıya indik. Kahvaltı salonu aydınlık ve genişti; menü bizdeki kahvaltı kavramından oldukça uzak ama nihayetinde ihtiyacımız olan enerjiyi alabileceğimiz şekildeydi..  Çok pişirilmiş omlet, sosis sote benzeri bir şey, taze sıkılmış ama bolca su katıldığı için orijinal lezzetinden epeyce uzaklaşmış meyve suları (portakal, papaya, guava, kiwi) ve yanında kek.. Ve tabii çay ve kahve:)

Kahve hem kendine getirme hem de yeni güne başlama açısından son derece iyi geldi; kahvaltı bitiminde birer de keyif kahvesi içtikten sonra  otobüs terminali Portuguesa Tiete (çiete diye okunuyor)’ye gitmek üzere Republica Metro İstasyonu’na kadar yürüdük. Bu arada dün akşam karanlık olduğu için pek  de göremediğimiz Republica Meydanı’nda kısa bir yürüyüş yapma şansımız  oldu.. Birkaç küçük yeşil park gördük , caddeler oldukça geniş ve meydanda Christmas için kurulduğunu sandığımız hediyelik eşya pazarı vardı..


Biraz dolaştıktan ve ürünlere baktıktan sonra metroya indik ve önce sarı hat ile Luz’a oradan da mavi hat ile meşhur Tiete’ye vardık. Foz De Iguaçu’ya giden Pluma firmasının gişesini bulduğumuzda saat 14.45 otobüsünde hiç yer olmadığını, 16.00’daki otobüsün başka bir terminalden kalktığını ancak 17.00 için buradan binmek üzere bilet  alabileceğimizi öğrendik. Kişi başı 140 real’den 2 bilet alıp çantalarımızla Tiete’de turalamaya başladık.. İkinci gün olması dolayısıyla henüz ağırlıklarıyla barışamadığımız çantalarımız için emanet bulalım ve saat 17.00’ye kadar bunları taşımayalım istedik ama çanta başı 10 real istediklerini duyunca vazgeçtik. İyi ki de vazgeçmişiz.. Şimdi çantalarımız bizimle ama hiçbir ağırlıkları veya fazlalıkları yok bize.. Zira dinlenme amaçlı yapılmış banklarda yayılmış oturup kitabımızı okurken sırtımızda durmaları gerekmiyorJ Ayrıca para da başka işimize yaradı; bu parayla hem kırılan gözlüğüm yerine bir gözlük aldık hem de mis gibi iki kahve ile kendimizi ödüllendirdik:)

 30 Kasım 2012.. Günlerden Cuma, 16 saatlik bir yolculuk sonrasında Foz do Iguaçu’da yani Iguazu şelalerinin Brezilya tarafındaki sınır kasabasındayız..
Bu kadar uzun süre yolculuk yapmamıza rağmen çok büyük  bir yorgunluk hissetmiyoruz ama hafif bir başağrısı ve sersemlik yok değil; ama güzel birer kahvenin üstesinden geleceğinden eminizJ Foz do Iguaçu’da hava günlük güneşlik -dün akşam yağmur yağmış ama sabah pırıl pırıl- sıcaklık bizim oraların baharı gibi 26-27 derece..

Sao Paulo’nun kaotik mimarisinden sonra burası yemyeşil geniş meraları ve uçsuz bucaksız ekili arazileriyle bize çok iyi geldi. Burada olmaktan mutluyuz.. Otobüsümüz yolda 4 kez ihtiyaç molası verdi.. İlkinde yemeğimizi yedik; menüde pilav, patates kızartması ve dana eti vardı ; etleri gerçekten çok lezzetli.. Sabaha karşı geçtiğimiz geniş ve yemyeşil meralarda otlayan inekleri görünce bu lezzetin nereden geldiğini anlamak çok zor değil.. Bugünkü planımız önce Puerto Iguazu’ya yani Arjantin tarafına geçip hostelimize yerleştikten, çantalarımızı bırakıp üzerimizdeki 3 günlük kıyafetleri değiştirip şort ve sandaletlerimizi giydikten sonra biraz serbest zaman kullanmak ve Puerto Iguazu’yu keşfetmek..Şelaleri göreceğimiz uzun ve yorucu  geziyi yarına bırakmak istiyoruz..

Foz do Iguaçu şehir merkezine giden otobüse 2 kişi için toplam 5 real verip biniyoruz ve merkezde indikten sonra da  terminalin hemen paralelinden kalkan Puerto Iguazu Argentina yazan mavi- beyaz otobüslere atlıyoruz. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk sonrası Arjantin sınırındayız; şoförümüz duruyor ve bize anlamadığımız bir şeyler söyleyip arkamızdaki binaları göstererek inmemizi istiyor. “Ne var ne oluyor” falan dememize kalmadan kendimizi eşyalarımızla birlikte aşağıya buluyoruz. Bu arada elimize son anda tutuşturulmuş bir de kağıt parçası var üzerinde 30.11.2012 yazıyor.. Bu kez “eee peki bu otobüs bizi bekleyecek mi ” derken bir bakıyoruz otobüs çoktan hareket etmiş gidiyor!! Sonradan kendi kendimize olayı anlıyoruz ama bu şekilde otobüsten atılmayı bir türlü hazmedemiyoruz.. Olay şöyle: Brezilya çıkışında inip pasaportlara çıkış damgası vurdurduktan sonra aynı biletle arkadan gelen otobüse biniliyor.. Telaşlanacak bir şey yok aslında ama ilk kez gelen bizim gibiler için bir anda otobüsten atılırcasına indirilmek  ve sonrasının ne olacağını bilememek paniğe sevkediyor insanı. İnşallah o şoför bir gün Türkiye’ye gelir, gelir de turiste nasıl davranılıyormuş görür ve görür de utanırJ Neyse pasaportlarımıza Brezilya çıkış damgasını vurdurup elimizde o kağıt parçası arkadan gelecek diğer mavi-beyaz otobüsü beklerken şoföre sövecek epey vakit buluyoruz..
Ama arkadan gelen otobüsün şoförü Brezilyalı şoförler genelinin böyle olmadığını kanıtlarcasına son derece nazik ve babacan çıkıyor.  Hatta Arjantin girişinde yine inip bu kez pasaportlara giriş damgası vurulurken yanımızda bekliyor ve çantalarımızı bizzat kendisi taşıyarak bize yardımcı oluyor. Biz de “her yerin aysı da dayısı da var demek ki” diyerek bir önceki olayı bir şanssızlık olarak kayıtlara geçirip unutuyoruz..
Foz do Iguaçu’dan Puerto Iguazu’ya gelişimiz için toplam 13 real ödedik. Bunun 8 reali mavi-beyaz otobüse ait diğeri de merkeze getirene.. Oysa indiğimizde direkt taxi ile gidelim diye düşünüp taxiciye sorduğumuzda bu transfer için bizden 60 real istemişti.. Bu durumda paranın 4/5’i cebimizde kalmış oldu; belki biraz zaman kaybettik  ama bugün için zaten başka bir planımız yoktu ve Puerto Iguazu’ya geldikten sonra duş alıp dinlenmek, çamaşır yıkamak, etrafı turlamak, yemek yemek, peso ihtiyacımızı karşılamak ve akşam için atıştıracak bir şeyler aldıktan sonra güzel bir marketin önünde oturup kahve keyfi yapmak için rahat rahat zamanımız oldu ..



İstanbul-Sao Paulo


28 Kasım 2012 sabahı, yani büyük maceranın başladığı bu sabah, saat 05.20’de uyanıp “evden çıkmaya hazırız” dediğimiz sırada önce “Bora’nın telefonu nerede” paniği yaşadık.. Neyse ki telefonu bulduk ve sevgili Mürvet Abla’nın arkamızdan döktüğü suyla Taksim’e çıkan sokaklardan birinden Gümüşsuyu’na aktık. Havataş’la havaalanına gelip de x-ray’den geçinceye kadar bu kez benim cep telefonumu evde unuttuğumuzun farkında bile değildik. Güne aksilikle başlamıştıkL Mürvet Abla’nın telefonu kaptığı gibi bir taxiye atlayıp havaalanına gelişini beklediğimiz yaklaşık 40 dk boyunca maceranın daha ilk günden hakkını verdiğini düşündük!!!.


Şu anda uçaktayız.. Tunus  ve Dakar üzerinden Pasifik’e açılan uçağımız yaklaşık 6 saattir yolda ve Sao Paulo için daha 8 saatimiz var.. ..   İlk duyduğumuzda kulağa çok ürkücü geldiğini düşündüğümüz 13 saat 45 dakikanın yarınsını geride bıraktık.. Akşam 19.40 gibi orada olmayı planladığı söyleyen kaptanımız şu ana kadar gayet güzel idare etti uçağımızı; hosteslerimiz son derece kibar,  servis mükemmel, yemekler ve içkiler süper..

Aralıklarla uyuyup uyanarak ve kesintilerle de olsa film seyrederek yaklaşık 11 saati geride bıraktık. Pasifik üzerindeki uçuşumuz sona ermek üzere;  Sao Paulo Guarullos Havaalanı’na inmek için 2 saat 45 dakikamız kaldı. Birazdan güzel bir akşam yemeği servisi yapılacak ve karnımızı tekrar ve galiba son kezL güzel türk yemekleriyle doyurmuş olacağız.  Şu an saatimiz 21.05’i gösteriyor ancak güney yarım kürede hava hala aydınlık; uçuş bilgileri Sao Paulo’da saatin şu anda 15.00 civarında olduğunu söylüyor. Aynı bilgilere göre hava kapalı hatta yağışlı ..

28 Kasım 2012 akşamı.. Yaklaşık 14 saatlik uzun bir uçuştan sonra Brezilya saatiyle 19.45'te Sao Paulo'ya indik. Seyahat beklediğimizden rahat geçti; THY bu konuda gerçekten mükemmel!! Aralıklarla uyuyup uyanarak izlediğimiz filmlere eşlik eden son derece lezzetli yemekleri, sandviçleri ve içkileriyle güler yüzlü hizmeti sayesinde yolun uzunluğunu hissetmedik diyebiliriz.. Şu anda hostele yerleşmiş durumdayız; bu gece kalıp yarın sabah kahvaltısından sonra yine 16 saatlik bir yolculuk için otobüsümüze binip Puerto Iguazu'ya doğru hareket edeceğiz.. Çok kısa ve sadece gecesini görebildiğimiz 21 milyon nüfuslu bu devasa şehirde ilginç pek birşey yok; çirkin binalar, sokaklarda her türlü suça açık görüntüler, şehrin ortasından geçen ve tüm kanalizasyonun boşaldığı söylenen nehirden gelen nahoş koku (eskiden İzmir Körfezi'nden gelen kokuya benzer)... ile kaotik bir görünümü var.. Pazar günü Formula 1 yarışları yapılacakmış o nedenle en kıytırıklarına kadar şimdiden bütün oteller full..
Bugünkü şansımız havalimanında tanıştığımız Ali Bey'di; eşinin Brezilyalı olduğunu ve ticaret için sıkça buraya gidip geldiğini öğrendiğimiz Ali bey sağolsun bugün bize her konuda yardımcı oldu..Yoksa onca yoldan sonra hem de ilk gün.. canımız epeyce sıkılabilirdi.. Sayesinde bugün hiç bir konuda zorluk yaşamadan ve yorulmadan işlerimizi hallettik. Sonsuz teşekkürlerimizle..





Güney Amerika Seyahati Hazırlıkları




13.11.2012 Burhaniye.. Benim uzun yıllardır hayalini kurduğum, Bora’nın ise sanıyorum benimle tanıştığından buyana aklına düşen Güney Amerika seyahatimizin başlamasına tam 15 gün kaldı. Her şey yolunda gider bir terslik olmazsa 28 Kasım 2012 Çarşamba günü saat 09.20’de uçağımız  bizi İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan alıp Brezilya’nın Sao Paulo şehrine götürecek..
Hazırlıklar konusunda uzun süreden beri çalışıyoruz; 5 ay boyunca yalnız kalacak evimiz,  bahçemiz, köpeğimiz Badem ve kedimiz Fındık’ın bakımı için planlamalar yapıyoruz. Bora’nın annesi, babası ve ağabeyi yakında olmaları dolayısıyla dönüşümlü olarak gelip hayvanlarımıza yemlerini, sularını verebileceklerini söylediler.. Son derece özveri isteyen ve büyük  sorumluluk gerektiren bir iş olduğu düşünüldüğünde ne kadar şanslı olduğumuzun farkındayız. Kendilerine şimdiden sonsuz teşekkür ediyoruz.
Evimizde alarm sistemi kurulu olmasına rağmen tamamen ıssız bir bölgede yer alması ve zaman zaman hava şartları nedeniyle uzun süreli elektrik kesilmeleri yaşanması dolayısıyla ne yazık ki evimizin, karavanımızın ve arabamızın da ilgiye ihtiyacı var. Bu konuda da Dalyan Sitesi’nin yöneticisi Özcan Bey bize destek verecek. Sağolsun evimiz ve bahçemizle ilgili her türlü sıkıntıda bugüne kadar kendisi hep yardımcımız oldu; yine aynı şekilde yardımlarını bizden esirgemiyor, son derece müteşekkiriz..
Sağlık konusunda ise ben dişlerim Bora da beli ve sol bacağındaki ağrı (siyatik olduğu söylendi) için endişeleniyorduk. Gerçi çok net bir sorun yoktu ama Güney Amerika’da kalacağımız süre 5 ay olduğundan, bunlarla ilgili de buradayken bir şeyler yapmak gerekiyordu. Oralarda başımıza bir terslik gelirse ne yapar, derdimizi nasıl anlatır, söylediklerini anlamadan etmeden verdikleri ilaçları nasıl kullanırdık?? Sonunda karar verip dilini bildiğimiz, derdimizi düzgünce anlatıp söylediğini anlayabileceğimiz ve sormak istediklerimizi rahatça sorabileceğimiz  Türk doktorlarına başvurduk. Yapılması gereken tedavileri yaptırıp, olunması gereken iğneleri olup!! :(  gerektiğinde alınacak ilaçların reçetelerini yazdırıp satın aldık.
Tabii bütün bunları planlarken ve yavaş yavaş hazırlıkları yaparken, bir yandan da gezimizle ilgili detayları tamamladık.  Gidilecek ülkeler, takip edilecek rota, mutlaka gidilecek yerler, orada görülecekler.. Neler yemeliyiz, nerede kalacağız, hangi dağlara, volkanlara çıkacağız, hangi trekking turlarına katılacağız, hangi göllere gideceğiz, nerelerde tekne turlarına katılacağız, yerel rehberler kimler, adresleri.. Hangi mevsim nerede  olmalıyız, endemik bitkiler neler,  yanımıza neler alacağız, neler mutlaka gerekli, neler olmasa da olur ve gibi gibi..

Götürülecekler listemizde neler var?
Gore-tex mont&pantolon (orta kalınlıkta)-dağ botu- batonlar-çorap (birkaç)- termal içlik(alt-üst)-yağmurluk-tozluk-bere-eldiven-rüzgarlık-polar(iki)-ince uyku tulumu-sandalet-flipflop-tişört(birkaç)-güneş gözlüğü-şort(birkaç)-zip off trekking pantolonu(iki)-ilaç-diz bantları-ilk yardım çantası-güneş kremi-tarak-diş fırçası&macun-cımbız-tırnak makası-epilady-saç kesme makinesi-çamaşır-mayo-havlu-şampuan&lif-güneş şapkası-buff-eşarp- kilitli sırt çantası torbası**- Pil şarj aleti-yedek pil-yedek hafıza kartı-netbook-fotoğraf makinesi-harici bellek-Peru vizesi için fotoğraf ve nüfus cüzdanı fotokopisi


**Kilitli sırt çantası torbası: Sırt çantalarımıza hem uçakta atılıp tutulurken zarar görmemesi hem de orada hostellerde veya otobüs terminallerinde emanete bıraktığımızda açılıp kurcalanmaması için kilitli birer torba yaptık. Kumaşı aldık Bora dikti, zımbalarını çaktırdık, kilit ve çelik bağlantılarını da yine Bora yaptı; yani her şeyiyle ev yapımı kendi imalatımız oldu..

Bu arada İzmir’e gittiğimizde eksiklerimizi tamamlayıp son aşılarımızı olurken harici belleğimize bizi özellikle geceleri oyalayacak (5 ay kadar) yeni filmleri yükletmeyi de ihmal etmedik:) Bu konudaki desteklerinden dolayı sevgili Kemal’e sonsuz teşekkürler!!
Seyahat sigortası kapsamında hırsızlık ve kaybolma halinde tazminat söz konusu olduğunda çantalarımızın içeriği yaklaşık 2500 TL x2 = 5000 TL’dir.

Çantalarımız kaç kg oldu?
Ortalama18-20 kg civarında geldi.. Thy’nin ekonomi için sınırı 20 kg

Çantamızın ayrı bir köşesine önlem olarak nüfus cüzdanı, pasaport, aşı kartları, kredi kartları ve biletlerimizle seyahat sigorta belgemizin bir fotokopisini koyduk. Ne olur ne olmaz ola ki kaybederiz veya çaldırırız, en azından yeniden çıkarma aşamasında faydası olur diye düşündük..

Hangi aşıları yaptırdık?
Güney Amerika için tek zorunlu aşı Sarı Humma. Biz isteğe bağlı olarak Tifo, Hepatit B,  Tetanoz ve Polio yaptırdık. Hepatit B için birkaç Aile Sağlığı Merkezi dolaşmak zorunda kaldık zira ellerindeki aşı sayısı bölgelerindeki çocuk  sayısıyla sınırlı olduğundan büyüklere yapmak istemiyorlarmış. “Eczaneden alıp getirin yapalım” diyorlar.  Gittiğimiz üçüncü merkez “elimizde yeterli sayıda aşı var yapalım” dedi..

Tetanoz  aşısı Aile Sağlığı Merkezlerinde ücretsiz yapılıyor.
Tifo ve Sarı Humma ise Hudut ve Sınırlar Sağlık Müdürlüğü tarafından yapılıyor. İzmir’de Pasaport iskelesinin denize doğru son noktasında yeralan ve yapım tarihinin 1876 olduğunu öğrendiğimiz eski binada yeralıyor HSSM.. Son derece anlayışlı, konuşkan, İzmir’in karakterine uygun medeni ve aklı başında insanlarla tanıştık orada; bilgi verdik ve ciddi bilgiler edindik. Elleri de son derece hafif!! .. hiç canımızı yakmadan aşılarımızı yapıp aşı kartlarımızı hazırlayıp iyi yolculuklar dileyerek uğurladılar bizi.

Sıtma için de yine HSSM’den hap alabiliyorsunuz. Tabii bizim G.Amerika’da geçireceğimiz süre 5 ay olduğu için bu haplar yeterli olmayacağından bize vermediler; eczaneden  kendimiz alacağız.. Bu arada bu kadar uzun süre kalacağımız için bir anlamda “oralı” olmuş olacağımızdan mümkün olduğunca iyi korunmaya çalışıp ısırılmamaya gayret  edeceğiz..  HSSM’de konuşurken gece ve gündüz farklı sivri sinekler tarafından ısırılacağımızı öğrendik .. Biri sıtma diğeri sarı humma mikrobu taşıyormuş bunların;  uzun kollu ve paçalı giymek önemli.. Bu arada iyi kalite böcek&sinek kovucu satın almak önemli; ucuz veya niteliksiz ürün kullanmanın yaratacağı sıkıntılar ilaca ödenecek parayı eminim kat be kat geçecektir..  Sıtma hapları karaciğeri yoran ve yan etki anlamında ciddi sorunlar yaratma ihtimali olan haplarmış; 5 ay gibi bir süre devamlı kullanım bu nedenle ayrıca sıkıntılı!!! Onun için “oralı” olup insanlar ne yapıyorlarsa ona dikkat etmeye ve  sinekler için özel bileklik, ilaçlı cibinlik, etken maddesi yüksek ilaç vb şeyleri gittiğimizde yerinde araştırıp almaya karar verdik..