13 Mart 2015 Cuma

Selanik'ten Edessa ve Bitola'ya yolculuk


11 Mart 2015 (Selanik-Edessa-Bitola)

Saat 07.30’da güneşli pırıl pırıl bir sabaha uyanıyoruz. Kavala’nın Palio sahilinde deniz kenarındayız. Dünküne göre biraz daha iyi bir gece geçirdik yavaş yavaş yerimize ve seyahatte olma duygusuna alışıyoruz.

Birimiz çayı koyarken diğerimiz karavanın içini şöyle bir düzenliyor ve 20 dk sonra demlenen çayı termosa almış, sandviçlerimizi hazırlamış yola çıkmaya hazırız :)

Kavala’dan Selanik’e geçmek için yeni otobanı değil eski otobanı kullanmaya karar veriyoruz ve sahil boyu devam eden pek çok sevimli küçük kasabadan geçerek Selanik’e varıyoruz. Selanik’i dönüşte uzun uzun gezmek istediğimizden gidişte uğramıyoruz; bugünkü hedefimiz Edessa üzerinden Üsküp’e ulaşmak.

Sağlı sollu üzüm bağları ve elma bahçeleri arasından Selanik’e giden eski otobanı buluyoruz ve solumuz deniz olmak üzere keyifli bir yolculuğa başlıyoruz. Halkidiki yarımadası gerçekten çok güzel; küçük küçük göller, lagünler ve köyler arasından yol alıp nehirler geçerek doğayı izliyoruz. Buralar tıpkı Ayvalık, Güre, Altınoluk, Küçükkuyu gibi her yan zeytinliklerle kaplı; tek fark bunlar bizdekiler gibi kesilip kesilip yazlık sitelere teslim edilmemişler.

Selanik’e doğru yine yağmur başlıyor ve Bora’nın keyfi kaçıyor L ama Edessa’da kaplıcaya gireceğimizi duyunca nispeten rahatlıyor. Arabayla gezmek yorucu tabii ama ayrı da bir güzelliği var; her şeyden önemlisi hiçbir detayı atlamıyorsunuz. Bu arada benzin Halkidiki’de daha da ucuz; tabii fiyatlara bakıp lokal istasyonlardan en iyisini seçmek gerekiyor yoksa direkt Shell yada BP’ye girerseniz her zaman en az %10 daha pahalıya alabilirsiniz.
Biz yolumuz uzun olduğundan uygun fiyat buldukça depomuzu dolduruyoruz; bu sefer 1,119 €’dan alıyoruz mazotu, yani 3,19 TL.

Selanik üzerinden Edessa’ya varışımız 4 saatimizi alıyor; Edessa şelalelerin ikiye ayırdığı, dağların kayaların üzerine kurulmuş, sakin ve şık bir yer. Şelaleyi besleyen kanalların üzerine kurulu minik  köprüler şehre romantik bir hava vermiş. Şelale gerçekten oldukça yüksekten dökülüyor ve bu nedenle de gayet görkemli. Biraz fotoğraf çektikten sonra Edessa’dan ayrılıp kaplıcaların olduğu Ariania’ya geçiyoruz.

Ariania Edessa’nın yaklaşık 30 km kuzeyinde yer alıyor. Edessa’dan kuzeye doğru ilerliyoruz ve bir tepeyi aştıktan sonra inişe geçen yol 20 dk sonra bizi Ariania’ya getiriyor. Kaplıcalar köyün 10 km kadar  dışında; hemen girişte solda benzin istasyonu var oradan sola dönüyoruz ve 10 dk sonra tesisin resepsiyonundayız.

Özel havuzlu küçük odaları yarım saati 5€’dan kiralıyorlar. Su bizdekiler kadar sıcak değil 37 derece ama iki gündür kamp alanında gecelemediğimizi düşününce hiç de fena sayılmaz. Hemen bir oda alıp kendimizi havuza atıyoruz. Yarım saat sonra misler gibiyiz; karavana dönüp bir de kahve hazırlıyoruz Oh be! bizden mutlusu yok. Gerçi bugün otoban kullanmayıp hep deniz kıyısı gelerek fazla zaman kaybettik ve bu nedenle de planımızın gerisine düştük ama artık n’apalım alışıncaya kadar ilk günler biraz böyle olabiliyor, sonra arayı kapatırız :)

Kahvelerden sonra toparlanıp tekrar yola çıkıyoruz; rotamız Edessa-Florina-Bitola üzerinden Üsküp. Edessa Florina arası 64 km ve yol oldukça bozuk. Hem satıh iyi değil hem de sürekli tırmanıyoruz bu nedenle de yol beklediğimizden biraz daha uzun sürüyor. Florina’dan gümrük levhalarını takip ederek Makedonya sınırına ulaştığımızda hava kararmak üzere. Gümrükte yeşil sigortamız ve pasaportlarımız kontrol edilip aracımızın içine şöyle bir bakılıyor, pek uzun sürdüğünü söyleyemeyiz sadece Makedon gümrük memurları Yunanlılar kadar nazik değiller. Hızlı bir şekilde sınırı geçip 10 km ilerideki Bitola’ya yani bizdeki adıyla Manastır’a varıyoruz. Artık Makedonya sınırları içindeyiz. Yollardaki değişiklikten bunu zaten hemen farkediyoruz; yetersiz tabelalar,  bozuk satıh ve sürekli yol yapım çalışmaları. Bu arada Manastır Mustafa Kemal Atatürk’ün Askeri İdadi eğitimi aldığı yer; aslında zamanımız olsa biraz daha kalınıp gezilebilir ama biz devam etmek zorunda olduğumuzdan şehir merkezinin girişinde bir döviz bürosunda para bozdurup  tekrar yola koyuluyoruz.  

Bitola’dan çıkıp Prilep’e geçerek hava tamamen kararıyor ve rüzgar giderek sertleşiyor, yavaş yavaş etraftaki manzara değişip tamamen beyaz karlı dağlara dönüşüyor. Yaklaşık 5 km kadar sonra karavanın motor sesinde bir değişim hissediyoruz derken yağ lambası yanıp sönmeye başlıyor. Hemen uygun bir yerde yolun sağında park ediyoruz; Bora el feneriyle yağ deposunu kontrol etmek üzere iniyor ve az sonra gözleri kocaman kocaman geri dönüyor “arabada 1 damla bile yağ yok”!!!

Panik içindeyiz ama birbirimize belli etmemeye çalışıyoruz;  dışarıda hava buz gibi, bembeyaz karlı tepeler dışında her yer zifiri karanlık.. Bora şapkasını montunu giyip ellerine eldiven alarak karavanın altına yatıyor. Ben de flaşörlü yeleğimi giyip şapka mont tam tekmil istediği alet edevatı vermek üzere yanındayım. Yerde öbek öbek yağ lekeleri var; belli ki yol boyu böyle döke saça gelmişiz.

Devam etmemiz mümkün değil ve gecenin bu saatinde yapılacak hiç bir şey yok; moralimiz bozuk, karnımız aç ve aklımıza hiç iyi bir şey gelmiyor. Hemen bi çay demliyoruz, zeytinyağına 4 yumurta kırıp peynir zeytin çıkarıp kahvaltı hazırlıyoruz. Fatoş’un zahterini de unutmuyoruz :)


kahvaltıyla gayet iyi gidiyor.  Hiç uykumuz yok; etraf böyle ıssızken ve yol kenarında bozuk karavanın içindeyken kendimi hiç de güvende hissetmiyoruz ama yatıp uyumaya çalışmaktan başka da çaremiz yok; çünkü yarın bizi yine zorlu bir gün bekliyor olacak.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder