21 Mart 2015 Cumartesi

Budapeşte’deki ikinci günümüz


16 Mart 2015 Budapeşte’deki ikinci günümüz

Sabah erken uyanamıyoruz, kaldığımız yer şehir içi olması rağmen o kadar sakin ve huzurlu ki güneş gözümüzün içine girinceye kadar trafik gürültüsünü bile duymamışız. Hemen toparlanıyoruz, saat 10.00’a geliyor. Kahvaltı seramonisini bugün biraz daha kısa tutup kendimizi biran önce dışarı atıyoruz.

Bugünkü planımız Tuna nehrinin  Buda tarafını gezmek.  Nehir boyundan yürüyerek Zincir Köprüsü’ne kadar gelip finikülerin yanındaki merdivenlerden yavaş yavaş yukarıya şimdilerde Ulusal Galeri olarak kullanılan eski parlamento binasına tırmanıyoruz. Her adımda altımızdaki manzara biraz daha güzelleşiyor, bu arada makinelerimiz elimizden biran olsun düşmüyor durmadan çekiyoruz.. Derken tepe noktaya geliyoruz ki burada zaten ikimiz de kopuyoruz; birbirimizi unutup manzaranın keyfiyle sarhoş kaç poz çektik bilmiyoruz ama bir türlü yeterli gelmiyor.  Budapeşte gerçekten çok güzel bir şehir ve hele hava da bizim şansımıza olduğu gibi güneşliyse bu tepeden Budapeşte’yi seyretmeye doyum olmuyor.

Parlamento binasının arkasından devam ederek Bethoven’ın konser verdiği evi görüyoruz. Kapalı olduğu için içine giremiyoruz ama kapısında bir fotoğraf çektikten sonra Mathias Kilisesi’nin de yer aldığı Balıkçılar Burçu’na doğru yürüyoruz. Buralar Budapeşte’nin  en keyifli yerleri, şehrin en panoramik görüntüleri buradan alınabiliyor. Bir de Gellert Tepesi var ve orada da müthiş günbatımı görüntüleri oluşuyor. Gerçi sabah da fena sayılmaz ama akşam üstleri başka tabii.  

Balıkçılar Burcu’ndan da yeterince görüntü aldığımıza ikna olunca tekrar aşağıya Zincir Köprüsü’ne inip karşı kıyıya Peşte tarafına geçmeye karar veriyoruz. Peşte tarafının ve tabii Budapeşte’nin en hareketli caddesi Vaci Utka. Tüm alışveriş mağazaları, sokak sanatçıları, yiyecek içecek seçenekleri, cafeler restoranlar hepsi burada.

Sağa sola bakarak ve hemen hemen her başkentte yeralan uluslar arası zincirlerin renkli bol ışıklı mağazalarının arasından geçerek kendimizi tekrar Ayasofya Restoran’ın önünde buluyoruz. Tesadüf bu ya, Budapeşte’de ne zaman kendimizi kaybolmuş hissetsek bir şekilde buraya geliyoruz J Ömer ve Celal her ikisi de restorandalar, işlerinin tüm yoğunluğuna rağmen çay ikram ediyorlar ve sohbetlerini esirgemiyorlar bizden. Restoranın wi-fi’ydan yazı ve fotoğraflarımızı paylaşıp otomatik çamaşır yıkama&kurutma yapan bir yer var mı diye soruyoruz. sağolsunlar hemen bir yerlere telefon edip yerini öğreniyorlar, biz de elimizdeki harita üzerinde işaretliyoruz.


Celal henüz 26-27 yaşlarında, uzun yıllar Türkiye’de turizm sektöründe çalıştıktan sonra buraya ağabeyinin yanına gelmiş. Budapeşte’de bir restoranları ve iki kardeşleri daha varmış; onlar da diğer restoranla ilgileniyorlarmış. Yaşları çok genç olmasına rağmen uzun yıllardır çalışıyor ve kendi ayaklarının üzerinde duruyor olmanın yorgunluğu var üzerlerinde. Hayalleri 45-50’li yaşlarında artık bu tempoda çalışmayı bırakıp Türkiye’ye köylerine dönmek ve Fırat Nehri kıyılarında bizimki gibi küçük bir ev yapıp emeklilik hayatı yaşamakmış. Buralarda medeniyet falan olmadığını, kültür, medeniyet, mutfak, insanlık ne varsa her şeyin Anadolu topraklarından çıktığını anlatıyorlar bize. Uzunca bir süre Türkiye’den bahsedip hasret gideriyoruz ve akşam üzerine doğru önce Aziz İstvan Kilisesi’ne oradan da karavanımıza gidip çamaşırlarımızı hazırlamak üzere izin isteyip yanlarından ayrılıyoruz.

Aziz İstvan Kilisesi  Budapeşte’nin en büyük, en görkemli Katolik Kilisesi. akşam 20.00’de bir klasik müzik konseri varmış o nedenle gittiğimizde kapalı; sadece dışarıdan fotoğrafla yetinmek zorunda kalıyoruz. Havanın kararmasıyla birlikte hava da yavaştan ısırmaya başlıyor. Yolumuz üzerindeki süpermarketlerden birinden su, ekmek ve meyve alıp hızlı hızlı Tuna boyuna iniyoruz, sonra da Elizabeth Köprüsü’nü geçşp karavanımıza geliyoruz; epey üşümüşüz; “insanın evi gibisi yok” vallaJ Hemen akşam yemeğimizi hazırlıyoruz üzerine birer de kahve.. artık çamaşırları götürmeye hazırız.

Haritamıza işaretlediğimiz yer aslında tam da çamaşır yıkama noktası değil; tarifi verenler biraz eksik söylemişler; neyse sokak doğru en azından. Aynı sokakta bir dönercimiz var, adı Yılmaz; sağolsun bizi “bubbles” adındaki dükkana kadar götürüyor. Zaten dükkan bir pasajın içinde ve dışarıdan görülebilecek bir tabela falan olmadığından Yılmaz yardım etmese bulmamız mümkün değil. “Abi dönüşte uğrayın bir çay ikram edeyim” diyor ve ayrılıyor. Çamaşırları yıkayıp kurutmamız 40 dakika kadar sürüyor, bu arada dükkanda wi-fi var yine yazı ve fotoğraflarımızı yayınlıyoruz; sonra Yılmaz’ın dükkanındayız. Çay içip kısa bir hasbıhal ettikten sonra saat 12.00 gibi tekrar karavana doğru yola koyuluyoruz. Artık Budapeşteli gibiyiz her yere rahatlıkla gidip geliyoruz, hepsinden önemlisi hiç yalnız değiliz buralarda.. pek çok hemşehrimiz var, her derdimize koşuyorlar. Ne mutlu bize :)
























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder