21 Mart 2015 Cumartesi

Budapeşte'den Estergon'a, oradan da Slovakya’ya geçiyoruz


17 Mart 2015 Estergon üzerinden Slovakya’ya geçiyoruz

Yola devam edecek olmanın heyecanıyla sabah erken uyanıyoruz; bugünkü planımız Gellert Tepesi ve Kahramanlar Meydanı’nı da görüp Budapeşte’den ayrılmak. Şehrin 50 km kadar kuzey batısında  yeralan  Estergon’a gidip meşhur Estergon Kalesi’ni (Estergon Kilisesi) gördükten sonra Tuna’nın karşı tarafına Slovakya’ya geçmek istiyoruz.

Hemen çayımızı demleyip termos bardaklarımıza alıp  Kahramanlar Meydanı’na doğru yola koyuluyoruz. Şansımıza hava güneşli, renkler capcanlı, pırıl pırıl bir gün. Kahramanlar Meydanı şehrin Peşte tarafında büyükçe bir parkın girişinde yeralıyor, hemen yanında da büyük bir otopark var. Karavanımızı otoparka bırakıp çaylarımızı alıp meydana doğru yürüyoruz. Kahramanlar Meydanı’nda aslında pek de bir şey yok; büyük ve temiz bir meydanda Macar savaş kahramanlarının bronz heykelleri yeralıyor. Sabah erken olduğu için henüz turist istilası başlamamış, birkaç küçük grupla beraber meydandaki heykelleri izleyip Macar kahramanlarıyla birlikte fotoğraf çektiriyoruz.

Sonraki durağımız Budapeşte’nin en yüksek yeri olan Gellert Tepesi.  Budapeşte bu tepeden harika görünüyor; bütün köprüler ve önemli binaların tamamı ayağımızın altında. Tepenin simgesi özgürlük heykeli, elinde zeytin yaprağı taşıyan genç bir kız. Bu tepede aynı zamanda tarihi bir de kale var “Citadella”. Küçük şehir anlamına gelen bu kelime, geçmişte büyük şehirlerin korunması amacıyla inşa edilen küçük yerleşimler için kullanılıyormuş ve Citadella da zamanında Tuna Nehri üzerinden Budapeşte’ye yapılacak herhangi bir saldırıyı görebilmek, erken önlem alabilmek düşüncesiyle kurulmuş.

Epey bir süre burada oyalanıp bolca fotoğraf çekiyoruz ve henüz kimseler olmadığından bu sakinliğin tadını çıkarıyoruz. Saat 10.30 civarında yavaş yavaş turist otobüsleri gelmeye başlıyor. Otobüsten inen turistler büyük gruplar halinde manzara noktalarına yığılmaya başlayınca ayrılma vaktinin geldiğine karar veriyoruz. Bu arada kurt gibi acıkmış durumdayız, kahvaltı istiyoruz ama 1 saat daha dayanalım Estergon’da  rahat rahat yaparız diyerek tekrar yollara düşüyoruz.

Karavanı ben kullanıyorum, Bora biraz dinleniyor. Yolda navigasyonumuzdan bahsederek ilerliyoruz;  “teknoloji nasıl da güzel, sağolsun yolları hiç şaşırmıyor ve üstelik km tahditlerinde de uyararak radar cezası yememize izin vermiyor, bak bizi nasıl da hızlıca getiriverdi” falan derken aniden arkamızda beliren trafik polis arabası tarafından durduruluyoruz.

Muhtemelen plakamızı görüp nereden gelip nereye gidiyoruz şeklinde genel bir kontrol yapmak istiyorlar. Tabii biz siren sesini duyup aynadan arkamızda polis arabası görünce bir anda panikliyoruz ve hemen sağda durup hızlıca şoför değiştiriyoruz. Türk aklı işteJ uluslar arası ehliyeti olan Bora olduğundan sorun çıkmasın istiyoruz. Polisler 3 kişiler, 30 yaşlarındalar ve hiç biri İngilizce bilmiyor.
Çat-pat bize şoför değiştirdiğimizi anlatıyorlar. Ehliyet ruhsat pasaport uluslar arası ehliyet ne varsa veriyoruz. Bir tanesi epeyce aksi, ısrarla “neden şoför değiştirdiniz, kamerada görünüyor siz kullanıyordunuz” diyor bana. Ben de “uluslar arası ehliyeti olan eşim, benim ehliyetim uluslar arası değil sadece onu dinlendirmek için arada bir kullanıyorum ama Yunanistan, Makedonya, Sırbistan’da sorun olmadı burada da olmayacağını düşündük “ diye izah ediyorum. Kabul etmiyorlar ve “burası Macaristan burada yapamazsınız” anlamında birkaç şey söylüyorlar. Ben ısrarla araç kiralama durumunda bile bunun sorulmadığını, eğer bu arabayı Macaristan’da kiralamış olsaydım bu ehliyetle kullanabilecek olduğumu falan anlatıyorum ama işlerine gelmediğinden “İngilizce bilmiyoruz” diyorlar ve 1 ay içinde ödenmek şartıyla 45.000 HUF yani 450 TL ceza keseceklerini söylüyorlar. Yapmayın etmeyin bu çok para falan diye ben rica ediyorum bir tanesi sanki daha anlayışlı gibi davranıyor ve aslında içlerinden İngilizce’yi en iyi de o anlıyor. Sonuçta ellerindeki cep telefonundan translator’ı açıp karşılıklı yazışıyoruz. Ben bu seferlik bir istisna rica ediyorum, uyarı olmuş olsun bir daha Macaristan’da araç kullanmayacağım, söz diyorum. Onlar da bir daha yaparsanız ceza keseriz diyorlar ve sonuçta tatlıya bağlıyoruz ama bütün bunlar hem yarım saatimizi  çalıyor, hem de artık bizde ne açlık ne de keyif bırakıyor.

Bora direksiyonda tekrar yola çıkıyoruz artık Estergon’a 10 dakika mesafedeyiz. Kalenin yakınındaki park yerine yanaşıp hem şu stresi üzerimizden atalım hem de sabahtır aç olan karnımızı doyuralım diyerek ceviz kırıp, tahin&pekmez hazırlayıp, tereyağlı, peynirli güzel bir kahvaltı ziyafeti çekiyoruz kendimize.

Estergon Kalesi, Macaristan Slovakya doğal sınırı olan Tuna Nehri kıyısında bir tepenin üzerinde yeralıyor. Şu anda kilise olarak hizmet veren kale oldukça görkemli. Bahçesi geniş bir alana yayılıyor, surlarında oturup tepeden Tuna Nehri’nin zümrüt yeşili sularını ve yük taşıyan mavnaları izlemek her ikimize de iyi geliyor.

Estergon’dan ayrılıp Slovakya’ya geçeceğimiz köprüye geldiğimizde gümrük olmadığını görüp şaşırıyoruz ve acaba yanlış mı geldik diyerek birine sormak üzere duruyoruz. “Yok diyorlar, devam edebilirsiniz” :) Gerçi sorun olacak bir şeyimiz yok ama az da olsa beklemek zorunda kaldığımızdan Macaristan Slovakya arasında gümrük olmamasına sevinip Zvolen’e doğru yola devam ediyoruz. Bu yol Slowakya’yı  ortadan direk ikiye bölerek kuzeye giden normal yol, otoban değil; küçük küçük gayet fakir köylerden geçiyoruz.

Macaristan’dan sonra Slovakya gayet tek düze ve renksiz geliyor gözümüze. Macaristan sınırına yakın bu köyler oldukça fakir; evler renksiz, tek tip, panjurları genelde kapalı ve bakımsızlar. Bahçeler kupkuru, cam önlerinde çiçek yok, arabalar eski Sovyet arabaları ve evler boyasız. İlginç olan bütün bunlara rağmen her yer pırıl pırıl, yerlerde, yol kenarlarında bir tane bile çöp yok. Bir diğeri de her yer ormanlık, yemyeşil ve genç yaşlı herkes bisiklete biniyorlar.

Kuzeye doğru ilerledikçe genel manzara değişmeye, köyler kasabalar zenginleşmeye ve hava sertleşmeye başlıyor. Zvolen’i geçip Banska Bystrica’yönünde ilerliyoruz,  önümüzde çam ormanlarıyla kaplı karlı dağlar var. Nihayet Karpatlara tırmanmaya başlıyoruz diyerek seviniyoruz.

Bir saat kadar daha ilerleyince manzara daha da güzelleşiyor, artık kayak merkezlerinin ortasındayız ama şanssızlık bu ya akşam olmak üzere. Hava buz gibi ama tertemiz, her taraf bembeyaz kar ve yerler de akşamın ayazıyla buz tutmuş durumda. Devam edelim mi etmeyelim mi diye düşünürken, “buraları böyle karanlıkta geçmek olmaz” deyip Banksa Bystrica’da gecelemeye karar veriyoruz. Yol üzerindeki otellerden birinin otoparkında “P Free” yazıyor, hemen o tarafa seğirtip park ediyoruz. Karşımızda pırıl pırıl karlı tepeler, arkamızda kayak pisti ve telesiyej, etrafta bir Allah’ın kulu yok sadece yoldan geçen arabaların sesleri duyuluyor.

Hemen akşam yemeğimizi hazırlıyoruz, yanında bir de  hindistan cevizli muhallebi yapıyoruzJ Yemekten sonra birimiz yazıları yazarken diğerimiz de bulaşıkları toparlıyor. Ardından muhallebilerimizi yiyip yarın uyanacağımız manzaranın hayaliyle kendimizi elektrikli battaniyenin kollarına bırakıyoruz.
































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder