14 Mart 2015 Cumartesi

Üsküp - Makta Kanyonu - Teresa Gölü


13 Mart 2015 (Üsküp - Makta Kanyonu - Teresa Gölü)

Her zamanki gibi saat 07.00’de uyanıyoruz. Toparlanıp yola çıkmamız 07.30’u buluyor. Rotamız Matka Kanyonu; şehrin 20 km dışında yeralan kanyona gidip kahvaltımızı orada yapmak istiyoruz. Tetovo-Ohrid tabelalarını takip ederek şehir merkezinden ayrılıyoruz ve yaklaşık yarım saat sonra Makta Kanyonu’ndayız.

Kanyon gerçekten çok hoş bir yer; hele yazın mükemmel olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Su pırıl pırıl; kenarda kafeterya restoran benzeri yerler var ama mevsim dolayısıyla hepsi kapalı. Muhtemelen kanyonda rafting yada benzeri su sporları yapılıyor; seyirci tribününe benzer yerler yapılmış.

Karavanımızı akan nehrin kıyısına çekip çayımızı demliyoruz. Bu sefer kahvaltıda  tahin&pekmez, ceviz, tereyağ, peynir, zeytin ve yumurta var. Bu arada hala 2 gün önce Dedeağaç’tan aldığımız 1 ekmeyi yiyoruz. Hala taptaze üstelik çok da lezzetli:) 

Kahvaltıdan sonra hemen yakındaki Teresa Gölü’ne de bir uğrayalım diyoruz; gerçi pek özel bir şey yok ama arkadaki karlı dağlarla birlikte rahatlatıcı bir görüntü sunuyor. Yola devam edip önümüzdeki ilk köy olan Saray’a giriyoruz. Saray bir Arnavut köyü; camileri ve bazı Türkçe tabelalarıyla dikkatimizi çekiyor.  Yol üstünde lastik satan bir dükkanın önünde duruyoruz. Aslında karavanın lastikleri pek hoşumuza gitmiyor ama gönlümüze göre bir fiyat bulabilecek miyiz soralım diyoruz.

Dükkanın sahibi Abdullah, 40’lı yaşlarda bir Arnavut. “Türkiye’de benim çok akraba var” diyor ve bizi gayet sıcak karşılıyor. Fiyatları soruyoruz 70€ ! deyince biraz duraklıyoruz bizim için fazla pahalı. Türkiye’de 100 TL civarında alabilecekken buradan 200 TL’ye lastik almak pek de akıl karı görünmüyor, “olmadı 2.el bakarız deyip ayrılmak istiyoruz ama Abdullah bizi bırakmıyor.

 “Tamam şimdi beni takip edin” deyip arabasına atlıyor ve bizi etraftaki birkaç ikinci el lastik satıcısına götürüyor. Bakıyoruz hepsi kapalı meğer hepsi Cuma namazına gitmişler, saat yarım gibi tekrar açacaklarmış. Bir telefon ediyor ve bize bakıp yine beni takip edin işareti yapıyor birazdan bir başka lastik satıcısının önüne geliyoruz burası açık. Evet lastikler fena değil ve 4 tanesi için 100€ istiyor adam ama tabii neden 2.ele düştüklerini bilmiyoruz dolayısıyla ne zaman sorun çıkaracaklarını da.. Abdullah’a bakıyoruz ne diyorsun ne yapalım gibilerden,  yine hadi dükkana geri dönelim gibi işaret yapıyor bize. Dükkana döndüğümüzde de “onlara o para verilmez; 20€ fazla vereceksiniz ben size 4 tane 0 lastik vereceğim. Madem ki uzun yola gidiyorsunuz o lastikler olmaz” diyor. Lastik değişimi konusunda da bizi kendi tanıdığı bir yere götürüp lastikleri taktırıp balanslarını yaptırıyor. Hepsine toplam 130€ (390 TL gibi) ödüyoruz.

Böyle köylük yerlerde haliyle fiyatlar büyük şehirlerden daha uygun. Mesela bu lastikleri Üsküp’ten mümkün değil 30€’ya alamazdık; hadi aldık diyelim tanesi 5€’dan aşağıya değiştirip balansını yaptıramazdık. Abdullah’a teşekkür edip buralarda bir dost kazanmış olmanın mutluluğuyla bir de fotoğraf çektirip Saray’dan ayrılıyoruz.

Yol üstünde bir yıkamacı görünce duruyoruz; hazır hava da güzelken karavanı şöyle bir yıkatalım diyoruz. Bu kez de Suat’la tanışıyoruz. Suat da Arnavut, anneannesi dayıları hep İstanbul’da yaşıyorlarmış; karavanımızı dost işi yapıp köpüklü sabunla güzelce fırçalayıp yıkıyor.

Saat 14.00 gibi tekrar Üsküp’teyiz. Bu kez Eski Pazar tarafında bir otoparka çekelim hem merkeze daha yakın olsun hem de işimiz biter bitmez Belgrad’a doğru yavaştan yola çıkalım istiyoruz. Bulduğumuz katlı otopark tam istediğimiz yerde ve saati 30 denar yani ½ €. Zaten çok uzun kalmayacağımız, dün akşam kapanmak üzere olduğundan yeterince göremediğimiz Eski Pazar’ı biraz daha gezip tarihi hanları görelim istiyoruz.

Tam otoparktan çıkmış Eski Pazar’a doğru yürürken önümüzde iki gencin Türkçe konuştuklarını duyuyoruz. Yaklaşıp Türk müsünüz diye sorunca Kadir ve Cabir’le tanışıyoruz. Kadir American filolojisi Cabir de işletme okuyormuş, aynı evi paylaştıkları grafik okuyan bir başka arkadaşlarıyla birlikte 6 senedir Üsküp’telermiş. İkisi de güleryüzlü, efendi, pırıl pırıl gençler. Nereden gelip nereye gidiyorsunuz faslından sonra “biz de okuldan yeni çıktık, aslında müsaitiz isterseniz sizi şöyle bir gezdirebiliriz diyorlar. Bu Türk insanı hikayesi gerçekten bir başka, inanılmaz bir güzelliği var. Dünyanın değişik yerlerinde karşılaştığımız, hiç alakasız zamanlarda bir şekilde yollarımızın kesiştiği herkeste aynı şeyi yaşadık :) Ne mutlu bize!

Kadir ve Cabir’le bir gün önce şöyle bir gördüğümüz her yeri tekrar ama bu kez rehber eşliğinde dolaştık. Üsküp zaten yürüyerek çok rahat gezilebilecek bir küçük şehir. Son derece mütevazı, cafeleri restoranları insanı hemen sarıp sarmalıyor. Eski Pazar’ın her yerinde Türk dükkanları var, Türkçe müzik çalıyor. Kadir ve Cabir 6 senedir orada olduklarından artık kıdemli olmuşlar, her yeri herkesi tanıyorlar ve Türkiye’den okumak için gelen gençlere de Üsküp’ün ağabileri olarak yardımcı oluyorlar. Yani yolunuz Üsküp’e düşerse kesinlikle Kadir ve Cabir’i bulun diyoruz :)

Önce bizi Mustafa Paşa Camii’ne götürüyorlar, Kapan Han ve Sulu Han’ı geziyoruz. Türk Konsolosluğu’nun yerini gösteriyorlar, yeni konsolostan çok memnunlar bir önceki gibi değil çok babacan diyorlar arada bir gidip çayını içip dertlerini anlatıyorlarmış.

Kadir tarihe ve edebiyata çok meraklı, ayrıca bizim gibi o da gezmeyi çok seviyormuş epey bir yer dolaşmış. Filolojiyi bu yıl bitirmiş diploma tezini hazırlıyormuş. Türkiye’ye dönmeyi pek istemiyor “abla biz artık buralı olduk Türkiye’ye dönüp KPSS’ymis YDS’ymiş uğraşmak istemiyorum” diyor. Haklı da; onca sene tek başına pek çok zorluğun üstesinden gelip uluslar arası bir platformda ayaklarının üzerinde durduktan sonra Türkiye’ye dönüp ne olduğu belli olmayan bir sınavı vermek için uğraşmanın neresi cazip olabilir ki? Üstelik sınavı verdikten sonra olabileceği en iyi şey İngilizce öğretmenliği ve alabileceği maaş belli :(

Cabir Şebinkarahisarlı, bu yıl işletmede son senesiymiş; okul bitince Amerika’ya gidip 1 sene kadar hem çalışıp hem de gezdikten sonra Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor. Daha önce 3 ay kalmış Amerika’da, çalışmış; bu kez aynı yerde daha uzun süre çalışmayı düşünüyormuş.

Akşamüzeri hep beraber bir yerde yemek yiyoruz; bu kez güveçte kuru fasülye ile soda benzeri ama sadece burada Üsküp’te üretilen ….’yi deniyoruz. Bu arada Üsküp’ün meşhur böreğini soruyoruz Kadir’le Cabir’e, gülerek “adının simit poğaça” olduğunu ve sandviç ekmeği arasına peynirli börek konulduğunu söylüyorlar. Yani bir nevi “ekmek arası ekmek” durumu hepimizi güldürüyor, biz bunların hepsini ayrı ayrı, kendi lezzetleriyle daha güzel yiyoruz.      

Otopark 20.00’de kapanacağınan, akşam yemeğini ve gençlerle sohbeti kısa kesmek zorunda kalıyoruz, önce hep birlikte otoparka gidip karavanı alıyoruz, sonra da Üsküp’ün Belgrad çıkışına doğru yola çıkıyoruz. Kadir’le Cabir de o civarlarda oturuyorlarmış. Evlerinin yakınındaki bir benzin istasyonunda durup tekrar sarılıp vedalaşıyoruz; onlar bizi biz onları unutmayacağız. Artık Üsküp’te sevdiğimiz iki kardeşimiz var; kendilerine tekrar çok teşekkür ediyoruz.

Üsküp’ten Tebokova çıkışına yaklaşık 1,5 saatte varıyoruz. Yol çok güzel olmasa da otoban; iki ayrı gişede toplam 120 denar (1€) ödüyoruz. Makedonya’dan çıkıp Sırbistan’a giriş için fazla zaman kaybetmiyoruz sadece aracımızın içine şöyle bir bakıp nereye gittiğimizi soruyorlar ve geçiyoruz.

Sınırdan sonraki yol epeyce kötü, uzun bir süre gidiş-geliş ve bozuk satıhta devam ediyoruz. Pek çok noktada onarım nedeniyle yol sağa veya sola verilmiş, her yerde rengarenk sürücü uyarı işaretleri var. Vranje yakınlarında durum biraz daha düzeliyor, bölünmüş yola giriyoruz ama satıh hala iyi değil; hemen hemen Nis’e kadar böyle devam ediyoruz. Nis sapağının 5 km kadar ilerisinde bir otoban gişesi var; hemen öncesinde de bir benzin istasyonu. Burada gecelemeye karar verip duruyoruz, benzin istasyonunda güzel bir cafe ve pek çok arabayla TIR var. Mutluyuz, huzurluyuz ama yorgunuz tabii, ben etrafı şöyle bir kontrol edip kapılarımızı kilitledikten sonra yatıyorum. Bora da 15 dk kadar kamera, telefon ve tablet şarjları gibi bayındırlıkları halledip yatış pozisyonuna geçiyor.



Kanyon Matka

Matka Kanmyonu, karavan kahvaltı menüsü :)


Teresa Gölü Saray Üsküp

trileçe bir Makedon tatlısı; anlamı üç süt.. Zamanında keçi, koyun inek sütlerinin karışımından hazırlanırmış ve asıl lezzeti veren de bu karışımmış.

Üsküp'te saray'da bir dostumuz var; Abdullah :)

Makedonların meşhur böreği simit poğaça yani "ekmek arası börek"


Üsküp'te iki de kardeşimiz oldu; Kadir ve Cabir. Üsküp'ün ağabeyleri :)

Kadir ve Cabir'le Old Bazaar'da bir restorandayız

1 yorum:

  1. Yazmayı kısa kestiğiniz avrupa seyahatinizi, sanki oralardaymışım gibi zevkle ve bir solukta okudum.
    Ya ben yazılarınızın devamını bulamadım,ya siz ilave etmediniz.
    sonuçta avrupa turumu sanalda olsa tamamlayamadım. :-(

    YanıtlaSil