19 Mart 2015 Krakow
Sabah dinlenmiş olarak
uyanıyoruz, akşamki stresten eser yok. Hava çok güzel, bu mevsim genelde böyle
oluyor galiba; sabahları günlük güneşlik başlayıp öğleden sonra biraz bozar
gibi yapıyor ama sabah yine böyle pırıl pırıl.
Aracımızı benzin istasyonunda
bırakıp değerli neyimiz varsa alıp geldiğimiz yoldan geri şehre doğru yürümeye
başlıyoruz. İleride sağda Wisla Nehri ve tepede Wawel Kalesi’ni görünce merkeze
geldiğimizi anlıyoruz.
Wisla Nehri dedikleri kadar
var; tam bir rahatlama yeri. Her iki yanı araç trafiğine kapalı yemyeşil
alanlarla kaplı. Boydan boya bisiklet yolu yapılmış; sabahın ilk saatleri
olduğundan etraf sakin, sadece spor yapanlar, bebek arabalı anneler ve küçük
çocuklar var nehirde salınan kuğulara ekmek atıyorlar.
Bize göre şehrin en görülesi
köşesi Wawel Kalesi. Tıpkı masallardaki kalelere benzeyen ve daha ilk bakışta
insanı büyüleyen yapı, muhteşem bir ortaçağ kalesi. Aynı zamanda müze ve sergi
salonu olarak hizmet veren kaleye yaklaştıkça kalabalık artıyor, otobüslerden gruplar
halinde turistler iniyor. Wisla Nehri
kıyısında ve kalenin hemen aşağısında bir turist enformasyon bürosu var; aynı
zamanda internet hizmeti de veriyor. İçeri girip bir harita ve biraz da şehir
hakkında bilgi ediniyoruz.
Wawel Kalesi’ni gezdikten ve
kale surlarından Wisla Nehri’yle birlikte şehri fotoğrafladıktan sonra yavaş
yavaş yürüyerek Rynek Glowny denen merkeze
iniyoruz. Meydan tüm Avrupa şehirlerinde olduğu gibi kocaman ve
ortasında ticaret merkeziyle kiliseler var. St. Mary Kilisesi Nisan başında
açılacağından içeriyi gezemiyoruz ama Wojciecha Kilisesi (Müzesi) açık; minarelerinkine
benzer dar merdivenlerden tırmanarak kuleye çıkıp çalar saatin bulunduğu yerden
şehri izliyoruz.
Tam tepedeyken saat 12’yi
vuruyor ve hemen ardından da St. Mary Kilisesi’nde trompetle çalınan melodiyi
duyuyoruz. Aynen okuduğumuz gibi, melodi biraz devam edip kesiliyor ve bu durum
her saat başında aynı şekilde tekrar ediyor. Hikayeye göre kale surlarındaki
asker Tatar saldırısını haber vermek için
trompetini üflerken boynuna isabet eden bir okla öldürülüyor ve Krakowlular,
her saat başı St. Mary Kilise’sinde trompetle bu melodiyi çalıp, askerin
öldürüldüğü yerde melodiyi keserek tarihi yaşatıyorlar.
Rynek Glowy’de süslü
faytonlar var; bazılarının sürücüleri bayan bazılarınınki erkek ama hepsi de
geleneksel şekilde giyinmişler; Krakow’a gelen turistlere Old Town denen
bölgede fayton turu yaptırıyorlar.
Meydana açılan sokaklardan
birinde Zapiekanka ve Kebab yazısını
görüp girdiğimiz küçük dükkanda Baha ile tanışıyoruz. Bize biraz Zapiekanka’yı
biraz da kendini anlatıyor. Zapiekanka Polonya’ya özgü bir tür pizza ama
tabanında pizza hamuru değil baget ekmeği kullanılıyor. Orijinalinde baget
ekmeği mantar ve peynir karışımıyla fırınlanıyor ama aynı pizza gibi üzerine
ilave bir sürü şey koymak da mümkün.
Biz önce sadesini bir
deneyelim diyoruz ve gayet başarılı buluyoruz hem hafif hem de doyurucu. Biz
Zapiekanka’larımızı yerken Baha da biraz kendini anlatıyor. Dört sene önce Kızıldeniz
kıyısında Urgada’da Polonyalı bir kızla tanışıp evlenmeye karar vermiş, aslen
Mısırlıymış. Mısır’daki halk hareketi başladığında karısı küçük kızlarına
hamileymiş, çocuklarının geleceği için Polonya’ya gelmeye karar vermişler. Şimdi
kızları 2,5 yaşındaymış ve Baha burada Krakow’da bir yandan çalışıp bir yandan
da üniveriste eğitimine devam ediyormuş.
Polonya’da Zapiekanka’nın yenebileceği
en iyi yer Krakow diye okumuştuk. Bu işi en iyi eskiden KrakowluYahudiler
yaparmış. Şimdilerde her yerde yapılıyor tabii ama başkenttekilerin ekmeği bu
kadar taze, malzemeleri de bu kadar bol ve lezzetli olmuyormuş; bizde de durum
aynı değil midir Antep’te yenen kebapla İstanbul’unki bir olur mu hiç ? ;)
Zapiekanka’mızı yedikten
sonra Kazimierz’e doğru şehir turumuza devam ediyoruz. Kazimierz buranın Yahudi
mahallesi; aslında “eskiden” demek lazım çünkü II. Dünya savaşı’nda Nazi işgaline
uğrayan (1939-1945 ) Krakow’un nüfusunun %25’ini oluşturan yaklaşık 100.000
Yahudi’nin önemli bir kısmı idam edilmiş, diğerleri de önce insanlık dışı şekilde çalıştırılıp sonra
da toplama kamplarında ölüme terk edilmiş.
Dönemin en büyük toplama
kamplarından biri ve aynı zamanda Schindler’s List filminin çekimlerinin
yapıldığı yer olan Auschwitz, Krakow’un 60 km kadar batısında yeralıyor.
Krakow’da Yahudilerden geriye
sadece binalar, birkaç sinagog ve müzelerde sergilenen fotoğraflarla bir kısım
eşya kalmış. Bunlarla ilgili en güzel müze Schindler’s Factory; tasarımı ile o
dönemi ve yaşananları son derece çarpıcı şekilde yansıtan müze insanı allak
bullak ediyor.
Şu anda Kazimierz’de lokantalar, eğlence yerleri, kafeler hep
Yahudiler tarafından işletiliyor ve müşterileri de dünyanın dört bir yanından
gelen Yahudi turistler. Kazimierz’in merkezi Plac Nowy’de sokak satıcılarının
yer aldığı bir Pazar var; burada eski eşyalar, ikinci el ürünler, meyve, sebze
bulunabildiği gibi Zapiekanka’nın değişik çeşitlerini de denemek mümkün.
Soğanlı, sebzeli, mısırlı, kabaklı sadece aklımda kalan birkaçıJ
Kazimierz’deki gezimizin
ardından Wisla Nehri kıyısına inip Kladka Bernatka Köprüsü’nü geçerek önce Krakow
gettosunun bulunduğu Podgorz sokaklarına, sonra da Getto Meydanına gidiyoruz.
Krakow’un Yahudi soykırımıyla ilgili bu bölümü gerçekten çok üzücü; insan bir
yandan her şeyi merak edip anlamaya çalışıyor, öte yandan insanlığından utanıp
kahroluyor. Belki de en anlaşılmaz olan şey, aynı şeylerin bugün de hala devam
ediyor olması ve hatta, dün bütün bunları yaşayan, ezilen, sistematik biçimde
yok edilen halkların bugün benzer şeyleri sadece din veya ırk ayrımı nedeniyle
başka halklara yapabiliyor olması.. bütün bunlar insanı karmaşık duygulara sevk
ediyor.
Getto Meydanı’nın ardından
bugünkü son ziyaret noktamız olan Schindler’s Factory (Schindler Müzesi)’ye
gidiyoruz. Aslında bütün keyfimiz kaçmış durumda ve daha fazla üzülmek
istemiyoruz ama “yarın da aynı şeyleri
yaşamayalım, gidip burayı da görüp Yahudi Soykırımı konusunu burada kapatalım”
diyerek adımlarımızı açıyoruz. Shindler’s Factory gerçekten güzel tasarlanmış
bir müze. Dönemi ve yaşananları çok yönlü bakış açısıyla son derece güzel anlatıyor;
dolayısıyla bizim devam edecek halimiz kalmıyor. Dışarı çıktığımızda binanın
önünde bir fotoğraf çektirelim diyoruz ama öyle bir fotoğraf oluyor ki sanki
fotoğraftakiler biz değiliz ikimiz de müzede geçen 1-1,5 saatte 10 yıl
yaşlanmış gibiyiz.
Karavanı park ettiğimiz yere
kadar nehir kıyısından yürüyerek bugünkü şehir turumuzu bitiriyoruz. Köprülerin
rengarenk ışıklarıyla yanan Wisla Nehri’nin sunduğu muhteşem manzaraları
izlerken, takılı kaldığımız 1939-45 arasından kurtulup az da olsa günümüze dönme
şansı buluyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder