21 Mart 2015 Cumartesi

Polonya'nın en güzel şehri Krakow'dayız


19 Mart 2015 Krakow

Sabah dinlenmiş olarak uyanıyoruz, akşamki stresten eser yok. Hava çok güzel, bu mevsim genelde böyle oluyor galiba; sabahları günlük güneşlik başlayıp öğleden sonra biraz bozar gibi yapıyor ama sabah yine böyle pırıl pırıl.

Aracımızı benzin istasyonunda bırakıp değerli neyimiz varsa alıp geldiğimiz yoldan geri şehre doğru yürümeye başlıyoruz. İleride sağda Wisla Nehri ve tepede Wawel Kalesi’ni görünce merkeze geldiğimizi anlıyoruz.

Wisla Nehri dedikleri kadar var; tam bir rahatlama yeri. Her iki yanı araç trafiğine kapalı yemyeşil alanlarla kaplı. Boydan boya bisiklet yolu yapılmış; sabahın ilk saatleri olduğundan etraf sakin, sadece spor yapanlar, bebek arabalı anneler ve küçük çocuklar var nehirde salınan kuğulara ekmek atıyorlar.

Bize göre şehrin en görülesi köşesi Wawel Kalesi. Tıpkı masallardaki kalelere benzeyen ve daha ilk bakışta insanı büyüleyen yapı, muhteşem bir ortaçağ kalesi. Aynı zamanda müze ve sergi salonu olarak hizmet veren kaleye yaklaştıkça  kalabalık artıyor, otobüslerden gruplar halinde turistler iniyor.  Wisla Nehri kıyısında ve kalenin hemen aşağısında bir turist enformasyon bürosu var; aynı zamanda internet hizmeti de veriyor. İçeri girip bir harita ve biraz da şehir hakkında bilgi ediniyoruz.

Wawel Kalesi’ni gezdikten ve kale surlarından Wisla Nehri’yle birlikte şehri fotoğrafladıktan sonra yavaş yavaş yürüyerek Rynek Glowny denen merkeze  iniyoruz. Meydan tüm Avrupa şehirlerinde olduğu gibi kocaman ve ortasında ticaret merkeziyle kiliseler var. St. Mary Kilisesi Nisan başında açılacağından içeriyi gezemiyoruz ama Wojciecha Kilisesi (Müzesi) açık; minarelerinkine benzer dar merdivenlerden tırmanarak kuleye çıkıp çalar saatin bulunduğu yerden şehri izliyoruz.

Tam tepedeyken saat 12’yi vuruyor ve hemen ardından da St. Mary Kilisesi’nde trompetle çalınan melodiyi duyuyoruz. Aynen okuduğumuz gibi, melodi biraz devam edip kesiliyor ve bu durum her saat başında aynı şekilde tekrar ediyor. Hikayeye göre kale surlarındaki asker Tatar saldırısını haber vermek için  trompetini üflerken boynuna isabet eden bir okla öldürülüyor ve Krakowlular, her saat başı St. Mary Kilise’sinde trompetle bu melodiyi çalıp, askerin öldürüldüğü yerde melodiyi keserek tarihi yaşatıyorlar.

Rynek Glowy’de süslü faytonlar var; bazılarının sürücüleri bayan bazılarınınki erkek ama hepsi de geleneksel şekilde giyinmişler; Krakow’a gelen turistlere Old Town denen bölgede fayton turu yaptırıyorlar.

Meydana açılan sokaklardan birinde Zapiekanka ve Kebab  yazısını görüp girdiğimiz küçük dükkanda Baha ile tanışıyoruz. Bize biraz Zapiekanka’yı biraz da kendini anlatıyor. Zapiekanka Polonya’ya özgü bir tür pizza ama tabanında pizza hamuru değil baget ekmeği kullanılıyor. Orijinalinde baget ekmeği mantar ve peynir karışımıyla fırınlanıyor ama aynı pizza gibi üzerine ilave bir sürü şey koymak da mümkün.

Biz önce sadesini bir deneyelim diyoruz ve gayet başarılı buluyoruz hem hafif hem de doyurucu. Biz Zapiekanka’larımızı yerken Baha da biraz kendini anlatıyor. Dört sene önce Kızıldeniz kıyısında Urgada’da Polonyalı bir kızla tanışıp evlenmeye karar vermiş, aslen Mısırlıymış. Mısır’daki halk hareketi başladığında karısı küçük kızlarına hamileymiş, çocuklarının geleceği için Polonya’ya gelmeye karar vermişler. Şimdi kızları 2,5 yaşındaymış ve Baha burada Krakow’da bir yandan çalışıp bir yandan da üniveriste eğitimine devam ediyormuş.

Polonya’da Zapiekanka’nın yenebileceği en iyi yer Krakow diye okumuştuk. Bu işi en iyi eskiden KrakowluYahudiler yaparmış. Şimdilerde her yerde yapılıyor tabii ama başkenttekilerin ekmeği bu kadar taze, malzemeleri de bu kadar bol ve lezzetli olmuyormuş; bizde de durum aynı değil midir Antep’te yenen kebapla İstanbul’unki bir olur mu hiç ? ;)

Zapiekanka’mızı yedikten sonra Kazimierz’e doğru şehir turumuza devam ediyoruz. Kazimierz buranın Yahudi mahallesi; aslında “eskiden” demek lazım çünkü II. Dünya savaşı’nda Nazi işgaline uğrayan (1939-1945 ) Krakow’un nüfusunun %25’ini oluşturan yaklaşık 100.000 Yahudi’nin önemli bir kısmı idam edilmiş, diğerleri de  önce insanlık dışı şekilde çalıştırılıp sonra da toplama kamplarında ölüme terk edilmiş.
Dönemin en büyük toplama kamplarından biri ve aynı zamanda Schindler’s List filminin çekimlerinin yapıldığı yer olan Auschwitz, Krakow’un 60 km kadar batısında yeralıyor.

Krakow’da Yahudilerden geriye sadece binalar, birkaç sinagog ve müzelerde sergilenen fotoğraflarla bir kısım eşya kalmış. Bunlarla ilgili en güzel müze Schindler’s Factory; tasarımı ile o dönemi ve yaşananları son derece çarpıcı şekilde yansıtan müze insanı allak bullak ediyor.

Şu anda Kazimierz’de  lokantalar, eğlence yerleri, kafeler hep Yahudiler tarafından işletiliyor ve müşterileri de dünyanın dört bir yanından gelen Yahudi turistler. Kazimierz’in merkezi Plac Nowy’de sokak satıcılarının yer aldığı bir Pazar var; burada eski eşyalar, ikinci el ürünler, meyve, sebze bulunabildiği gibi Zapiekanka’nın değişik çeşitlerini de denemek mümkün. Soğanlı, sebzeli, mısırlı, kabaklı sadece aklımda kalan birkaçıJ  

Kazimierz’deki gezimizin ardından Wisla Nehri kıyısına inip Kladka Bernatka Köprüsü’nü geçerek önce Krakow gettosunun bulunduğu Podgorz sokaklarına, sonra da Getto Meydanına gidiyoruz. Krakow’un Yahudi soykırımıyla ilgili bu bölümü gerçekten çok üzücü; insan bir yandan her şeyi merak edip anlamaya çalışıyor, öte yandan insanlığından utanıp kahroluyor. Belki de en anlaşılmaz olan şey, aynı şeylerin bugün de hala devam ediyor olması ve hatta, dün bütün bunları yaşayan, ezilen, sistematik biçimde yok edilen halkların bugün benzer şeyleri sadece din veya ırk ayrımı nedeniyle başka halklara yapabiliyor olması.. bütün bunlar insanı karmaşık duygulara sevk ediyor.

Getto Meydanı’nın ardından bugünkü son ziyaret noktamız olan Schindler’s Factory (Schindler Müzesi)’ye gidiyoruz. Aslında bütün keyfimiz kaçmış durumda ve daha fazla üzülmek istemiyoruz  ama “yarın da aynı şeyleri yaşamayalım, gidip burayı da görüp Yahudi Soykırımı konusunu burada kapatalım” diyerek adımlarımızı açıyoruz. Shindler’s Factory gerçekten güzel tasarlanmış bir müze. Dönemi ve yaşananları çok yönlü bakış açısıyla son derece güzel anlatıyor; dolayısıyla bizim devam edecek halimiz kalmıyor. Dışarı çıktığımızda binanın önünde bir fotoğraf çektirelim diyoruz ama öyle bir fotoğraf oluyor ki sanki fotoğraftakiler biz değiliz ikimiz de müzede geçen 1-1,5 saatte 10 yıl yaşlanmış gibiyiz.

Karavanı park ettiğimiz yere kadar nehir kıyısından yürüyerek bugünkü şehir turumuzu bitiriyoruz. Köprülerin rengarenk ışıklarıyla yanan Wisla Nehri’nin sunduğu muhteşem manzaraları izlerken, takılı kaldığımız 1939-45 arasından kurtulup az da olsa günümüze dönme şansı buluyoruz.






































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder