18 Ekim 2017 Çarşamba

Genova üzerinden Pisa ve San Miniato



22 Nisan 2015 Genova’dan Pisa’ya gidiyoruz

Akşam hava kararmak üzereyken vardığımız Genova’dan hiç keyif almıyoruz. Şehre girer girmez ilk göze çarpan şey dev vinçler ve konteynırlar. Deniz kıyısından geçen tren yolu ve şehri boydan boya kaplayan liman sayesinde zaten deniz görünmüyor bile. Gerçi bunca güzel kumsal ve plajdan sonra görsek bile keyif alacak değiliz bu denizden ama yine de insanın gözü arıyor. Trafik son derece yoğun, motorsikletler vızır vızır bir sağdan bir soldan sıkıştırıyorlar; navigasyon olmasa yön bulmak mümkün değil. Sokaklar karanlık, aydınlatmalar yetersiz,.. vs. 

Biraz dışına çıkalım diyerek navigasyonun gösterdiği yolda ilerliyoruz ama bu bile saatlerimizi alıyor. Etrafta çok fazla kuzey Afrikalı var; sürekli bir şeyler satmaya çalışıyorlar. Şehir zaten sevimsiz bir de böyle insanları görünce temelli soğuyoruz “başımıza bir şey gelmeden çıkalım da konaklamak için kendimize sakin bir yer bakalım” diyerek Genova’dan ayrılıyoruz.

Yaklaşık 20-25 km dışarıda bir yerde bulduğumuz küçük park alanı tam istediğimiz gibi duruyor. Bütün gün direksiyon sallamaktan yorgun hemen kendimizi kenara atıyoruz. Bora sahanda güzel bir peynirli yumurta hazırlıyor, yanında da meyve suyu içip yemek faslını fazla uzatmadan yatmaya geçiyoruz.

Sabah araba sesleriyle uyanıyoruz; saat 08.00. Yanımızdaki arabaların sahipleri geliyor ve yarım saat içinde araçlar bir bir ayrılınca park alanında hemen hemen sadece biz kalıyoruz. Saat 09.00 gibi biz de yola çıkmaya hazırız; son kontrolleri yapıp kendimizi  navigasyonun yönlendirmesine bırakıyoruz.

Yol önce biraz deniz boyundan gidiyor ama hemen sonra dağlara tırmanmaya başlıyor. Otoban tercih etmeyip hep köy yollarından gittiğimiz için geçtiğimiz yerlerin hepsi birbirinden güzel. Bu şekilde belki biraz zaman kaybediyor yada biraz fazla km yapmış oluyoruz ama böylece insanları, yaşadıkları hayatı, meslekleri, yaşlıları gençleri, çocukları okulları kısacası sosyal hayata ilişkin ne varsa her şeyi görme şansı yakalamış oluyoruz. Ayrıca hız tahditleri nedeniyle ağır da ilerlediğimizden, doğanın da keyfini yaşayabiliyoruz.

Bir ara öyle güzel bir yere geliyoruz ki karşımızda yemyeşil tepeler ve yeşillikler içine serpiştirilmiş küçük köy evleriyle muhteşem bir manzara beliriyor. Buranın yani Toscany bölgesinin en önemli geçim kaynağı şarap; her yerde göz alabildiğine üzüm bağları.  Burada duralım da bir kahve yapalım diyoruz; Bora "çiçek toplamaya gidiyor", ben de kahve suyunu kaynatıyorum.

Vakit nasıl geçmiş farkına varmamışım. Sarjda takılı bilgisayarı elime almış bir gün öncenin yazılarını toparlamaya çalışırken biranda arabanın yanında Bora beliriveriyor. Yüzü gözü kan içinde, üstü başı yırtılmış, kan saçlarına kadar yayılmış. Onu öyle görünce bir anda ben de panikliyorum ne oldu demeye kalmadan Bora anlatmaya başlıyor.

Çiçek toplamaya giderken bir anda ayağı boşluğa basmış ve ne olduğunu anlayamadan böğürtlen dikenlerinin arasından aşağıya yuvarlanmış. Seslenmiş ama epeyce derin bir boşluk olduğundan duyuramamış. Dakikalardır çalıların arasından sürüne sürüne yukarı çıkmaya çalışıyormuş. Gözlüğünü ve saatini kaybetmiş, neyse ki yukarı çıkarken onları çalılara takılmış vaziyette bulmuş.

İlk paniği atlatır atlatmaz toparlanıp pamuğu ıslatıp yavaş yavaş yüzünü gözünü siliyorum ve gerçek yaralanmalar nerede ne boyutta net olarak görmeye çalışıyorum. Çok şükür ucuz atlatmış durumdayız; en önemlisi kırık çıkık ve büyük darbe yok. N’apardık dağların başında bu yaban ellerde ??? 

Hemen belirtmekte fayda var; bu kantaron yağı kesinlikle her derde deva. Yaraları temizler temizlemez hemen aklıma kantaron yağı geliyor, hem kabuk yaptırmadan iyileştirir hem de yumuşatır diyerek pansuman yapıyorum. Gerçekten kısa bir süre sonra Bora’nın yüzündeki büyük kan oturmaları yerini koyu renkli küçük lekelere bırakıyor.

Olayın şokunun ardından kahveleri soğuk moğuk demeden içip tekrar yola koyulduğumuzda aklımıza “Vavien” filmi geliyor ve aynı anda her ikimiz de gülme krizine giriyoruz.

Yine küçük ama yemyeşil köylerden geçen yol bizi önce La Spezia’ya sonra da Pisa’ya getiriyor. Arabayı merkeze yakın bir yerde park edip onlarca Senegalli seyyar satıcı arasından sıyrılmayı başarıp kule, katedral ve vaftizhanenin bulunduğu alana geçiyoruz. İçerisi tahmin edilebileceği gibi kuleyi iter, çeker, kaldırır pozisyonlarda poz vermekle meşgul yüzlerce insanla tıklım tıklım.

Bu bölgede bisküvi denince akla “eti” değil “biscotti” geliyor. İçi, badem, fındık,  fıstık ve üzümlü biscotti’ler hafif tatlı bol yemişli lezzetiyle çayın ya da kahvenin yanında süper gidiyorlar. Bugünü de böylece bitiriyoruz. Fotoğraflar yine gayet keyifli :)

Genova'ya geldiğimizde akşam olmak üzereydi
















San Miniato küçücük ama çok sevimli bir köy



































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder