31 Ekim 2017 Salı

Saraybosna 6 Ekim 2017



5 Ekim 2017 Burhaniye

Ekim ayı hala sıcak ve bahçedeki bütün ağaçlar, çiçekler, çimler hasretle sonbahar yağmurlarını bekliyor. Sabahları köpekleri gezdirmeye giderken artık çok erken çıkmıyorum zira sabah serinliği fena oluyor.  Bu aylarda gündüz gece arasındaki sıcaklık farkı iyice artıyor ya, güneş çıkmadan yürüyüşe başlamak pek de akıl karı gelmiyor..

Bu gece 01.00 otobüsüyle İstanbul'a oradan da sonbaharın bu güzel havalarını kaçırmadan yapayım diye planladığım kısa bir Bosna Hersek ve Karadağ turu yapmak üzere Sarayevo'ya gidiyorum. Bu kez yol arkadaşım Figen. Kendisi Ayvalık'ta yaşayor, epeydir tanışıyoruz ama bu geziye kadar böylesi büyük bir proje içinde yer almamıştık. 

Bir gün ben uçak bileti bakıyordum, gitmeye kararlıydım ama tarih bir hafta önce veya sonra olabilirdi tam kesinleşmemişti kafamda. Bir anda Figen'le de konuşmaya karar verdim ve aradım. Nereye ne zaman falan derken sadece birkaç saat içinde birlikte yola çıkma kararı veriverdik. 

Cantamı oldukça küçük hazırladım. Bagaj vermeyip sadece 8 kiloluk el badajıyla seyahat etmekte kararlıyım bu sefer. İki tane, şort da olabilen pantolon, 1 sweatshirt, birkaç t-shirt, bandana ve soğuk olacağını bildiğim Sarayevo ve Durmitor için de bir polar koydum çantama. Üzerime yolda da giyeceğim ve yağmurluk olarak da kullandığım ince bir üstlük alınca giyecek bölümünü tamamlandı. Ayakkabı olarak bir sandalet bir de spor ayakkabım var onları da sırt çantamın uyku tulumu gözüne sığdırdım. İlave olarak bikinim ve incecik pareo/ havlu karışımı bir şeyim var; toplamda 40lt'lik çantam 6 kg ağırlığıyla işimi görmüş oldu. 

6 Ekim 2017 Saraybosna 


İstanbul Sabiha Gökçen’den 09.30’da kalkan uçağımız 2 saatlik gayet rahat bir uçuşun ardından Sarayevo Havalimanı’na indi. Giriş damgası için her zamanki gibi uzuuuun kuyruklar var tabii; mecburen biraz oyalandık. Avrupa’yla aramızda 1 saatlik fark olduğundan, girişimiz onaylanır onaylanmaz 11.10’da dış hatların önünden hareket edeceğini bildiğimiz otobüse yetişmek üzere fırladık..

Public Bus olarak geçen otobüs tam saatinde durağa yanaştı. Ben hayatımda bu kadar güler yüzlü, bu kadar misafirerver bir otobüs şoförü görmedim. Abartısız her gelen yolcuya nereden geldiğini sorup öyle bilet veriyor ve neredeyse ayağa kalkıp içeriye buyur ediyordu. Başçarşı yönüne giden otobüs ücreti 5 km (5 convertable mark) bizim paramızla aşağı yukarı 10 TL.

Bu arada otobüslerde free wi-fi var. Biner binmez hemen Türkiye’deki tanıdıklara “geldik iyiyiz” mesajı attık. Figen Whatsapp üzerinden birkaç görüşme yaparken ben de etrafı seyretmeye başladım.

Havaalanından Başçarşı durağı epeyce uzak 5-6 kilometre kadar var. Otobüs her duraktan yolcu alarak yola devam ediyor ama şoförün tavrında hiç değişiklik yok; hep aynı güleryüz hep aynı sevecenlik. Bazı müşterilerle nerdeyse ahbaplık derecesinde sohbet ediyor. Anlamıyoruz ama beden dilinden sanki “annen-baban nasıl çok selam söyle” yada “dersler nasıl gidiyor? “diyor diye düşünüyoruz.

Yarım saat 40 dk kadar sonra Başçarşı durağında indiğimizde hava iyice kapatmış, soğumuş hatta neredeyse yağmur çiseleyecek durumda. Normalde son derece iç karartıcı bir durum ama bizim umurumuzda değil. Çünkü biliyoruz ki bu iki gün böyle, sonra sıcaklıklar yine yükseliyor. Kalacağımız yer duraktan yaklaşık 500 mt ileride. Yavaş yavaş sora sora ilerlerken yolun sonunda bir adamın bize doğru seğirttiğini fark ediyoruz. Hostel Ema’nın sahibi geleceğimiz saati öngörüp yola çıkmış bizi bekliyor. J

Pek memnun oluyoruz tabii. Elimizdeki çantaları alıp bizi odaya götürüyor. Gayet temiz içinde banyosu, küçük bir masa ile 2 sandalyesi ve su kaynatmak için kettle’ı bulunan 2 kişilik bir oda. Fiyat …km yani … TL.

Üzerimizi değişip biraz daha kalın bir şeyler giyerek yürüyüş mesafesindeki Başçarşı’ya gitmek üzere hostelden ayrılıyoruz. Pegasus’un uygun tarifeli uçağıyla gittiğimiz ve hiçbir extra almadığımız için kurt gibi açız ve ikimiz de meşhur Boşnak böreği için aşeriyor durumdayız.

Başçarşı Saraybosna’n ın en ilgi çekici yeri bana göre. Sokaklar, çatılar, küçük dükkanlar, bedesten, hanlar, camiler, …Daha önce Üsküp’ü de, Prizren’i de Ohrid’iyi de gördüm; hepsinde aynı hoş tanıdık lezzet var : kah Mısır Çarşısı, kah Süleymaniye’deki Bakırcılar  Çarşısı, kah Kapalıçarşı. Saat Kulesinin yakınlarında geleneksel börek yapan küçücük bir dükkan var demişlerdi önce hemen onu buluyoruz. Birkaç kişiye sorduktan sonra tesadüfen karşımıza çıkan börekçinin adı : Sahat Kula Börekçisi ve börekler gerçekten çok lezzetli.

Burada “Yogurt” yazan ve bizim ayran kaplarımızda sunulan şey kıvamlı bir ayran. Yani yoğurt diye aldığınızda sıvı, ayran diye alırsanız da katı. Arada bir şey. Börekçilerin tamamında satılıyor. Bizdeki gibi çay her yerde yok genelde bu yoğurt ayran tüketiliyor börekle.

Karnımızı börekle iyice ve güzelce doyurduktan sonra hostelden aldığımız harita üzerinde işaretli turistik yerleri dolaşmaya başladık. Saraybosna’da önemli bir müze var “savaş suçları ve soykırım müzesi”. Girişi 10 km (20 TL). Müze bir binanın ikinci katında yeralıyor ve girişi de pek göze batar yerde değil; biz de tamamen tesadüf eseri bulduk  ama ikinci kata çıkıp da fotoğrafları görünce içimiz bir tuhaf oldu ve girmekten vazgeçtik.

Savaştan sonra pek çok kitap okudum bir sürü film izledim; orada yaşanan acıları yansıtan son derece gerçek hikayelerdi hepsi de ama, fotoğraflar bambaşka tabii. Vahşet, canilik, gözü dönmüşlük, …. nasıl anlatılır bilinmez fotoğraflar vardı müzenin girişinde. Mutlaka ilgi çeksin ve durumu en açık haliyle anlatsın diye konulmuşlardır oraya ama bende tam tersi sonuç yarattı.

Bundan 2 yıl önce Kamboçya’da Pnom Penn’de Kızıl Kymer’lerin vahşetini sergileyen Killing Fields’e gitmiş, orada öldürülen insanların önce fotoğraflarına, sonra da kafataslarıyla yapılan anıta bakıp olanca gayretimle anlamaya çalışmıştım : neden? Tek tek yazılanları okumuş, her toplu mezarın başında kulaklıkla öldürülme hikayelerini dinlemiştim. Hapishaneleri, sorgu odalarını büyük bir gayretle dolaşıp son ana kadar kendimi bırakmamıştım ama uzun bir zaman kendime gelemediğim bir olaydı benim için Pnom Penn, Killing Fields ve Genoside Museum.


Sarayevo,yemyeşil tepelerle çevrili çanak şeklinde güzel bir şehir. Ortasından geçen Neretva Nehri ve üzerindeki köprüler şehre hoş bir hava veriyor.Yağmurlu ve son derece soğuk bir havada orada olmamıza rağmen şehrin hakkını verdik diyebilirim ama eğer hava güzel olsaydı yürüyerek yukarıya kaleye çıkmayı isterdim. Görüş mesafesinin bu kadar kısa olmadığı açık bir günde kaleden Sarayevo’ya bakmak ve tepeler ortasındaki bu güzel ovayı görmek mutlaka çok keyifli olurdu. 

Burası için 1-1,5 gün yeterli daha fazla kalma durumunda araç kiralayıp civardaki yerlere gitmek düşünülebilir. 



















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder