23 Şubat 2013 Cumartesi.. Sabah saat 11.30’da hareket eden Quevedo otobüsüne
binip de Manta’dan ayrılırken Pasifik Sahili’nde geçirdiğimiz bu bir haftanın
ardından sıkıntılı günleri geride bırakmış, geri dönme isteğimizi kenara itmiş
ve her ikimiz de yeni maceralara doğru yelken açıyor olmanın heyecanını
yaşıyorduk..
Manta’dan Quevedo’ya giden iki otobüs firması var ve
fiyatları aynı (6$/kişi) .. Biz Bolivar’ı tercih ettik çünkü kuzeydeki yoldan
gidip Quevedo’ya yarım saat önce vardığını söylediler. Diğer otobüs Portoviejo
üzerinden gidiyormuş ve yolda çok oyalanıyormuş.. Bolivar’ın otobüsü her ne kadar dolmuş gibi
çalışıyor, yolda sürekli indi bindiler oluyor ve ayakta yolcu alıyorsa da
klimalı olması nedeniyle nispeten rahat sayılabilecek bir otobüstü.. Bu arada
önemli bir not: Bu indi bindiler ve ayakta yolcular dolayısıyla otobüste bir
şeylerin çalınması an meselesi.. Özellikle üst bagajların kesinlikle
kullanılmaması ve varsa el bagajının kucakta veya yerde hemen göz önünde
tutulması önemli!!
Quevedo’ya kadarki
yolculuğumuz, hindistan cevizi ve çeşitli tropikal meyve plantasyonlarından
oluşan onlarca km’lik dev araziler arasında, yemyeşil ve son derece keyifli
manzaralar eşliğinde geçti. Toplam 3 saat 45 dk sürecekti fakat bahsettiğim bu
indi bindiler nedeniyle yaklaşık 45 dk sarkarak 4,5 saat sürdü; saat 16.00’da
Quevedo terminalindeydik. Bu gecikmeyi ve bundan sonraki yolda da olabilecek
benzer bir sarkmayı göz önünde bulundurarak hemen terminale girip Zumbahua
otobüsü için bilet bakındık. Zumbahua için fazla seçenek yok sadece
Cooperativo Cotopaxi firması gidiyor, saati 16.30 ve fiyatı kişi başı
2,6$ ..
Hemen iki bilet alıp
çantaları yüklemek üzere platforma ilerledik. Otobüsün kalkmasına henüz 20 dk
kadar olduğundan, bir sandviç ve içecek alıp ayaküstü öğle yemeğimizi yedikten
sonra otobüse atladık. Aynı şekilde dolmuş zihniyetiyle çalışan ve yol üzerindeki
köylerin sokaklarına kadar girip yolcu indirip bindiren otobüs, 107 km’lik yolu
3,5 saatte aldı.. Aslında bu kadar durup kalkmaya ve yokuş çıkmaya yine de iyi
geldiğimizi düşünüyoruz..
Bu arada Quevedo’dan
sonra manzaraya tamamen dağlar, şelaleler ve yüksek tepelerden inen coşkulu
dereler hakim olmaya başladı. Doğa
harikası tropikal bitki örtüsü, sanki çimene boyanmış, yeşilin her tonunu
barındıran yüksek dağlar ve dağların arasında ara ara ortaya çıkan küçücük
yeşil-mavi göller gerçekten nefes kesiciydi.. Saat 18.30 gibi hava tamamen
karardı ve otobüs tabak gibi bir dolunay eşliğinde ilerlemeye başladı.. Yarım
saat içinde yüksekliğin de etkisiyle sıcaklık birden düştü ve etrafı yoğun bir
sis bastı; dolunaya rağmen yoldaki kedi gözleri dışında 10 mt ilerisi dahi
görünmez hale geldi.. Hemen hemen hiç bir ışık yada işaret görmeden yaklaşık 2
saat bu şekilde tırmandık.. Otobüste pek çok sefer olduğu gibi bizden başka
turist, yani başımıza bir şey gelse derdimizi anlatabilecek bir Allah’ın kullu
yoktu.. Hafif bir ürperti gelmedi desek yalan olur ama saat 20.15 gibi yavaş
yavaş sis kalkmaya başlayınca tek tük de olsa sokak lambası benzeri ışıklar
görünmeye başladı; 15-20 dk sonra zaten Zambahua’ya varmıştık.. Bora’nın
altimetresi hiç şaşmıyor; kulaklar tam tıkalı ve hafif nefes darlığı varsa
“3000 mt” anlamına geliyorJ
Gelince sorduk hakikaten 3500’deymişiz:) ve aslında 8 saatte 0’dan 3500 mt'ye son derece hızlı bir çıkış olmuş!!
Otobüs Latacunga’ya
devam edeceğinden bizi yolda indirdi; çantaları almaya seğirttiğimizde birden
bir taxici kuşatması yaşadığımızı fark ettik. Quilotoa Senyor? Amiga? Quilotoa?
Hostal????? derken kendimizi bir texide ve Zumbahua-Quilotoa yolunda bulduk.
Toplam 15 dk kadar daha tırmandık ve hemen hemen 3900 mt’de yeralan Quilotoa’da
bir hostelin (Hostel Alpaka) önünde durduk.. Ben tam taxiciye “biraz bekle
bakalım anlaşabilecek miyiz”i İspanyolca anlatmaya çalışıyordum ki kendisi hemen her taksicinin yaptığı gibi
“si! si!” diyerek çantaları aşağı indirip arabanın yönünü çeviriverdi ve 30
saniye içinde biz, buz gibi havada karanlığın ortasında elimizde çuvallarımız
kalıverdik..
Neyse ki hostelden
birileri çıkıp bizi içeriye aldı, içeride yanan sobanın başında ısınırken
çuvalların taşınmasına yardım ettiler de üzerimizdeki Manta’dan kalma incecik
yazlık kıyafetlerle dışarıda donmadık.. Pazarlık süreci epey kanlı oldu;
35$/gece’den başlayan fiyat yavaş yavaş önce 30 $’a sonra 25$’a ve ısrarlı
pazarlığımız sonucu –aramızda kalmak ve diğer müşterilerin yanında konuşmamak
kaydıyla- 20$’a indi. Üstelik sabah kahvaltısı ve akşam yemeği dahil!!! Sıcak
su, soba ve kalın yorgan+battaniye yeralan geniş ve rustik tarzda döşenmiş oda
şu ana kadar kaldığımız en güzel oda diyebiliriz.. Hemen çantaları yukarı
taşıyıp bu arada soba için odun istedik; soba çıtır çıtır yanıp odayı ısıtırken
biz aşağı inip akşam yemeğimizi yedik ve sonrasında da aşağıdaki sobanın
başında kahvelerimizi içtik..
Daha sabah sıcaklığın
neredeyse 30 derecelerde olduğu Manta’daydık ve hatta geceyi de sıcağın
etkisiyle yarım yamalak uyuyarak geçirmiştik.. Şimdi ise 3900 mt’de bir dağ
evinde son derece zevkli döşenmiş bu odada odun sobasının başında keyif
yapıyorduk.. Ecuador gerçekten çok ilginç bir ülke.. Doğusunda yağmur ormanları
ve Amazonlar, orta kesiminde Ecuador’u kuzeyden güneye boydan boya kateden 5000-6000’lik Sierralar, batısında ise
incecik kumuyla Pasifik Sahili ve masmavi koylar.. Türkiye’deki coğrafi ve
iklimsel çeşitliliğin belli alanlarda toplanmış hali gibi..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder