9 Temmuz 2013 Salı

Ormeno ile Quito'dan Caracas'a yolculuk



02 Mart 2013 Otavalo.. Evet fiziksel olarak bugün yeni bir yılı ve yeni bir yaşı yaşamaya başlamış durumdayım ama hissettiklerime bakacak olursam bugün birkaç yıl birden yaşlandım diyebilirim:)

Gece yağan yoğun yağmurun ardından bu sabah Otavalo’da muhteşem bir güneşle uyanıyoruz.. Herşey planladığımız gibi giderse bugün Ormeno firmasının Quito'dan kalkan otobüsünü Otavalo'da yakalayıp  Venezuela’ya Caracas’a gitmek üzere yola çıkmış olacağız.. Çantalarımız Senyor Daniel tarafından otobüse yüklenmiş ve eğer her şey yolunda giderse saat 15.00 gibi otobüs Otavalo’daki buluşmak noktasında olacak. Saat henüz 08.30 ve önümüzde hem şehri gezmek hem de meşhur Otavalo Pazarı’nı altüst etmek için tam 6,5 saatimiz var..


Otelin bahçesi rengarenk çiçeklerle düzenlenmiş ve gece yağan yağmur nedeniyle etraf mis gibi toprak kokuyor. Kahvaltı siparişimizi verip masalardan birine oturuyoruz ve bir süre bahçeyi, çiçekleri, mis gibi kokan toprağın çevrelediği tertemiz yürüyüş yollarını izleyerek fotoğraf çekiyoruz. Derken mutfaktan gelen mis gibi kahve  kokusu diğer tüm kokuları bastırarak bahçeyi kaplıyor ve hemen ardından koca bir kahvaltı tepsisiyle doğal meyve suyu, kızarmış ekmek, marmelat ve tereyağından oluşan kahvaltımız geliyor. Önümüzde şehir haritası, bir yandan kahvaltımızı yaparken bir yandan da bugün için bir gezi planı çıkarıyoruz; planımız saat 10.00 gibi otelden ayrılmak. 

Otavalo Pazarı Cumartesi-Pazar ve Çarşamba günleri kuruluyor ve bu günlerde şehir hem kendi nüfusu hem burada konaklayanlar hem de diğer şehirlerden sadece alışveriş için gelen insanlarla müthiş bir kalabalığa bürünüyor.. Merkezdeki tüm sokaklar tezgahlarla dolu ve her yer tıklım tıklım insan; İstiklal Caddesi misali zar zor yürünebiliyor..  Taksi bulmak veya bir yerden başka bir yere gitmek için merkezden geçmek neredeyse olanaksız; bu günlerde hayat duruyor ve sadece pazar için yaşanıyor..

Bu arada Pazar gerçekten dedikleri kadar var; Güney Amerika’ya ait hemen hemen ne varsa –ülke ayrımı yapmaksızın- burada bulmak mümkün.. Hamaklar, müzik aletleri, takılar, çantalar, çeşit çeşit kıyafet, şal, atkı, şapka, panço, alpaka ve lama yününden örtüler, fularlar, battaniyeler, ağaç oyma heykelcikler, biblolar, resimler, kumaşlar ve akla gelebilecek başka her ne varsa hepsi bu pazarda satılıyor.

Otavalolular pazarlık etmeyi seviyorlar; bir kere hiçbir şey ilk söylenen fiyata satılmıyor.. Gerçi ürüne ve satın alınacak miktara göre değişiyor ama pek çok tezgahta min %30,  hatta %50 indirim yaptırmak mümkün. Gürültülü, kalabalık ve ısrarcı satıcılar nedeniyle zaman zaman sıkıcı gelse de Otavalo Pazarı’nın gerçekten görülmesi ve bir kaç saatliğine de olsa ziyaret edilmesi gereken bir yer olduğunu, seyahatimizi renklendirdiğini düşünüyoruz..

Saat 12.30 gibi Senyor Daniel’n arayıp aramadığını öğrenmek üzere otele geri dönmeye karar veriyoruz. Yaklaşık 3 saattir o tezgah senin bu tezgah benim dolaştığımızdan yorgunuz,  şöyle rahat bir koltuğa oturup bir de kahve içmek için adeta yanıp tutuşuyoruz. Neyse ki otel çok uzakta değil ve merkezdeki kalabalığı geçip otele kendimizi attığımızda sanki bir vahaya gelmiş gibi mutluyuz. Yeniden sessizlik ve huzur..

Otelin sahibesi senyoraya soruyoruz, “Si!” Senyor Daniel aramış; otobüs bizi saat 17.30’da Banco Internacional’in önündeki duraktan alacakmış. Otobüs Lima’dan gecikmeli geliyormuş ve Senyor Daniel  tekrar arayıp tam saati konfirme edecekmiş; rahat olalımmış, endişe etmeyelimmiş.......
Şimdi bu olacak iş mi? ?? Bu bizim gibi iki arıza insana söylenecek bir şey mi???????

Saat daha 13.00 ve biz saat 14.00 hadi en geç 15.00 gibi otobüse binmeyi beklerken otobüs saati bir anda 3 saat öteleniyor.. Ayrıca bu da kesin değil ve kesin saat için telefon beklenecek.. Pazara geri dönsek, ya telefon gelirse.. dönmesek bunca zaman burada nasıl otururuz ? ne yaparız? Sonra Bora, için için kendini yemez mi? Ya çantalar bagaja verilmezse? Ya çantalar verilir ama otobüs bizi almadan geçer giderse? Öyle bir senaryo potansiyeli var ki –genelde de hep negatif!!!- sonunu tahmin edebilmek olası değil, gider de gider artık.. Ve tabii keşkeler!! Keşke telefonumuz çalışsa, keşke Ecuador hattımız olsa, keşke o hattı geri vermemiş olsak, keşke adamı arayabilsek, keşke mail atabilsek, keşke Otavalo’da kalmamış olsak, keşke çantaları Quito’ya bırakmamış olsak, keşke Quito’ya geri gitsek de çantalarımızın başında olsak..vs, vs, vs..

Neyse sonuç olarak biz hemen hemen 3,5-4 saat hiçbir yere kıpırdamadan telefona 2 mt uzaklıkta oturup bekledik bugün.. Bu arada senyoraya güvenmediğimiz ve çeşitli felaket senaryoları ürettiğimiz için google çevirmenin çevirisine güvenip Senyor Daniel’e mail gönderdik. Elimizdeki biletin üzerinde yeralan mail adresine gönderdiğimiz maile şöyle yazdık:
Senyor Daniel,
Lütfen otobüs Quito’dan hareket edince bizi aramayı ve burada kaçta olacağını bildirmeyi unutma!
Lütfen bizi burada Otavalo’da bırakma!
Lütfen çantalarımızı otobüse vermeyi unutma!
İçten teşekkürlerimizle,

Pasaporte Turco :)

Neyse öyle böyle derken saat hemen hemen 15.00 oldu ama telefonda hala tık yoktu. Bu arada Bora gidip yiyecek bir şeyler aldı, ben bekliyorum gözüm telefonda.. İkimiz aynı anda ayrılmıyoruz zaten mutlaka birimiz orada tetikte bekliyoruz.. Saat 15.30 oldu; birer kahve içelim dedik sıcak su kaynatıp geldim ben. Saat 15.50 oldu ve zırrrrrrrrrrrrrrr!!! “Telefon telefon” diye bağırıştık senyora koştu geldi konuşmaya başladı, biz yanına yaklaştık neredeyse ağzının içine düşücez.. Bir şey anlamıyoruz ama ola ki bir iki kelime tanıdık çıkar diye pür dikkat dinliyoruz.. Neyse kadıncağız kaş göz işaretiyle bize “ok” diyor, elindeki kağıda 4.30 ve bir de şoförün adı ve telefonu olduğunu tahmin ettiğimiz bir şeyler yazıyor, sonra numarayı teyit etmek için tekrar okuyor , bolca “si,si” diyor, teşekkür ediyor ve telefon kapanıyor. Biz çocuklar gibi gözümüz senyora da yerimizde zor duruyoruz.. Çantaları vermiş mi? Otobüs Quito’dan hareket etmiş mi? 4.30’da mı burada olacakmış? Banco Internacional’in önüne gelecekmiş di mi? Habire soruyoruz..


Hemen hemen 40 dk zamanımız var, yürürsek 20 dk’da varırız ama “garanti olsun taxi tutalım” diyoruz. O da onaylıyor “si” diyor en iyisi “un taxi!” Teşekkür edip bir de İspanyol usulü tek yanaktan öpüşüp vedalaşıyoruz ve otelden ayrılıyoruz. Yolda hızla yürüyoruz, bir yandan da gözümüz arkada taxi bakıyoruz ama ne mümkün! Pazar nedeniyle tüm taxiler dolu.. Adımlarımızı hızlandırıp ilerlemeye devam ediyoruz ve sonuçta şehir öyle pek de büyük değil o taxi bu taxi derken hemen hemen varacağımız yere geliyoruz. Saat 16.20 henüz erken 10 dk daha var. Durakta oturup beklemeye başlıyoruz. Keyfimiz yerine gelmiş durumda; çantalar verilmiş otobüs yola çıkmış az sonra burada olacak binip gideceğiz.. Dakikalar zor da olsa geçiyor, bu arada her gördüğümüz otobüse ayaklanıyoruz, bakıyoruz başka bir firma oturuyoruz. Yeni bir otobüs bakalım neymiş? Başka firma, oturuyoruz. Bu böyle 15-20 dk kadar devam ediyor ama Ormeno henüz yok. Bu arada saat 16.45 oluyor. Bu kez Bora’da acaba geçip gitti mi endişeleri başlıyor. Kafa durur mu devamlı çalışıyor tabii, hem de hep olumsuza.. Acaba doğru yerde miyiz? Acaba erken geldi de bizi göremedi mi? Acaba daha yeni mi yola çıktı? 16.30 yalan mı? gibi gibi gibi...

Bu arada durakta bizden başka kimse yok; biri olsa hemen asılıcaz cep telefonun var mı şu numarayı ara bir sor bakalım otobüs neredeymiş diye.. Neyse bir çocuk geliyor ben hemen atlıyorum cep telefonun var mı diye? Yok diyor ve gelen ilk otobüse atlayıp gidiyor. Bu arada saat 17.00 oluyor hatta 10 dk da geçiyor, otobüs hala yok.. Yavaş yavaş beni de telaş alıyor acaba Bora gerçekten haklı mı bu otobüs geldi de bizi göremeyip geçip gitti mi diye düşünmeye başlıyorum. Bu arada durağa başka biri geliyor;cep telefonu var; ben yine anlatıyorum dilim döndüğünce derdimi anlatıyorum ve çocuk telefonunu çıkarıp numarayı çeviriyor ama şoför cevap vermiyor.. Bu kez Senyor Daniel’i çevirmesini rica ediyorum, aksi gibi o da cevap vermiyor. Çocuk neredeyse bana inanmayacak.. Numaralar mı doğru değil diye düşünüyorum biranda ama doğru olmasa oteldeki senyora nasıl aradı?? Neyse Allah’tan üçüncü numara cevap veriyor ama bu kez de çocuğun kontörü bitiyorL Saate bakıyoruz saat 17.30’a geliyor; hava hafiften kararmaya başladığından endişemiz biraz daha artıyor.. Çocuğa kontör yüklemesi için para verip yakındaki benzin istasyonuna gönderiyoruz, bu arada gözümüz otobüste  durakta bekliyoruz. Derken karşıdan büyükçe bir otobüs yaklaşıyor, üzerindeki yazıyı okumaya çalışıyoruz Ormeno yazıyor gibi ama acaba??? Evet galiba!! Biraz daha yaklaşıyor ve EVET O ORMENOOOO!!! Otobüs ışıklarını yakarak yanaşıyor ve bize atlayın diye işaret ediyor bizim gözümüz çocukta arkamıza baka baka otobüse biniyoruz. Geldiğinde bizi göremeyip endişelenecek çocuğu düşünerek hiç olmazsa el sallayıp bir teşekkür etseydik diyoruz ama ne yazık ki çocuk yok.. Bu arada yerimizi bulup derin bir OH ! çekiyoruz ama artık dizlerimizin daha fazla dayanacak gücü yok, koltuğa adeta yığılıyoruz.. Dışarıda hava neredeyse kararmak üzere, bulutlar kızıla bürünmüş, Kolombiya sınırına doğru yol alıyoruz:) İşte gerçek macera bu!!.. İşte gerçek ARDİNAL böyle bir şey!!

Saat hemen hemen 22.15 gibi Ecuador sınırındayız. Hemen çıkış damgalarımızı alıp köprünün karşısına Kolombiya girişine doğru yürümeye başlıyoruz; 5 dk sonra giriş kasabası İpiales’teyiz. Görevli memura yaklaşıp pasaportları verdiğimizde kadıncağız bize bir şeyler anlatıyor anlamıyoruz ama beden dilinden olumsuz bir şey söylediği son derece açık. Sorun ne diye arkamızdakilere bakıyoruz hepsi endişeli.. Meğer kahve üreticilerinin 5 gündür devam eden eylemleri varmış ve tüm otoyollar kapalı olduğundan Ipiales’ten ileriye gitmemiz mümkün değilmiş ve eylemin ne kadar devam edeceği de meçhulmüş:( Pasaportlarımıza giremediğimiz Kolombiya için 90 gün vizelerimizi alıp kenarda beklemeye başlıyoruz. İnsanlar habire konuşuyorlar, sınır polisleri bir şeyler anlatıyor ve uzun uzun tartışmalar devam ediyor ama ne yazık ki sonuç yok. Zaten şansım olsa anam beni kız doğururdu diyen Bora’ya katılmamak mümkün değil. Benim de hep erkek doğasım vardı:)


Gecenin ilerleyen saatlerinde hava iyice serinlemeye başlıyor ve yapılacak bir şey olmadığından “olmaz böyle şey” şarkısı eşliğinde tıpış tıpış otobüse binip koltukları devirip yatıyoruz.. Herkes de aynı duygularla sakinleşiyor ve şoför saat 12 gibi ışıkları söndürdüğünde ortalık derin bir sessizliğe gömülüyor. Sabah ola hayrola!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder